Birleşik Arap Emirlikleri’nin futbola bu denli yatırım yapması ve önceki bölümde bahsettiğimiz City vahası bir diğer körfez sermayesi için cezbedici olmuştu. Körfezin diğer büyük zengini olan Katar Emiri Nasser El Khelaifi, Manş Denizi’nin karşı tarafında bir cevher keşfetti. Fransa’nın başkenti Paris’in takımı olan Paris Saint-Germain ülkenin büyüklerinden biri sayılsa da Marsilya, Olimpique Lyon ve Saint Etienne gibi kulüplerin gölgesi altındaydı. 1970 yılında birçok ekibin birleşmesiyle oluşmuş bu takım, 1990’lı yıllarda kısa süren dominasyonunu Okocha, Ronaldinho, Rai, Rocheteau gibi oyuncularla yaşamış; bu dönemde bir Kupa Galipleri Kupası’nı da müzesine götürmüştü. Ama, yerel anlamda özellikle yedi yıllık Olympique Lyon hakimiyeti League 1’in rekabetçiliğine darbe vuruyordu. Tek Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu Marsilya ile kazanmış olan Fransızlar, milli takımın uluslararası arenada gösterdiği korkutuculuğu kulüpler bazında sadece ’70’ler ve ’80’lerde Saint Etienne’le ve kısa bir dönem Auxerre’le gösterebilmişti.
Siyasi anlamda ise sürekli birbiriyle çekişen ve daha çok kazanmak isteyen Katar; hem uluslararası imajını düzeltmek hem de Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Manchester City’de yaptığına benzer bir atılım yapmak niyetindeydi. Sonuçta BAE’nin Dubai’si varsa onların da Paris’i olacaktı. Avrupa futbolunun temellerini atan Fransa gibi bir ülkede yıllardır atıl durumda olan bir devi uyandırmak aynı zamanda medya sektöründe hizmet veren Katar Devleti’ne bağlı Katar Spor Yatırımcılık (Qatar Sports Investment) ailesine de ekstra bir kazanç olacaktı. Prosedürler halledildi ve Paris Saint-Germain, Katarlılar tarafından satın alındı.
Aşk ve Şarap
2011 yılında Paris’i satın alan Katar Spor Yatırımcılık yapılanmanın başına İtalyan teknik adam Carlo Ancelotti’yi getirdi. O yaz takımı değiştirmeye başlayacaklarının sinyalini veren Fransız temsilcisinin yeni sahipleri “Barcelona ve Manchester United çizgisinde” bir marka algılamasına sahip olunmasının amaçlandığını açıklıyorlardı. 2011 yazı her açıdan hareketli geçiyor ve PSG tarihinin en pahalı transferleri çok kısa süre içerisinde açıklanıyordu. İlk hamle Palermo’dan Javier Pastore ve Salvatore Sirigu olmuştu. Daha sonra sportif direktör Leonardo’nun yakın olduğu İtalya pazarından yararlanmaya devam eden kulüp takıma; Inter’den Thiago Motta, Roma’dan Jeremy Menez, Juventus’dan Mohamed Sissoko katıyor, Türkiye’den ise Fenerbahçe’nin başarılı stoperi Diego Lugano transfer ediliyordu. Fransa pazarına da hızlı bir giriş yapan kulüp St. Etienne’den Blaise Matuidi, Lorient’den ise Kevin Gameiro’yu takıma kazandırmıştı. Yeni ve hızlı değişimin bilançosu ise ağır olacaktı. O yaz toplamda 107 milyon euro harcayan Fransız ekibi şampiyonluk yolunda ise Belhandalı, Oliver Giroud’lu Montpellier’in gerisinde kalıyordu.
2012 yazına gelindiğinde ise Leonardo, İtalyan pazarından kafasını kaldırmamaya kararlı olduğunu ispat eder gibiydi. Aynı yıl içerisinde Milan’dan hem Thiago Silva hem de tüm zamanların en iyi forvetlerinden birisi olan Zlatan İbrahimovic için toplamda 63 milyon euro ödeyeceklerdi. Napoli’den Ezequiel Lavezzi, Pescara’dan Marco Verratti, Ajax’tan Gregory Van der Wiel ve Sao Paulo’dan Lucas Moura’yı transfer eden kulüp bir kez daha büyük bir sportif karizmayı transfer etmek için harekete geçmişti.
Futbol hayatının sonuna yaklaşan fakat hala futbolun en büyük marka yüzlerinden birisi olan David Beckham, Paris’e iniş yapıyor ve birden tüm dünya, Zlatan ile Beckham’ı izlemek için başlarını Paris’e çeviriyorlardı. Paris ekibi bu yaz transfere toplamda 150 milyon euro harcıyor ve sene sonunda Ligue 1’i uzun yıllar sonra kazanarak Paris’i bir karnaval alanına çeviriyorlardı. Uzun yıllar sonunda aşk ve şarap, futbol ve kupa ile tekrar buluşuyordu!
Kendi Ülkesinde Kral
2013 yazında Leonardo tekrardan İtalya yolcusuydu. Bu sefer hedefinde Zlatan İbrahimovic’e bir partner bulmak vardı. Bu partnerse çoktan belliydi. Edinson Cavani… Napoli 2 yıl arayla hem Lavezzi’yi hem de Cavani’yi Paris ekibine kaptırmıştı. Cavani için 65 milyon euro ödeyen PSG, Roma’nın 19 yaşındaki Brezilyalı stoperi Marquinhos içinse 32 milyon euro ödüyordu. Orta sahaya Newcastle’dan Yohan Cabaye, sol beke de Lille’den Lucas Digne transfer ediliyordu. Paris ekibi o yaz tam 135 milyon euro harcıyordu. PSG o sezonu da Monaco’nun önünde lider bitiriyor ve ambargonun kıvılcımını yakıyordu.
Para harcadıkça kazanan kazandıkça harcamaya devam eden Paris yönetimi 2014 yazında ise Chelsea’den David Luiz’i 50 milyon euro karşılığında transfer ediyor ve o yaz başka para harcamamayı tercih ediyordu. Herkes Paris ekibinin Şampiyonlar Ligi’nde gözle görülür bir biçimde başarılı olmasını beklerken onlara devler arenasında bir türlü istediği başarıları yakalayamıyordu. 2014-2015 sezonunda devler ligine çeyrek finalde veda eden Fransız temsilcisi yerel kupaların ise hepsini kazanarak kendi ülkesinde gövde gösterisine devam ediyordu.
2015 yazında kulüp yetkilileri asıl amaçlarına hala ulaşabilmiş olmadıklarının farkındaydılar. Büyük bir transfer yapma kararı alan kurul Manchester United’dan ayrılmaya karar veren Angel Di Maria’da karar kıldılar. Bu transfer için Paris ekibinin kasasından tam 63 milyon euro çıktı. Tekrar takımın eksik olan yerlerine ve kulübeye de gerekli takviyeler yapmak için harekete geçen Leonardo ve ekibi Layvin Kurzuwa için Monaco’ya 25 milyon euro, Serge Aurier için Toulouse’ye 10 milyon euro, Benjamin Staumbouli içinse Tottenham’a 9 milyon euro ödedi. 2015 yazının bilançosu Paris ekibi için toplamda 116 milyon euro’yu buluyor fakat takım devler liginde yine çeyrek finalde elenip evine geri dönüyordu. Yerel kupalarda ise durum değişmemişti. Ambargo devam ediyordu.
Sonu Gelmeyen Harcamalar
Yapılan harcamalar, yerel kupalardaki başarılar her ne kadar Paris ekibini göz önünde tutmaya yetse de kulübü satın alan körfez sermayesi için yeterli değildi. Marka olmak istiyorlardı ve marka olmanın en büyük yolunun Şampiyonlar Ligi’nden geçtiğinin farkındaydılar. Harcama yapmaya devam ettiler ve Avrupa’daki diğer kulüplerin genç yeteneklerini toplamaya başladılar. O sezonun başında Zlatan İbrahimovic takımdan ayrılmıştı. Ve, bu gençleşme operasyonunun bir parçası olarak gözüküyordu. İlk olarak Wolfsburg’dan Julian Draxler takıma katılıyor sonrasında ise Benfica’dan Goncalo Guedes, Sevilla’dan Grzegorz Krychowiak, Real Madrid’den Jese Rodrigues, Club Brugge’dan da Thomas Meunier transfer ediliyordu. Gençleşme operasyonunun maddi bilançosu ise tam 134 milyon euro’ydu. Fransız ekibi, Unai Emery önderliğinde sezonu beklentilerin uzağında kapatıyordu. Şampiyonlar Ligi’nde son 16’da elenen kulüp, ligde ise Falcao ve Mbappeli kadrosuyla Monaco’nun gerisinde kalarak ambargoya ara vermek zorunda bırakılıyordu.
2017 yazı bütün dünya için çok sıcak geçecekti. Artık petrolün aslında ne kadar güçlü bir gelir kaynağı olduğunu bütün futbolseverler çok daha iyi anlayacaklardı. Ambargosu yarıda kesilen Paris Saint-Germain’in sahipleri Barcelonalı süperstar Neymar için tam 222 milyon euro ödeyecekler ve futbol transfer piyasasını doğrudan bir kaos içerisine sokacaklardı. UEFA dahil birçok takımın sahipleri ya da başkanları bir oyuncunun bu kadar değer edemeyeceğini tartışmaya başlamışlardı. UEFA bu doğrultuda kulüplerin gelirlerini araştırması için bir komisyon dahi kurdu. Cavani, Neymar ve Di Maria ile birlikte PSG ölümcül bir hücum gücü elde ediyordu. Herkes Şampiyonlar Ligi için onları favori gösterse de futbol aslında pratikte böyle bir oyun değildi. Son 16’da elenip Paris’e geri döndüler. Yerelde ise yarıda kesilen ambargo yeniden başlamıştı.
Milyon Dolarlık Hezimet
2018 yılında Fransız futbolunun en yeni dahisi olan Kylian Mbappe için bu sefer 180 milyon euro ödüyordu PSG Yönetimi. QSI para harcamaktan çekinmiyordu fakat hala istediklerini elde edememek onları daha savurgan hale getirmişti. Leandro Paredes için Zenit’e 40 milyon euro, Thilo Kehrer için Schalke’ye 37 milyon euro ve Juan Bernat için Bayern’e 5 milyon euro ödemişlerdi. 2018 yazında tamı tamına 262 milyon euro harcayarak en fazla harcama yaptıkları eşiğe ulaşmışlardı. Yerelde bütün kupaları yine kazanan Paris Saint-Germain, Şampiyonlar Ligi’nde her zaman olduğu gibi son 16 turunda elenerek devler sahnesine erkenden veda ediyordu. Bir çuval çanta para hala gol atmayı başaramıyordu…
2019 yazında Paris ekibinin elinde hali hazırda çok iyi bir ekip bulunuyordu. Bu ekibe Şampiyonlar Ligi tecrübesi olan kaleci Keylor Navas dahil edilmiş ve ideal 11 artık oluşturulmuştu. Bu ideal 11’in oluşturulması hayli zaman almış ve bilançosu maddi olarak oldukça ağır olmuştu. Fakat, ne olursa olsun Paris bir futbol markası olmalıydı ve QSI bunun için ne yapması gerekiyorsa onu yapmalıydı. Artık kazanmak için her şey hazır görünüyordu. Paris ekibi Şampiyonlar Ligi’nde bütün turları tek tek geçiyor ve finale kadar yükselmeyi başarıyordu. Fakat, finalde bölüm sonu canavarı Bayern Münih’e yakalandılar ve Paris’e yine elleri boş dönmek zorunda kaldılar. Muazzam ücretlerle kurulan takım yerelde ise yine kazanmayı başarıyordu.
2020 yılında Mbappe ve Neymar’ın önüne daha net ve daha popüler bir golcü almak için harekete geçen Fransız ekibi Inter ile yollarını ayırmaya karar veren Icardi’yi transfer etmek için harekete geçti. Leonardo bir kez daha İtalyan pazarına giriyordu. Mauro Icardi 50 milyon euro karşılığında Milano’dan Paris’e geçiyor ve Fransız ekibi o yaz transfere 62 milyon euro harcıyordu. Sezon ise her açıdan tam bir felaketti. Burak Yılmazlı Lille, Paris’i Ligue 1 ambargosunun dışına itiyordu. Şampiyonlar Ligi’nde ise durum değişmemişti. Yarı finalde Manchester City karşısında tutunamayan Paris ekibi kupaya veda ediyordu. Marka çalışması bir türlü tamamlanamıyordu.
“Para iyi bir hizmetkar, kötü bir efendidir” – Alexandre Dumas, fils*
QSI, 2021 yazına belki de dünya transfer tarihinin derinden etkileyecek bir anlaşma yaparak dahil oldu. Tüm zamanların en iyi futbolcusu olarak nitelendirilen Lionel Messi bir anda Paris’e iniş yaptı. Son yıllarda Barcelona’da kulüp yönetimiyle anlaşmazlıklar yaşayan Arjantinli yıldız herkesi şok eden bir kararla Fransız ekibinin teklifini kabul etti. Paris ekibi o yaz transfere 90 milyon euro harcarken Messi ilk senesinde beklentilerin tam anlamıyla altında kalıyordu. Paris ekibi sezonu sadece Ligue 1’i kazanarak kapatıyor ve diğer bütün turnuvalarda istediğini elde edemiyordu.
Parayla saadet olmaz sevgili okuyan. Yapılan bunca yatırım ve getirilen onlarca oyuncunun sonunda PSG bugün henüz o çok istediği Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna ulaşamadı. Tartışmasız favorisi olduğu ligi de bir kez Monaco’ya, bir kez de Lille’e kaptırdı. Aslında ülke içinde her şey güllük gülistanlık olarak gözükebilir ama işler hiç de öyle değil. Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu gelmediği sürece, yerel başarılar El Khelaifi için hiçbir şey ifade etmiyor. Kendi istediği başarılara giden yolda harcama yapmaktan çekinmeyen El Khelaifi, buna rağmen her seferinde yaklaştığı kupayı bir şekilde kaptırıyor. Bunun altında yatan sebepler ise aslında City’ninkine benzerlik gösteriyor. Bir takım yaratılsa da denge yaratılabilmiş değil. Şampiyonluğu getiren teknik adamlarla yapı olgunlaşmadan yollar ayrılarak futbolun en büyük hastalığı olan istikrarsızlığın kurbanı oluyorlar. Takım dengesi gözetilmeden yapılan transferler ve yaşanan uyumsuzluk tekerin yolda patlamasına sebep oluyor, Emir’in parası geleneğin kurbanı; her sene yeni bir heyecanla yola çıkan Paris Saint-Germain ise yine aynı hüsranı yaşayarak evine geri dönüyordu.
Türk Futbolu ve Körfez Sermayesi
Körfez sermayesi parçası olan Katar sadece futbol liglerinde kulüp satın almakla kalmıyor diğer yandan bu liglerin yayınlarını da sahiplenme arzusunu taşıyor. Bu doğrultuda 2012 yılında Bein Medya Grup adını alarak bir televizyon kanalı oluşturdular. Kanal, Arapça, Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve Türkçe olmak üzere 5 farklı dilde yayın yapmaya başladı. Ve, birçok spor organizasyonuna dahil olmayı başardı. Doha, Miami, Paris, Barselona, Cakarta ve İstanbul gibi şehirlerde genel merkezler oluşturan medya fonu bahsi geçen şehirlerin bağlı olduğu liglerinde yayıncılığını üstleniyordu. Burada bizi ilgilendiren önemli kısım ise Türkiye Süper Ligi’nin yayın hakları. Kasım 2016’da 500 milyon dolar verilen Süper Lig, körfez sermayesi büyüsüne kapılmıştı. Yıllar sonra gelinen noktada yenilenen yayın ihalesi bu meblağnın çok çok altına kaldı. Elbette bunun sebebi sadece Katarlıların parayı vermek istememesi değil; hem ulusal hem de uluslararası arenada güç kaybeden Türk futbolu yaşadığı en büyük ekonomik çöküntüyü yayıncıdan yana yaşadı. Ayrıca yapılan anlaşmaya göre ligin sosyal medya hesap haklarını elinde bulunduran Bein Medya, pazarlama stratejisi olarak Türk futboluna hizmet etmeyerek ligin görünürlüğünü de kısıtladı. Yayınlanan her görüntü telif kıskacına alınarak sosyal medya çağında Türk futbolunu kullanıcılardan uzak hale getirdi. Yine bir politika olarak uygulanan fiyat endeksleri, Türkiye’nin ekonomik şartlarına göre çok pahalı kaldığı için kaçak yayının en fazla olduğu ülkelerden biri durumunda olmamız fazla şaşılacak bir hadise değil sanırım. Yani bütün dünya futbolu, körfez sermayesinin tadını çıkarırken olan yine kendini iyi pazarlayamayan Türk futboluna ve onun cefakar izleyicisine oldu.
Yedi Kıtada Dünya Kupası
Sadece yayıncılıkla kalmayan körfez sermayesi dünyanın en büyük kulüplerine göğüs sponsoru olarak kendilerini her yerde gösterme niyetinde. Real Madrid, Milan ve Arsenal gibi kulüplerin göğsünde taşıdıkları Körfez ülkelerine ait havayolu şirketleri reklamlarına yılda milyonlarca euro ayrılıyor. Giderek tekelleşme amacında olan ülkeler, yaptıkları yatırımlarla değil, başka alanlarda da kendilerini futbol içinde var etme çabası içindeler ve bunun en canlı örneğini bu yıl Katar’da yaşayacağız: Dünya Kupası yaklaşıyor!
Katar Devleti, Fransa’da kurduğu iyi ilişkilerin meyvesini FIFA’nın “7 Kıtada Dünya Kupası” vizyonuna uygun bir şekilde kupayı düzenleme hakkını elde ederek aldı. Hatta bu ilişkiler o kadar ileriydi ki 2021 yılında Avrupa’nın bazı büyük kulüplerinin ortaya attığı “Avrupa Süper Ligi” projesine karşı çıkıp UEFA ve FIFA’nın yanında yer aldılar. Dünya Kupası’nı da kendilerine özgü bir hale getirdiler. 4 senede bir her yaz düzenlenen kupa, iklim şartları dolayısıyla ilk defa kışın gerçekleştirilecek. 166 Milyar euro’luk bir fon ayrılan ülkede yapılan 8 stat ve metro hatlarıyla daha önce yaşanmamış bir Dünya Kupası deneyimi vaat ediliyor. Tabii ki vaat edilenlerle gerçekler hiçbir zaman birbirini tutmaz. Kupaya hazırlık sürecinde Katar’dan gelen haberler aslında paranın ve harcanan insan gücünün nasıl modern bir kölelik niteliğini taşıdığını gözler önüne seriyor. İşçi ölümleri, sağlıksız çalışma koşulları ve Katar’ın içinde bulunduğu yönetimin ülkeye gelecek olan taraftarlara dayatmaya çalıştığı yasaklar… kadınların da Katar’ın giyinme yönetmeliğine uygun davranması beklenirken, dünyanın en önemli spor organizasyonlarından birinin ülke tanıtımıyla ya da dünyanın geri kalanıyla alakalı olmadığı gayet açık bir şekilde görünüyor. Arap ve Körfez Sermayesi, parayı futbolun derinliklerine nüfuz ettirmesiyle oluşan devasa bir kara delik gibi önümüzde duruyor.
Cefa mı? Sefa mı?
Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne katılan son dev ise Suudi Kraliyet Ailesi oldu. 323 Milyar Pound’luk servetleriyle saydığımız tüm ailelerden daha zengin olan Suudiler, futbol piyasasına Newcastle United’la girdiler. Ülkenin ününü kaybetmiş ama her zaman potansiyel sahibi olan ekibi, yeni yatırımcıları gelir gelmez önce takımın başına genç İngiliz teknik adam Eddie Howe’u getirdi. Bu yaz ise Lille’den Sven Botmann’la kadrosunu güçlendiren Newcastle, diğer örneklerden daha farklı bir yol izliyor gibi gözükse de başarıya aç ve hırslı sahipleri sayesinde yine enteresan meblağları harcayacakmış gibi görünüyor. Bu takımlara yapılan körfez yatırımına basit bir yatırım olarak bakamayız; derin siyasi kaygılar ve spordan daha öte alanlarda devletlerin takımlara sahip olması aslında etik bir problemi de beraberinde getiriyor; devletler kişisel girişimlerle kurulmuş kulüplere sahip olabilirler mi?
Uzun yıllardır yaşadığımız olgu aslında bunun tehlikeli olduğunu defalarca kanıtladı. Başarıya kestirmeden gitmek isteyen iş bilmez zenginler, en iyi futbolcuları bir takıma toplayarak bunun gerçekleşeceğine inandılar. Astronomik bonservisler piyasayı olduğundan daha fazla şişirdi. Büyükler ve küçükler arasındaki fark açılınca artık bazı kulüpler sadece büyüklere oyuncu satarak veya büyüklere satacakları yeni oyuncuları bulmayı bir amaç haline getirdiler. Zengin Araplar yüzyıllardır istedikleri gibi batı dünyasının nimetlerinden faydalanıyorlar hem de yeni yatırım araçları edinerek servetlerine servet katıyorlar. Olan ise hala ilk günkü gibi maçlara gitmeye çalışan cefakar taraftarlara oluyor. Sonuçta her zaman enkazın altında kalanlar olacaktır ve bunlar çoğu zaman o cefayı çekenler olurlar.
* İstatistik ve rakamsal veriler için Transfermarkt’dan yararlanılmıştır.
* 1857 yılında Alexandre Dumas, fils tarafından kaleme alınan Para Meselesi “La Question d’argent” isimli tiyatro oyununun giriş cümlesidir.