VoleybolTürk Voleybolu’nun Temel Taşları

Ahmet Uğuz2 sene önce15 dakika

Voleybol branşına baktığımızda yüksek kesim sadece alınan başarıları yazar ve konuşur. Başarının arkasındaki o gerçek kahramanlar aslında alınan başarının en yüksek yüzdesine sahiptir. ‘‘Kazan ya da kaybet, her zaman sizinleyiz!’’ mottosuyla daima takımlarının yanlarındaki en büyük destekçilerdir onlar. Tribünde, evde, iş yerinde, okulda, otobüste, terzide, kuaförde ve adım attığınız her yerdedir. Onlar bu branşa gönül vermiş, kalpten inananlardır. Onlar voleybolun taraftarıdır. Taraftar denilince akla belki holiganlık geliyor olabilir ama onu barbar sporunu takip edenler düşünebilirler! Biz, nezih kesim taraftarından başlayalım mı?

Geçtiğimiz günlerde Filenin Sultanları: “Sebat belgeselini izledik ve bu belgeselin ilk bölümü ev sahipliği yaptığımız 2019 Avrupa Şampiyonası hikâyemizi ele alıyordu. Ve o bölümdeki yapılan vurgu şuydu: Seyircilerimiz olmasaydı eğer biz son 16 turunda Hırvatistan’a elenmiştik.”

İyi Günde Kötü Günde

voleybol2003 yılının ardından Türkiye bir kez daha Avrupa Şampiyonası’na ev sahipliği yapıyordu. Nasıl ki Türk voleybolunun başlangıcı 2003 yılıysa, 2019 yılı da Türk voleybolunun yükselişe geçme dönemidir. Federasyon, ‘‘Ankara’da nasıl bir voleybol şöleni yapabiliriz?’’ sorusuna yanıt aramış ve hemen ardından çalışmalara hızla başlamıştı. Türkiye Voleybol Federasyon Başkanı Ankara’daki 7623 kapasiteli Başkent Voleybol Salonu’nun küçük olduğunu ve seyirciler için yetersiz kalacağını söylediğinde baş antrenör Guidetti ise yeni bir salon arayışına geçilmesine gerek olmadığını, o kadar fazla sayıda seyircinin maçlara gelmeyeceğini düşündüğünü söyledi. Ama başkan Ankara’dan ve Türk voleybol taraftarından ümitliydi. On üç bin kapasiteli Ankara Arena’da organizasyon çalışmalarına başladı. Türkiye Voleybol Federasyonu gerek salon içinde, gerek salon dışında müthiş bir organizasyona imzasını atmış oldu.

Gönüllerin Şampiyonu

voleybolHiç kuşku yok ki Türk voleybolu bu noktalara geldiyse en büyük pay voleybol taraftarınındı. Nasıl ki oyuncular saha içerisinde mücadele içerisindeyse taraftarlar da tribünde mücadele içindeydi. Çünkü taraftar takımının moralini en üst düzeyde tutmalı, desteklemeli ama koşulsuz desteklemeliydi. Takım hata yaptığında yüzler düşüyor, konsantrasyon bozuluyordu ve işte tam bu noktada taraftar devreye giriyordu. Çünkü taraftar o tribünden mağlubiyetle ayrılmak değil takımını galibiyet sevinci içerisinde görmek istiyordu. Bağırmak, tezahürat etmek istiyordu. Müthiş uğultular, tezahüratlar, sevinçler… Alınan her sayıyı yaşıyorlardı resmen.

Çeyrek final maçlarından sonra tribünlerde çok daha fazla seyirciler olmaya başladı. Artık her maç Türk seyircisi için tamam mı devam mı maçıydı. O yüzden parola mutlak galibiyetti. Önce Hollanda’yı, sonra da Polonya’yı devirdi Filenin Sultanları. Fakat rakipleri asıl deviren tribündeki seyircilerdi. Baskılarıyla, bağırışlarıyla rakipleri hataya zorluyorlardı. Üstüne bir de Filenin Sultanları’nın kurduğu baskı da eklenince galibiyet elbette kaçınılmaz oluyordu. Artık tüm Ankara sokaklarında, billboard’larda Filenin Sultanları vardı. Final günü geldiğinde ise Türk spor tarihinin en unutulmaz anlarından birine şahit oluyorduk.

Salon on üç bin kapasiteliydi ve salonda tek bir boş koltuk yoktu. Hatta salona giremeyen seyirciler için salonun dışına kocaman bir billboard kuruldu ve içeriye giremeyenler oradan maçı takip etmek zorunda kaldı. Ve eminim ki ekranlardan takip eden bir o kadar sayıda seyirci de vardı. Rakip takım oyuncusu Tijana Boskovic, verdiği bir röportajda salondaki uğultunun çok güçlü olduğunu ve takım arkadaşını duymakta zorluk çektiğini dile getirmişti. Belki “Filenin Sultanları”, Avrupa Şampiyonu olamadı ama herkesin dilinde söylediği bir şampiyonluk cümlesi vardı: ‘‘Onlar bizim gönüllerimizin şampiyonu!’’

