FutbolSanatThe Damned United: Lanetli Film

Yuşa Şahin2 sene önce18 dakika

Çoğu hikaye sonu tahmin edilebilecek bir yapıda kuruluyor. Sadece bazı yazarlar, genel geçer hikaye kurulumunun tersine işler yaparlar. Her hikayenin protagonist dediğimiz bir ana karakteri olur. Olaylar ya onun etrafında döner ya da direkt onun başına gelir. Hollywood’dan alışık olduğumuz film hikayeleri hep böyle ilerler. Filmin başında bir düğüm atılır ve ana karakterimiz o düğümü çözmeye çalışır. Yine çoğu filmden alışık olduğumuz üzere bir climax noktası vardır ve ana karakter düğümü tam orada çözer. Okuduğunuz yazının konusu olan The Damned United ise neredeyse bütün kalıbın tersine bir film anlatıyor. Protagonistin başarısız olduğu, atılan düğümü çözemediği bir hikaye izliyoruz. Climax’e geldiğimizde normalde olması gerekenin tam tersi oluyor. Ana karakter kendisini çok daha karmaşık bir düğümün ortasında buluyor. Hikayenin konusu çoğuna göre tüm zamanların en iyi İngiliz teknik direktörü Brian Clough’un üzerinden dönüyor. Çok başarılı bir teknik direktörün hikayesini hayatının lanetli dönemi üzerinden anlatan bu hikaye; örneğini fazla göremeyeceğiniz türden gerçek bir başarısızlık hikayesi…

Tersten Bakış

Herkes başarılı olarak görülen insanların hikayelerini olumlu noktalardan anlatmayı sever. Elon Musk’ın Tesla’sı ve SpaceX’i gökten inmiş gibi büyük bir başarı hikayesi olarak lanse edilir. Daha öncesinde defalarca başarısız olan girişimler, batma noktasına gelen hayatlar kimsenin ilgisini çekmez. The Damned United ise Brian Clough gibi bir futbol dahisinin kendisinden şüphe edecek kadar kötüye gittiği günlerini ele alıyor. Filmin açılışında Clough’u; Don Revie’nin 13 yıl çalışırdığı Leeds’den İngiltere Milli Takımı için ayrılması nedeniyle göreve gelişini görüyoruz. Filmin en başarılı olduğu noktalardan birisi baştan itibaren geriye dönüşlerle hikayeyi desteklemesi. Bu sayede ana karakter ile en büyük düşmanı arasındaki husumeti ilmek ilmek işliyor. Kurgulanması oldukça zor bir hikaye olsa da bölüm bölüm ana konuyu bir kenara bırakıp, geriye dönerek yaşananları izliyoruz. Bunun yanı sıra iyi bir kurguyla her şey neredeyse bir belgesel film kadar gerçekçi hissettiriyor. İşte iyi bir kurgu tam olarak bunu gerektirir.

Ego 

Filmin başlangıcından itibaren aslında “düşman” Revie’nin, genç ve yetenekli Clough için ne kadar büyük bir idol olduğunu görüyoruz. Film, Clough’un onu tepe olarak gördüğünü ve kendisinin geçmesi gereken sınır olduğunu ima ediyor. Hatta biraz daha ileriye giderek Revie’nin onayını arayan genç bir teknik direktör olduğunu iddia ediyor. İdolün düşmana dönüşmesi ve bu sırada sırf elini sıkmadığı ve onu görmezden geldiği için Revie’ye savaş ilan eden Clough’un büyük egosuyla karşılaşıyoruz. Burada yönetmenin başarısı da hikayeye bizi daha çok çekiyor. Özellikle Derby’de çalışan Clough’un zor şartlarına rağmen Revie’yi maç öncesi karşılama için yaptığı hazırlık, parlattığı kadehlere kadar dikkatin çekilmesiyle neredeyse izleyici de Brian Clough kadar hayal kırıklığına uğrayabiliyor. Filmin detaylardaki başarısı hikayenin baş kahramanını tanımamızda çok büyük katkı sağlıyor. İşte iyi bir anlatım tam olarak bunu gerektirir.

’70’lerin İngiltere’si

The Damned United’ın başarılı olduğu yerlerden birisi neredeyse her şeyi o dönemin içindeymiş gibi gösterebilmesi. Daha filmin başında arabanın metal koluna yapılan yakın çekimin bile bu amaçla yapıldığı aşikar. Duvar yazıları, yollarda koşan çocuklara kadar her şey 1970’lerin İngiltere’sini anlatıyor. İzleyici o dönem hakkında bilgi sahibi olmasa bile rahatlıkla bu filmi izleyerek bir kanıya varır. Daha da önemlisi gerçek görüntüleri izlediğinizde ancak bu kadarı yapılabilirdi diyorsunuz. Takım otobüsü, soyunma odaları, formalar, sahalar; hepsi gerçek kaynaklardan alınıyor ve birebir yeniden canlandırılıyor. Bununla birlikte Clough ve Taylor ikilisinin Brighton yolculuğunda Kuzey ve Güney İngiltere arasındaki devasa yaşam farkını oradaymış gibi hissediyorsunuz. İşte iyi bir sinematografi bunu gerektirir. 

Birisi Gibi Davranmak

Oyunculuk olması gerektiğinden farklı anlaşılan meslek dallarından birisidir. Halbuki neredeyse her işte olduğu gibi burada da basit yaklaşımlar etkili çözümler getiriyor. Oyunculuk yerine birisi gibi davranmak olarak görürsek işin detaylarına daha çok hakkını verme şansımız olur. Bu filmde Michael Sheen’in yaptığı da aslında sadece Clough gibi davranmaktan ibaret. İngiliz aktör işinde o kadar iyi ki, Clough’un gerçek konuşma tarzını izlediğinizde es verme tarzından, kelimeleri kullanma şekline kadar kopyaladığını görebiliyorsunuz. Bunun yanında, Clough’un mimikleri ve el kol hareketlerine kadar başarılı bir taklite imza atıyor. Bu noktada oyuncu seçiminde emeği olanlara da hakkını vermeliyiz. Özellikle Leeds’deki ilk antrenmanında oyunculara göz dağı için şov yapan Clough sahnesinde, aslında Michael Sheen’in de futbolculuk becerilerinin olduğunu görüyorsunuz. Ufak bir araştırmayla oyuncunun, 12 yaşında neredeyse Arsenal adına futbol oynayacak kadar işin içinde olduğunu bilerek izlerseniz sahneye hiç şaşırmazsınız. Ancak yine de şaşırılacak bir bilgi vermek gerekirse söz konusu sahne ilk denemede başarıyla çekiliyor. İşte birisi gibi davranmak tam olarak bunu gerektirir.

Michael Sheen, sadece bir teknik direktörü değil 274 kez ilk 11’de yer almış ve 251 gol atmış bir emekli forvet oyuncusunu da canlandırıyor. Filmdeki futbol sahnelerinin azlığına rağmen, topu gördüğünüz her an akılda kalacak kadar iyi sahneler var.
Konu Özgünlüğü ve Senaryo

İyi bir futbol filmi çekmek zor olsa gerek ki, iyi örnek olarak gösterebileceğimiz filmler oldukça kısıtlı sayıda. Sebebi tartışılır ancak bu filmin başarılı olduğu noktalarla örnek göstereceğiz. Futbol sahnelerinin azlığı dikkat çekici ancak bu sayede futbol olan sahnelerin boşu boşuna saha içinde koşan adamlardan ibaret olmadığını anlayabiliyorsunuz. Film futbolun siyasi ve hayatın işleyişindeki yeriyle ilgili tarafını oldukça başarılı bir şekilde işliyor. Günün sonunda sahada birbirini kovalayan adamlardan ziyade oyuncularını soyunma odasında tehdit eden bir teknik direktör, bu hikaye için daha çok önem arz ediyor. Medyanın karşısında oyuncusunun kulağına eğilip “İyi oyna, yoksa seni bunlara yem ederim” demesi bile sadece bir örnek. Bunun gibi neredeyse bütün sahnelerde diyalogların kullanılma şekli anlatılmak isteneni çok iyi veriliyor. Giderek işlerin sarpa sardığı bir hikayede, o gerilimi ordaymış gibi hissediyoruz. İşte iyi bir senaryo ve konu özgünlüğü tam olarak bunu gerektirir. 

Emek Yoğunluğu

Filmde Michael Sheen genç, hırslı ama bir o kadar hataya yatkın bir karakteri kusursuza canlandırıyor. Diğer taraftan Don Revie rolündeki Colm Meaney ise sakin ve işini bilerek hareket eden yılların tecrübesi bir karakterin hakkını veriyor. Bu sayede iki karakterin arasındaki kontrastı hissedebiliyoruz. Özellikle film boyunca Clough’un gözünden gördüğümüz için Revie bir düşman figürü ancak filmin son bolümündeki televizyon programında ikisi de aynı hizaya çekiliyor ve yan yana geliyorlar. Bu noktada bir anda kahramanımızın kendi hikayesinde kötü adam figürüne döndüğünü görüyoruz. Clough’un kararlarının başlıca sebebi Revie’den intikam istiyor olması ve üstelik buna neden olarak kendisine saygı duymadığını ve elini sıkmamasını gösteriyor. Halbu ki Revie’nin o an onu farketmemiş bile olabileceğini öğreniyoruz. Bütün film departmanlarında oldukça yoğun bir çalışmayla hazırlandığı belli olan film kapanışı da başarıyla yapılıyor. Finalde en büyük düşmanının kendisi olduğunu farkeden Clough, lanetli günlerini geride bırakıyor. The Damned United izleyiciye önemli bir ders anlatıyor. İşte iyi bir film tam olarak bunu gerektirir.

Kapanış

Elbette her filmde olduğu gibi bu filmde de bazı kusurlar var. Clough’un ailesi bile kendisinin neredeyse hastalıklı derecede takıntılı anlatılmasını beğenmemiş ve filme çok kızmışlardı. The Damned United, oradaki ince çizgiyi biraz aşıyor. Yine de aşikar olunan bir şey var. Onu o yapan ne varsa içinde hep biraz ego ve hırs olacaktır. Günün sonunda sırf meslektaşınız elinizi sıkmadı diye sinirlenip, onun kazanamadığı kupayı hedef olarak koyar mıydınız? Sırf elinizi sıkmadı diye, Şampiyonlar Ligi kazanabilir miydiniz? Üstelik bunu bir takımı ikinci ligden alıp, 3 yıl içinde başarmayı bir deneyin. Bir de bunu iki kere üst üste yapmayı deneyin. İşte Brian Clough olmak bunu gerektirir. 

“Futbol güzel bir oyundur ve güzel oynanması gerekir.” – Brian Clough

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin