1980’lerin sonlarına doğru doğmuş biri olarak, Dünya Kupalarının zihnimde özel bir yeri var. Bana lojmanda geçen çocukluğumu, sıcak yaz günlerini ve ilk ergenlik sancılarımı hatırlatan FIFA Dünya Kupası’nın anlamı da büyük. Zamanında yalnızlığımı giderecek bir sosyalleşme aracı olarak gördüğüm Dünya Kupalarına dair bazı anılar da hala çok sıcak ve yakın.
Doğrusu geriye doğru bakıp, zihnimdeki dehlizleri biraz kurcalayınca da gözümün önünde hemen ’98 Fransa beliriyor. Ev sahibi Fransa’nın Barthez, Blanc, Desailly, Thuram, Karembeu, Deschamps, Petit, Zidane ve Djorkaeff gibi efsanelerden oluşan kadrosunun final yolculuğu dün gibi aklımda. Son 16’da Paraguay’ı altın gol ile zar zor elemişlerdi, çeyrek finalde ise İtalya’yı penaltılarla geçmişlerdi. Yarı finaldeki Hırvatistan maçında da Thuram yıldızlaşmıştı ve finalde Brezilya’nın rakibi olmuşlardı.
Finalde ise Zinedine Zidane’ın bir sağ korner bir de sol kornerden bulduğu iki kafa golünün hissettirdikleri hala sıcak. O zamanlar “fenomen” Ronaldo sevgim başkaydı ama o turnuvada Fransa’yı tutuyordum. Fransa da tarihinin ilk Dünya Kupası zaferine Zidane’ın ve Petit’nin golleri ile ulaşmıştı, coşkuluydum.
48 Yıl Sonra
2002’deki Dünya Kupası ise başka bir heyecandı. Dünya Kupası ilk defa Amerika ve Avrupa kıtalarının dışında gerçekleştirilmişti, Güney Kore ile Japonya turnuvaya ev sahipliği yapmıştı. Milli takımımız da 48 yıl sonra Dünya Kupası’na ikinci kez katılma hakkı kazanmıştı. Brezilya, Kosta Rika ve Çin’in bulunduğu C Grubu’ndan çıkmayı başarmış, Son 16’da Japonya’nın rakibi olmuştuk.
Ünlü İtalyan hakem Pierluigi Collina’nın yönettiği maçta Japonya’yı yenip çeyrek finalde Senegal’in karşısına dikilmiştik. Uzatmalarda İlhan Mansız’ın attığı tarihi altın gol ile de Senegal’i elemiştik. Yarı finalde de grupta oynadığımız Brezilya ile eşleşmiş, Ronaldo’nun golüne engel olamamış ve final şansımızı kaybetmiştik. Fakat, 48 yıl sonra katıldığımız bir turnuvada unutulmaz bir başarıya imza atmış ve dünya üçüncülüğüne ulaşmıştık.
“Fenomen” Ronaldo ve arkadaşları ise ev sahibi Fransa’ya kaybettikleri 1998 sonrasında Almanya’yı 2-0 yenerek şampiyon olmuştu. Bu sefer gönlüm Sambacılar’dan yanaydı ve Ronaldo da finalde attığı iki gol ile gerekeni yapmıştı.
Anti-Kahraman
2006’daki turnuva ise 18. yaşıma denk geliyordu. O yaz İstanbul Üniversitesi’ni kazanmıştım ve hayatım da baştan sona değişmişti. Maalesef futbol da giderek endüstrileşiyordu, oligarklar yönetimleri ele geçiriyordu, finansal piyasalar meşin yuvarlağın ruhunu öldürüyordu. Dolayısıyla futbola bir izleyici olarak ilgimi kaybetmeye başlamıştım. Sinemaya, müziğe, altyapılarda oynadığım basketbola ve çizgi romanlara daha fazla ilgi duymaya başlamıştım ama 2006’daki turnuva da dün gibi aklımda.
Zidane turnuva sonrasında futbolu bırakacağını açıklamıştı. O yüzden ’98 Fransa’da olduğu gibi yine Fransa’nın yanındaydım. Zidane’ın görkemli kariyerine yakışan görkemli bir veda istiyordum ve Zidane da bir futbol tanrısının son dansına yakışan bir turnuva oynuyordu. Son 16’da İspanya’ya karşı inanılmaz işler yapmış, çeyrek finalde de Brezilya’ya karşı yine hayatının en iyi maçlarından birini oynamıştı. Yarı finalde ise Portekiz’e karşı attığı penaltı golüyle Fransa’yı tekrar finale taşımıştı. Fransa finalde İtalya ile karşılaşacaktı. Zidane karşılaşmanın başında attığı penaltı golü ile Fransa’yı öne geçirmişti, ancak İtalya bu gole gecikmeden cevap vermişti.
Maçın uzatma bölümünde ise Dünya Kupaları tarihine damga vuran bir olay yaşanmıştı. Maçın 110. dakikasında Zidane Materazzi’ye kafa atmıştı. Televizyon karşısında herkes gibi ben de şok içerisinde kalmıştım. Asla böyle bir veda hayal etmiyordum. Lakin daha sonra öğrendik ki Materazzi Zidane’a küfür etmiş ve Zidane da soğukkanlılığını koruyamamıştı.
Bu elbette ki kabul edilebilir bir davranış değildi ama işte o Zidane’dı. Farklıydı ve asla tahmin edilebilir değildi. Maradona nasıl aykırıysa, Zidane da öyle aykırıydı. Varoluşu, mücadelesi ve Cezayir asıllı bir Fransız olarak simgeledikleri futbolu aşıyordu. İtalya şampiyon olmuştu ama çok umrumda değildi. Tarihe geçen o kafa benim için de bir milat olmuştu, Zidane da gözümde boyun eğmeyen bir anti-kahramana dönüşmüştü.
Çocukluğumuzun ve Gençliğimizin Müzikal Hatıraları
Dünya Kupası bu yıl 22. kez düzenleniyor. Normalde haziran ve temmuz aylarında düzenlenen kupa, bu yıl ilk defa kasım ve aralık aylarında yapılacak. Katar’ın ev sahipliği yapacağı turnuva, aynı zamanda ilk defa Orta Doğu’da oynanacak. Birçok ilkin yaşanacağı ’22 Katar, tıpkı Güney Kore ve Japonya ortaklığında yapılan turnuvada olduğu gibi sürprizlere açık olabilir.
Hazır Dünya Kupası heyecanı yeniden yaşanmaya başlamışken, bize çocukluğumuzu ve gençliğimizi hatırlatan tema şarkılarını hatırlamakta da yarar var. Gelin birlikte Dünya Kupaları’na iz bırakan bazı şarkıları analım:
Ricky Martin – La Copa de la Vida (’98 Fransa)
Ricky Martin, 90’lı yılların pop ikonlarından. Küresel ölçekte “Latin Pop” patlamasına da öncülük eden müzisyenlerden biri olan Martin’in La Copa De La Vida’sı tüm zamanların en jenerik Dünya Kupası şarkılarından.
Esasen A Medio Vivir albümündeki “Maria” hitiyle spot ışıklarını üzerine çeken Martin, La Copa De La Vida’yı da FIFA’nın kendisinden Dünya Kupası için bir marş istemesi üzerine yarattı. Luis Gómez Escolar, Desmond Child ve Draco Rosa tarafından yazılan şarkı, yayınlandığı gibi de “mega hit” oldu.
Tabii bu noktada Desmond Child ismine ufak bir parantez açmak lazım. Dünyaca ünlü bir şarkı yazarı ve prodüktör olan Child, hit yazma becerileriyle tanınır. Bon Jovi, Kiss, Aerosmith, Alice Cooper, Cher, Robbie Williams gibi isimlere de şarkılar yazmış Child, Martin’e istediği kapıları da açmıştır.
Samba kökenli bir şarkı olan La Copa De La Vida, aynı zamanda içerisinde Euro-pop, salsa ve mambo ögeleri de içerir. Özellikle Brezilya melodilerine yakın olan şarkı, enerjisiyle ve koro bölümüyle parlar. Bir Dünya Kupası şarkısından fazlası olan La Copa De La Vida, yüksek oktanlı ve coşkulu bir parti bestesidir.
Shakira – Waka Waka (’10 Güney Afrika)
2010 yılında Güney Afrika’da düzenlenen Dünya Kupası, Afrika kıtasında gerçekleştirilen ilk turnuva olma özelliğine sahiptir. Ricky Martin’in öncülerinden olduğu “Latin Pop” furyasını devam ettiren isimlerden biri olan Shakira, Latin müziğine eklediği Arap motifleri ile dikkat çeker.
Açıkçası, La Copa de la Vida gibi büyük bir hit olan Waka Waka, geleneksel Afrika müziğinden ilham alınarak yazılmıştır. Güney Afrikalı füzyon grubu Freshlyground’un da etkisiyle şarkıda “Soca” ritimleri ve yerel bir enstrümantasyon vardır. Parçanın nakarat kısmındaki Waka Waka (This Time for Africa) ise Zangalewa olarak da bilinen Golden Sounds grubundan ödünç alınmıştır.
Müzik listelerini alt üst eden Waka Waka için zamanında intihal tartışmaları yaşansa da Zangalewa bu durumu reddetmiştir. 2010’lu yılların en çok satan single’larından biri olan Waka Waka, Dünya Kupası tema müziklerine dair formülü de anlatır niteliktedir.
Daryl Hall and Sounds of Blackness – Gloryland (’94 ABD)
Aslına bakılırsa ’94 ABD, Dünya Kupaları arasında hayli önemli bir yerde durur. Sosyo-politik ve kültürel değişim rüzgarlarının tüm dünyada kendisini hissettirdiği bir dönemde yapılan turnuva, ilklere sahne olmuştur.
Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasından sonra Rusya’nın bağımsız olarak katıldığı ilk dünya kupası ’94 Amerika’dır. Aynı zamanda 1938’den beri ilk defa bir birleşik Alman takımı bu dünya kupasına katılmıştır. Ayrıca yine 1938’den beri ilk kez Birleşik Krallık’ı oluşturan dört ülke (İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda) bu turnuvaya katılamamıştır.
Öte yandan bu turnuva, ABD’de düzenlenen ilk ve bugüne kadarki tek Dünya Kupası’dır. Dolayısıyla FIFA da bu turnuva için mümkün olan en Amerikan tınısına sahip şarkıyı istemiştir. 80’lerdeki Maneater, You Make My Dreams, Out of Touch gibi hitleriyle ve yeni dalga pop sounduyla bilinen Hall & Oates’un Daryl Hall’u ile Sounds of Blackness’ı bir araya getiren şarkı, ulusalcı damara sahip tipik bir Amerikan marşıdır. Sounds of Blackness’ın şarkıya kattığı R&B kancası ise akılda kalıcıdır.
Giorgio Moroder Project – To Be Number One (’90 İtalya)
1990 yılında İtalya’nın ev sahipliği yaptığı Dünya Kupası, “Italia 90” olarak da bilinir. 24 takımın katıldığı turnuvada, finalde üst üste ikinci kez Batı Almanya ile Arjantin karşılaşmıştır. 1986’daki finalde gülen taraf “Tanrı’nın eli” ile finale kadar gelen Maradona ve Arjantin olmuştur, rövanşı ise Batı Almanya almıştır.
Turnuvanın tema şarkısı ise Giorgio Moroder tarafından bestelenmiştir. İtalo disco’nun öncüsü olan Moroder; günümüz synth, elektronik, dans soundlarına da etki eden bir efsane. Donna Summer, David Bowie, Kenny Loggins ve Daft Punk gibi isimlerle de çalışan Moroder, anavatanında yapılan Dünya Kupası’nı da boş geçmemiştir. Döneme uygun glam vokalleri ve pop rock dokusu ile dikkat çeken şarkı, özellikle Avrupa listelerinde de ses getirmiştir.
Anastacia – Boom (’02 Güney Kore / Japonya)
Milli takımımızın dünya üçüncüsü olduğu 2002 Güney Kore / Japonya, manevi açıdan farklı duygular yaşadığımız bir turnuvaydı. Bu turnuvanın tema şarkısı ise o dönem hayli popüler olan Anastacia’dan gelmişti. Anastacia, 2000 yılında yayınladığı “Not That Kind” albümündeki “I’m Outta Love” parçasıyla büyük bir çıkış yakalamıştı ve şarkı dünya çapında bir hit olmuştu. Güçlü mezzo-soprano vokaliyle parlayan Anastacia; soul, pop ve rock ögelerini harmanlıyordu ve tarzıyla dikkat çekiyordu.
O dönem dünyanın en çok satan müzisyenlerinden ve popüler kültür figürlerinden biri olan Anastacia, Dünya Kupası için de Glen Ballard ile birlikte zamanın ruhuna en uygun şarkılardan Boom‘u yaptı. 2000’li yılların başındaki elektro-pop etkisine ve Anastacia’nın müzikal yelpazesine uygun olan şarkı, vokal kancaları ve nakaratı ile de büyük ilgi gördü.