Az Ama Öz

Aslında 2019 yazına çok renkli bir başlangıç yapmıştı Türkiye Kadın Voleybol Milli Takımı. Kadın milli takımının bu başarısından önce de Filenin Efeleri, ülkemizin çeşitli illerinde Avrupa Altın Lig maçlarını oynuyordu. Sırasıyla önce Sivas’ta, Malatya’da ve Trabzon’da üst üste galibiyetler aldı. Fakat bildiğiniz üzere ülkemizde spor denildiğinde akla ilk gelen kelime futbol. Futbol denilince de erkek geldiği için belki de erkek voleybolu o dönem o kadar da revaçta değildi henüz. Elbette şu an çok daha farklı bir boyutta olduğundan söz edebiliriz. Ancak o dönem tribünlerde sadece voleybolu takip edenler izliyorlardı. Bu yüzden tribünlerin doluluk oranı kadın voleyboluna nazaran düşüktü. Destek konusunda bir eksik var mıydı, asla! Rakip üzerinde baskı kurmaktan marşlar söylemeye kadar birçok taraftarın yaptığı şeyler… Bir söz vardır ya hani; ‘‘Az ama öz’’.

Orası Ankara Mı Yoksa Apeldoorn Mu?

Yazımın önceki bölümlerinde de anladığınız üzere ‘‘taraftar’’ konseptini işliyoruz. Mutlaka her voleybol seyircisinin okurken aklına Hollanda’da küçük bir spor salonunu Ankara’ya dönüştüren Türk taraftarlar gelmiştir. Hiç kuşku yok ki yıllarca akıllardan silinmeyecek maçlar oynandı, oyuncuların unutamayacağı atmosferler yaşandı. Umutlar yitirildiği anlarda çıkmayacak topları çıkaran oyuncular, ‘‘Maç daha bitmedi, umudunu niye yitiriyorsun?’’ dercesine performanslarını ortaya koydular. Ve elbette bu desteğin, çabanın, umudun karşılığı da geldi; Tokyo Olimpiyatları bileti sonunda milli takımlarımızın elindeydi.

Filenin Sultanları, 2020’nin Ocak ayında Hollanda’nın Apeldoorn kentinde olimpiyat elemelerini oynuyordu. Aslında olimpiyat elemeleri son ana kadar ülkemizde oynanacaktı fakat ramak kala ev sahipliği Hollanda’ya verildi. Bu elbette hem bizi hem de federasyonumuzu üzmüştü. Ancak federasyon, ‘‘Madem ülkemizde oynayamıyoruz. Hollanda’da Türkiye etkisini nasıl yaratabiliriz?’’ sorusuna yanıt aramak için turnuvadan bir ay önce Hollanda’ya gitmişlerdi. Oradaki Türk dernekleri ile iş birlikleri yapılmış, çeşitli anlaşmaları sağlamışlardı. Salon önünde binlerce Türk bayrağı, olimpiyat simgeli tişörtler taraftarlara dağıtıldı. Sadece Hollanda’da değil çevre illerinden, yakın ülkelerden milli takımımızı desteklemeye gelenler dahi vardı. Çok büyük bir ilgi söz konusuydu. Çünkü oyuncular gibi taraftarlar da bu turnuvanın anlam ve önemini biliyorlardı. Oyuncular dahi, yarı final ve final maçı sonrası bu yoğun ilgiye şaşırdıklarını söylemişlerdi.

Etki-Tepki

Hepiniz bilirsiniz ki son yıllara baktığımız zaman Türkiye’nin heyecanı en yüksek oynadığı maç şüphesiz elemelerdeki Polonya maçıydı. Federasyon Başkanı Mehmet Akif Üstündağ, verdiği bir demeçte şöyle demişti:

‘‘Polonya maç sayısına yaklaşmıştı ve tribünde sağımda Polonya Federasyonu Başkanı, solumda CEV Başkanı oturuyordu. Maç daha bitmeden Polonya Federasyon Başkanına kutlama yapmak için hediyeler getiriyorlardı. Bunlar benim önümde yapılınca çok zoruma gitti. Oradan aşağı inip, kızları teselli edeyim diye düşünüyordum. Yerimden kalktım ve ilerlerken tribünden birisi bana ‘Başkan nereye gidiyorsun?’ diye seslendi. Dönüp; ‘Ne yapayım, oyun ortada’ dedim. Bana tekrardan, ‘Hayır başkanım, kızlar bu maçı buradan çevirecekler. Oturun yerinize uğuru bozmayın!’ dedi’’. Aslında başkan da bunu anlatırken taraftarın takıma güveninin sonsuz olduğunu vurgulamıştı.

Elbette bu milli takım süreçleri lige de yansıdı. Artık çok daha fazla kitleye hitap eden bir branş haline gelen voleybol, büyük takımlardaki büyük oyuncuların da etkisiyle salonların dolup taşmasına neden oldu. Bu durum elbette hem Türk voleybolu açısından hem de oyuncular açısından oldukça müthiş bir etki-tepki olayıydı.

Ahmet Uğuz

Bunları da Okuyabilirsiniz

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin