Hakem… Futbolun olmazsa olmazı, ne olursa olsun faturanın kesileceği günah keçisi… Bazen bir maçın kaderini tayin eden, bazen kararlarıyla kahreden. Kimi zaman güldüren, kimi zaman düşündüren… Dünyanın en çok tartışılan mesleklerinin başında gelen hakemlik, bu topraklarda bir ömür evvel de manşetleri süslüyordu. Radyoda bir Beşiktaş-Galatasaray derbisini anlatan Halit Kıvanç, ertesi gün Milliyet’te yayımlanan yazısında döktürüyordu:
“Dünyanın en eski mesleğinin hangisi olduğu tartışılıyormuş. Doktor “hiç münakaşaya lüzum yok, demiş, en eski meslek doktorluktur. Havvâ anamız Âdem babamızın belkemiğinden yaratıldığı gün doktorluk başladı.” Mimar “o bir efsane” diye cevap vermiş, “dünyanın ilk hali taş, toprak, kaya, dağ, gelişi güzel bir manzara arz ediyordu. İşte dünyayı biçime soktuğu için mimarlık en eski meslektir.» Bu sefer politikacı itiraz etmiş: “Taş, topraktan evvel insanları düşünelim. dünyanın ilk insanları tam bir karışıklık içinde yaşıyorlardı. Bunları bir cemiyet nizamına sokmakla, politikacılık en eski meslek oldu.” Bu âna kadar söze karışmayan futbol hakemi birden yerinden fırlamış: “Evet, demiş, dünyanın ilk halinde tam bir karışıklık hüküm sürüyordu. Ama o karışıklığı kimin çıkarmış olduğunu hiç düşündünüz mü? Yaaa… ceddim olan ilk futbol hakeminin eseri idi bu kargaşalık…”
Dünya Kupası’nın başlamasına sayılı gün kala, bir ulusa 47 ayın sultanını sevdiren büyük ustayı rahmetle anmalı, şampiyona tarihinin kimi unutulmaz hakemlerini anımsatmalı…
Golf Pantolonlu
İlk Dünya Kupası’nın finali, bir unutulmazdı adeta. Ne de olsa, ilk defa bir unvan maçına çıkmıştı ev sahibi Uruguay ile komşusu Arjantin. Bir nehrin ayırdığı iki ülke, karşı karşıyaydı Centenario Stadyumu’nda. Maçın Belçikalı hakemi Jan Langenus, giydiği golf pantolonuyla gülücüklerin odak noktasıydı. Fakat küçük bir anlaşmazlık vardı. Her iki taraf da, kendi topuyla oynamak istiyordu.
Kimsenin yönetmek istemediği finalde düdük çalmak için tek bir şartı vardı golf pantolonlunun. Limanda bir geminin onun için bekletilmesini istemişti. Devir eskiydi, yurduna dönebilmek için tek şansı o güverteydi.
İlk yarı Arjantin’in topuyla oynanıyor, Tangolcular soyunma odasına 2-1 önde giriyordu. İkinci devre ev sahibi kendi meşin yuvarlağıyla şov yapıyor, maçın sonunda tabelada yazan 4-2’lik skor ilk kupanın Uruguay’a gittiğini dünyaya ilan ediyordu. Korkulan olmuyor, Langenus evine rahat bir şekilde dönüyordu.
Hazin Bir Maç
Bir sonraki turnuva İtalya’daydı. Şampiyonayı büyük bir propaganda fırsatı olarak gören faşist diktatör Benito Mussolini, maçlarını yönetecek hakemlerle tevatüre göre karşılaşmalardan önce görüşüyordu. Çeyrek finaldeki İspanya randevusuna kadar güle oynaya gelen ev sahibi, çetin kayaya denek gelmişti. İşte o zaman da devreye giren bir hakemdi. İsviçreli Rene Mercet o kadar hazin bir maç yönetmişti ki bağlı olduğu İsviçre Futbol Federasyonu kendisini ömür boyu futboldan men etmişti. Final öncesinde düzenlenen seremonide hakemlerin verdiği faşist selam, zamanın ruhunun özetiydi…
Esbab-ı Mucibe
1962’de oynanan bir maç var ki futbol literatüründe Santiago Meydan Savaşı olarak anılıyor. O gün sahada yaşananlar asla hatırlanmak istenmiyor.
Aslında her şey bir haberle başlamıştı. Şili, 1960’da 5000 kişinin canını alan 9.5 şiddetindeki depremin yaralarını sarmaya çalışıyordu. Kimileri turnuva başka bir yere alınsın dese de organizasyon umuttu. Ülkenin başkentinde haber yapan iki İtalyan gazeteci, fakirliğin kol gezmesinden dem vurup bazı kadınların icra ettiği dünyanın en eski mesleğine gönderme yapınca, iki ülke arasındaki ilişkiler kopma noktasına geliyordu. 2 Haziran’da sahada yaşananlar utanç vesikasıydı. Bu kapışma, oldukça sert geçen şampiyonanın şahikâsıydı; esbab-ı mucibesi İtalyan gazetecilerin yaptıkları basın etiğini sorgulatan o haberlerde saklıydı.
2 Haziran 1962’de ev sahibi Şili ile İtalya, Nacional Stadyumu’nda buluşuyordu. Daha maçın 8. dakikasında sahadan atılan İtalyan Ferrini çıkmakta direnince, emniyet kuvvetleri tarafından hafiften okşanıyordu. Tansiyon bir türlü düşmüyor, sahanın her noktasında kan gövdeyi götürüyordu. Tekmeler, tokatlar, yumruklar derken çimlerde yaşananlar skandala dönüşüyordu. İlerleyen dakikalarda bir İtalyan futbolcu daha atılıyor, Şili mücadeleyi kazanıyordu.
Tarihe geçen bu maçta yaşananlara kayıtsız kalan, kim bilir ses çıkarsa belki Dünya Kupaları tarihinde de sahada dayak yiyen ilk hakem olarak geçecek, Ken Aston trafik lambalarından hareketle sarı ve kırmızı kart uygulamasının başlamasına ön ayak olmuştu.
Tevfik Bakhramov
1966 Dünya Kupası finalinin uzatmalarında yaşanan bir pozisyon aradan geçen yıllara rağmen hâlâ jenerikleri süslüyor. Geoff Hurst’ün Almanların file bekçisi Hans Tilkowski’yi geçen, sonra da direği çarpıp yere düşen şutunda maçın Azeri asıllı Rus yan hakemi Tevfik Bakhramov, topun çizgiyi geçtiğine hükmedip santraya koşmuştu. Kırmızılar sevinirken, klasik forması ile mücadele eden Almanlar ne olup bittiğini anlamakta zorlanmışlardı. Kırk yıl sonra topun çizgiyi geçmediğine hükmedildiğinde, İngilizler eleme maçı için gittikleri Azerbaycan’da, vakt-i zamanında Alman savaş esirleri tarafından yapılan ve sonradan Bakhramov’un adını alan stada ayak basmadan, 1996’da vefat eden hakemin kabrini ziyaret etmişlerdi.
İlk Kırmızı Kart
Dünya Kupası tarihinin ilk kırmızı kartını bir Türk’ün gösterdiğini biliyor musunuz? Beşiktaşlıların sevgiyle, Galatasaraylıların da hep nefretle andığı Babacan, hakemlik açısından bakılınca tarihe geçmişti. Aston’ın feryadı ses getirmiş ve 1970 yılında kırmızı kart uygulaması başlamıştı.
Daha evvel oyuncular hakem tarafından sahadan atılırken, herhangi bir kart gösterilmezdi. 1970 ile başlayan bu sarı-kırmızı milatta, Meksika’da hiçbir futbolcu kırmızı kart görmemişti. 1974’e gelindiğinde ise, bunu başaran Şilili Carlos Caszely, gösteren ise Doğan Babacan olmuştu.
Zamana Fransız
“Tanrı’nın Eli” varlığını bir hakeme borçlu. 1986 Dünya Kupası’nın unutulmaz çeyrek finalini yöneten Ali bin Nasır pozisyonu süzebilse, Maradona eliyle gol atmayacak, kim bilir belki İngiltere turlayacaktı. Tarihte yerini o gün alan Tunuslu, Azteca Stadyumu’nda yazılan destanın önemli bir aktörüydü. İşini iyi yapsa, kim bilir Maradona fenomeni hep eksik kalacaktı…
Dört yıl sonra yine Arjantin’in sahne aldığı bir karşılaşmada Michel Vautrot, saatine bakmayı unutmuştu. Napoli’de Tangocular, ev sahibi İtalya’yı penaltılarla devirdikleri yarı finalde uzatmalara eklenen sekiz dakika ömrümüzden çok şey götürmüştü. Hayır, futbolun neredeyse saat doksanıncı dakikayı vurduğu anda bittiği günlerde, bu kadar ilave şaka gibiydi. Zamanının en iyilerinden olan Fransız hakem, zamana Fransız kalmıştı.
Saygıyla…
2002’deki Japonya- Güney Kore ortaklığında, belki de dünya üçüncülüğümüzü Ekvatorlu bir düdüğe borçluyuz. Evet, ikinci turdaki Güney Kore-İtalya karşılaşmasını yöneten Byron Moreno, göz göre göre gök-mavilileri katletmese, rakip ev sahiplerinden biri olmayacak, üçüncülük maçı da çok daha zor geçecekti…
VAR dünyasında hatalar azalacak derken, bu sefer başka tartışmalar başlamış durumda. Malum bizde ofsayt çizgileri bile kıyamet kopartırken, bu satırların yazarı gibi birçoklarını bu oyuna âşık eden Halit Abi’nin 2 Ocak 1961 tarihli leziz maç yazısını unutmak ne mümkün…