Editörün SeçimiFutbolBrian Clough: Deli ya da Dâhi!

Can Bilge3 sene önce25 dakika

Delilik ve dâhiliğin arasında ince bir çizgi vardır ve belki genelleme yapmak mümkün değildir. Ama her delinin biraz dâhi, her dâhinin de biraz deli olduğunu söylemek mümkündür. Kompleks ve çözülmesi zor insan beyni; düşüncelerini, eylemlerini ve karakteristiğini çözmenin zor olduğu bir yapı olarak karşımızda durmaktayken somutlaştırdığı birtakım şeyler üzerinden ve dile getirdiği cümlelerden yaptığımız çıkarımlarla kişiye deli ya da dâhi etiketini yapıştıran biz, yani “diğerleri” değil miyiz? Yorumlara dayalı olarak karşımızdakine bir etiket yapıştırmak son derece mümkün. Buna karşın etiketlediğimiz kişilerin yaptıklarına bakmak ve moda tabirle “saha içine inmek” sonucunda edindiğimiz fikirlerimiz bizi bir etikete sürüklüyor sanırım. Son kertede, bu kadar laf kalabalığından sonra, spot ışıklarını bir deli/dâhiye çevirmenin zamanı geldi: Brian Clough!

“Şurada doğdu, burada futbola başladı, şunları kazandı” diye basit bir girişi hak etmiyor bence Clough. Daha süslü cümlelerin adamı o. Biraz serkeş, biraz şımarık ve oldukça ukala bir adamın teki aslında. Kendisini sahnede tutmayı seven biri olduğunu söylemek de pekâlâ mümkün. Ya da ona bu etiketleri yapıştıranlar biz miyiz, bilmiyorum. Her ne olursa olsun, Brian Clough, hakkında klasik bir yazı yazılamayacak kadar enteresan bir isim. O yüzden bu yazı klasik bir yazı değildir sevgili okuyan; bu bir deliliğe övgü yazısıdır!

Derby

Brian Clough ve Peter TaylorKahramanımız, tıp biliminin bu kadar gelişmiş olmadığı ve futbolun da daha sert oynandığı bir devrin futbolcusu. Henüz 29 yaşındayken diz sakatlığından ötürü emekliye ayrıldığında karşımızda bir yıldız yoktu. Ülkesinin milli takımında yalnızca iki kere forma giymişti. Middlesbrough, Sunderland gibi ekiplerde forma giymişti. Futbolu bırakmak zorunda kalması tabii ki de üzücü. Fakat saha kenarına geçiş yapması, bugün, 2021 yılında benim gibi bir gencin satırlarına konuk olması, onun titri hakkında ufak da olsa ipuçlarını veriyor sanırım. Takım elbiselerini giyen Brian Clough, Hartlepool’da işe başlamıştı. Ligi de iyi bir sırada bitirmişlerdi lakin yeni yönetimle pek anlaşamayınca Sanco Pancho’yla* (Peter Taylor) beraber Kuzey’in şirin takımı Derby’ye imza attılar. İlk başta önemsiz gibi görünen bu imza yel değirmenine karşı savaşın da bir başlangıcı olacaktı.

Ligin son sıralarına abone olan Derby’de eksik bir şeyler olduğunu hissetmeleri çok uzun sürmemişti. Kolları sıvayarak çalışmalara başladılar. 68-69 sezonunu Crystal Palace’ın önünde tamamlayan Clough ve Taylor’ın Derby’si Liverpool, Leeds, Man City gibi takımların yanına gelmişti. Velhasıl kurtlar sofrasına genç bir delikanlı gelmişti. Second Division sırasında daha sonra birçok takıma yanlarında götürecekleri MacFarland, John O’Hare ve McGovern gibi genç isimlerin yanı sıra; adını sonra sıkça duyacağımız Archie Gemmill gibi oyuncular ve Dave Mackay gibi her yerinden tecrübe fışkıran bir oyuncuyu da kadrolarına katarak oturmuş bir yapıyla First Division’a gelmişlerdi.

Göze hoş gelen futbolları onları ilk sezonlarında dördüncülüğe taşımıştı. 70-71’de sekizinci olsalar da Derby taraftarı mutluydu çünkü takım güven veriyordu. Bir sezon sonra ise dananın kuyruğu kopacaktı. Amansız geçen 71-72 sezonunu Leeds’in önünde tamamlayarak şampiyon olmuşlardı. Birkaç sene evvel bir Second Division ekibi olarak yenildikleri ve son 5 sezonun tamamında ilk iki içinde bulunan Don Revie’nin Leeds’ini mağlup etmişlerdi. Şimdi sırada Avrupa vardı. Sırasıyla Zeljeznicar, Benfica ve Spartak Trnava saf dışı bırakılarak yarı finalde bir Avrupa efsanesi, Juventus’un karşısına çıkılacaktı.

Delilik Mefhumu

Brian CloughBu noktada ufak bir parantez açmak iyi olacak sanıyorum. 60’ların başında Leeds’in başına geçen Don Revie ülkedeki kupaların hepsinde söz sahibi olan iddialı ve ışıltılı takımıyla ülkeyi sallıyordu. Johnny Giles, Jack Charlton, Billy Bremner, Norman Hunter ve Peter Lorimer gibi oyuncularla bezeli kadro Clough ve Taylor’ın Derby’si için aşılmaz bir kale olarak ön plana çıkıyordu. Ama en aşılmaz kaleler bile gün gelir aşılırdı. En nihayetinde 71-72 sezonunda da olan buydu. Rekabet sadece takımlar düzeyinde değildi. Clough ve Revie de birbirlerine karşı oldukça sert açıklamalarla ortamın gerginleşmesine katkı sağlamışlardı. Juventus maçı da işte tam bu rekabetin yeni bir perdesi öncesindeydi.

Clough hemen her röportajında, (hatta Revie’nin milli takım menajerliği sonrası göreve geldiği Leeds’teki ilk idmanında) “O kupalarınızı, madalyalarınızı, çanak çömleklerinizi çöpe atın. Çünkü hiç birini adilce kazanmadınız” diyecekti. Leeds’in oyununu eleştiriyor ve mesela Norman Hunter’a “Norman, bacak kıran Hunter!” gibi ifadeler kullanarak şimşekleri kendi üzerine çekmekten de geri kalmıyordu. Bu ahval ve şerait altında oynanan Derby-Leeds mücadelesi öncesinde Derby Başkanı Longson, Clough’tan as takım oyuncularını oynatmamasını istese de Clough geri adım atmamıştı. Leeds maçı, Derby’nin birçok oyuncusunun sakatlığa uğramasına ve dolayısıyla yarı final maçını kaçırmalarına neden olmuştu. Demiştim ya, delilik etiketlerini biz mi veriyoruz, yoksa dâhiliğin sonucu olarak mı delilik mefhumu ortaya çıkıyor? Cevap vermesi çok zor.

Düşmesini Bilen, Kalkmasını da Bilir

Maçın ardından yönetime ültimatom niteliğindeki basın toplantısında sayıp söven Brian Clough’un işine son verildi. Aslında kabul edilmeyeceğini düşündüğü bir istifa vermişti. Tabi bu istifadan Taylor’ın haberi yoktu. Çünkü kendisi “Clough stresi”ne daha fazla dayanamayarak kalp krizi geçirmişti. Dâhi, bir kez daha deliliğini konuşturmuştu işte. Bir süre yaşanan sessizliğin ardından Brighton’la anlaşılmış fakat kapıyı çalan davetsiz misafire hayır denilmemişti. 74 Dünya Kupası’na katılmayı başaramayan İngiltere’de Sir Alf Ramsey dönemi sona ermişti. Takımın başına, Leeds’le 13 senelik serüvenine nokta koyan Don Revie getirilmişti. Clough kendisinin deyimiyle “Ülkedeki hem en yaşlı hem de en genç ve en iyi olan menajer benim” diyerek Leeds’in başına geçti. Tabii ki bu evlilik pek sağlıklı sayılmazdı. Öncelikle Brian tartışma yaşadığı Peter Taylor’dan yoksun ve oyuncuların sevmediği bir hâldeydi. Nitekim olmadı da… 44 günlük serüvenin sonunda Clough kovuldu. Delilik tekrar dâhiliği yenmişti.

Brian Clough - LeedsLeeds’ten kovulan Clough dibe batmıştı. Sonuçta kimse bir deliyle çalışmak istemiyordu. Bu sessizliği bozan Derby’nin komşu kenti Nottingham’ın takımı Nottingham Forest olmuştu. Brian Clough, yeniden Second Division’a adım atmıştı. 77-78 sezonunda da First Division yolu gözükmüştü. O sırada Bob Paisley’nin Liverpool’u Souness’lı, Heighway’li ve Emilyn Hughes’lu kadrosuyla İngiltere’de fırtınalar estiriyordu. Akışkan ve parlak hücum futboluyla önce ligi ardından da Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Udo Lattek’in Vogts’lu, Hynckes’li, Simonsen’li Gladbach’ını yenerek Avrupa’nın bir numaralı kupasını müzesine getiriyordu. Clough buna karşılık Bob Paisley’nin uyguladığı ve kendisinin de mükemmelleştirdiği klasik İngiliz futbolunun uzun toplarla oynama tabularına da karşı gelmekten çekinmiyordu, “Tanrı havadan oynamamızı isteseydi sahayı gökyüzüne yapardı” demişti bir açıklamasında.

Eski Dostlar; Yeni Zaferler!

İlk işlerinden biri de eski ekibi toplamak olmuştu. MacFarland, O’Hare, McGovern gibi evlatlar bünyeye tekrar gelmişti. Hatta yuvaya dönen sadece onlar olmadı. Arasının bozulduğu Taylor’la da buzları eritmişti. Shelton gibi iyi bir kaleci, Kenny Burns gibi sağlam bir savunmacı, Viv Anderson gibi döneminin önünde bir sağ bek, İan Bowyer ve Gemmil gibi iyi orta sahalar bulunduran Forest, sezona hızlı başladı. Gerisi de geldi… Deli, tekrar dâhiliğe terfi etmişti.

Sezonu, Clough’un en saygı duyduğu ve futbol felsefesine öykündüğü Paisley’nin Liverpool’unun önünde bitirdiler. Daha geçen sene Second Division’dan yükselen Forest, şimdi Avrupa seferine hazırlanmaya başlıyordu. Sefer için masraftan kaçınmayan Clough, transfer tarihinin ilk milyonluk oyuncusu olan Trevor Francis’i ordusuna katmıştı. Ve 78-79 Şampiyon Kulüpler Kupası ilk turunda rakip tanıdıktı: Liverpool.

Çılgınlığa Doğru

City Ground’taki ilk maçı Berret ve Birtles’ın golleriyle 2-0 kazanmıştı Forest. Rövanştaki 0-0’la takım, adını ikinci tura yazdırıyordu. İkinci turda rakip Yunanistan temsilcisi AEK olmuştu. O da toplamda 7-2’yle geçilmişti. Çeyrek finalde Grasshoppers toplamda 5-2’yle devriliyordu. Güzel futbol ve akıcı oyun Nottingham’a olan ilgiyi artırmıştı. Rüzgârı arkasına alan Clough ve Nottingham, yarı finalde heyecan verici iki maçın sonunda 4-3’le rakibini uğurlarken, sıradaki rakip de İsveç’ten geliyordu: Malmö! Münich Olimpiyat’ta tıklım tıklım tribünler önünde oynanan ve geneli “sıkıcı” olarak tabir edilebilecek bir final oyunuyla Forest, o ikonik kupaya kavuşuyordu. Artık, Avrupa’nın en iyi takımı onlardı. Bir kasaba takımının Şampiyon Kulüpler Kupası’nda mutlu sona ulaşması bugün pek mümkün görünmüyor olabilir. Ama bunu ikinci kez yapmak herhalde hiç mümkün değildir. Brian Clough ve Forest onu da başardı. 78-79 sezonunda Avrupa’da fırtına gibi esen Forest, şampiyonluğu Liverpool’a kaptırmıştı.

Brian Clough - Nottingham ForestBuna karşılık tekrar Avrupa’da boy göstereceklerdi. Şampiyon Kulüpler Kupası’na yine hızlı bir başlangıçla, Öster’i 3-1 geçerek başlamıştı Forest. Fırtına kaldığı yerden devam ediyordu. Rumen temsilcisi Agreş Piteşt’i toplamda 4-1’le geçiliyor, Dinamo Berlin’de 3-2’yle mat ediliyordu. Yarı finalde rakip Amsterdam’ın hızlı çocukları Ajax’tı. Cruyff, Neeskens ve Keizer’li döneminden uzaklaşmış Ajax, toplamda 2-1’le geçilmişti. Bu, Madrid’den Nottingham’a gidiş dönüşlü bir seyahat anlamına geliyordu. Finalde geçen seneki tarife uygulandı ve Forest 1-0 kazandı. Birkaç yıl önce ülkenin en iyi takımlarından birinden kovularak Second Division’a geri dönen bir deli, dâhiliğin sınırlarını zorlayarak bir kasaba takımıyla Avrupa Kupası’nı üst üste ikinci kez kazanmak gibi bir çılgınlığa imza atıyordu. Brian bir taktik dehası olarak görülüyordu.

Bir Delinin Hatıra Defteri

Artık zirvedeydi ama esas problem zirvede kalmaktı. Forest, Brian döneminde birkaç FA Cup ve Süt Kupası kazansa da eski günlerine dönemedi. Peter Taylor, 1982’de emeklilik kararı almıştı. 1985’te Derby’nin başına geçmesi ise Clough’a başka bir darbe olmuştu. Dâhiliğin sınırları bir kez daha delilikle karışıyordu. Yalnız Brian pes etmediyse de 1993’te, başarılı 18 yılın ardından Nottingham’a veda etti. Peri masalı bitmişti.

Peki onu bu kadar özel yapan neydi? Nasıl olmuştu da gittiği her takımda bu kadar başarılı olmuştu? Bunun cevapları muhtelif. Fakat bazı noktaları anlatmak daha iyi anlamayı da beraberinde getirir. Öncelikle Brian bir taktisyendi. Yukarıda da değindiğim gibi Bob Paisley’nin yerden ve pas üzerine kurulu oyununu, klasik İngiliz 4-4-2’sine modern bir şekilde uyarlamıştı. Hızlı hücuma dayalı direkt olarak kaleyi hedefleme amacı güden bir oyun istiyordu. Sistemi hakkında sorulan bir soruyu, “Topu kap ve lanet olası kırmızılara pas ver” diye açıklıyordu. Ayrıca elindeki Anderson gibi modern bir beki ve McGovern gibi her yere yeten bir orta saha oyuncusunu çok efektif kullanıyordu.

Aykırılık

Forest kasaba takımı olmasına rağmen milyonluk transfer yapacak ekonomik gücü de taşımaktaydı. Bu durum oyunun mükemmelleşmesi için sadece bir aracıydı. Bununla da yetinmemişti Brian Clough. Antrenman konusunda da oldukça titizdi ve takım mahremiyetine son derece takıntılıydı. Oyuncularını önemsiyor ve onları stresten uzak tutmaya özen gösteriyordu. Mesela takımı Hamburg finali öncesinde rahatlamaları için Mallorca’ya kampa götürmüş, dış dünyayla bağlarını koparmıştı. Yıllar sonra bu konuda konuşan McGovern, “Bizi o stresin içinden çekip aldı ve rahatlamamızı sağladı. Bu sayede finale çok daha rahat bir şekilde hazırlandık” demişti. Bu sözleriyle “Koca Kafa”nın metotlarına olan saygısını belirtmişti. O, takımını her şarta hazırlayan titiz bir teknik adamdı.

Dâhiliği ve deliliği bir arada yaşayan Brian, İngiltere Milli Takımı için pek çok kez adının geçmesine rağmen bu göreve layık görülmedi. Sven-Goran Eriksson’un Milli Takım’ın başına getirildiği gün bunu yine kendine has stiliyle yorumlamıştı. Yaptığı açıklamada, “Sonunda İngiltere’nin başına oyunculardan daha iyi İngilizce konuşan birini getirebildiler” demişti. İşte Brian Clough buydu. Sonsuz bir tutku, parlak bir beyin ve alışılagelmişin dışında bir karakter. Deliliğin ve dâhiliğin tüm özelliklerini üzerinde taşıyan bir insan… Ya da belki de ona bu sıfatları yakıştıran biz diğerleriyizdir kim bilir?

* Sancho Pancho, 1605 ve 1615 yılları arasında İspanyol yazar Miguel de Cervantes Saavedra tarafından yazılan “Don Kişot” isimli edebi eserde baş karakterin yardımcısının adıdır.

Can Bilge

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin