İskoçya denildiğinde akla gelen şeyler genellikle harmanlanmış viski, ucuz bira, kavrulmuş mars çikolatası, başkent Edinburgh ve üniversitesi, şarkılar, türküler, isyanlar, bar kavgaları, yeraltı edebiyatı yazarları ve Celtics-Rangers rekabeti olur. Bir yanda Katolikler, bir diğer yanda ise Protestanlar… Peki ya öteki yandakiler? Göçmenler? Dibe vurmaktan çekinmeyenler? Leith’liler?* Hibby’ler**?
İskoç yazar Irvine Welsh’in eserlerindeki karakterleri adeta bu düşünceye savaş açmış durumdalar. Savaş açmadıkları çok az konu olan ve hayatla mücadele etmekte zorlanan karakterlerin ortak özellikleri genelde aynı: Madde bağımlılığı ve Edinburgh futbolu. Taraftarlık konseptini belki de en aşırı noktalarda zorlayacak olan, Welsh’in kült eseri Trainspotting ile tanıdığımız Leith’li karakterlerin ortak tutkularından biri de Hibernian FC.
Dilerseniz birlikte Leith’in günışığı Hibernians FC ve Leith’in firarisi Mark Renton’ın hikâyesine bir göz atalım.
Hibs Hibs Hibs
Öncelikle biraz Hibs’ten bahsetmek lazım. 1800’lü yılların sonunda Katolik Genç Erkekler Kilisesi’nin, İrlandalı göçmenlerin Edinburgh toplumuna daha iyi adapte olabilmesi adına bir futbol takımı kurmak istemesi sonucu tohumları serpilen Hibernians, mezhepçilikle suçlanmasına rağmen baskıların üstesinden gelerek İskoç futboluna yerleşmeyi başardı. Edinburgh’un bir diğer takımı ve Hibs’in ezeli rakibi olan Hearts, o yıllarda Hibs’e karşı uygulanan boykota karşı çıkarak direnişlerinin sonuç vermesini sağlayan önemli unsurlardan biri oldu. Irvine Welsh’in bir diğer kitabı olan Filht’te ana karakter olan Bruce Robertson’ın da Hearts taraftarı olduğunu bir kenara yazmak lazım.
Ülke futboluna kendini kabul ettirdikten sonra gelen başarı ve kazanılan kupalar diğer şehirlerde yaşayan İrlanda kökenli Katoliklerin de takım kurmayı istemesine ön ayak oldu. Celtics’in kökeni de böyle ortaya çıktı. Hibs, bugün bile maçlarını oynadığı Easter Road Stadyumu’na 1900’lerin başında taşındı. Ekonomik krizler, güç kaybı ve patlak veren dünya savaşlarının ardından kulübün altın çağları gelmiş oldu. ‘Famous Five’ olarak adlandırılan, Gordon Smith, Bobby Johnstone, Lawrie Reilly, Eddie Turnbull ve Willie Ormond’un oluşturduğu beşli forvet hattı o dönemde yaşamamış olan Mark Renton’un bile övgü ile bahsettiği ülke futbolunu sallayan yılların yaşanmasına sebep oldu.
Oynadıkları dönemde gol krallığının ilk 6 sırasında yarışan durdurulamaz hat ile gelen şampiyonluklar Hibs’in son şampiyonlukları oldu. 1952 yılında elde edilen şampiyonluğun ardından gelen yönetim krizleri Renton’un babası ve yakın arkadaşı olan “Sick Boy”un yaptığı futbol sohbetlerinde önümüze sunulur. Notlarımızın arasına Renton’un ailesinin Glasgow göçmeni olduklarını ve abisi ile babasının Glasgow taraftarı olduklarını belirtelim. Trainspotting tayfasının deyimiyle “Hun Sabun Düşmanı”dırlar.***
Anın Dışında Başka Bir Şey Yok
Renton’un ‘Famous Five’ ve Hibs’in 50’li yıllardaki 11’ine dair çıkarları ise bambaşkadır. Eski ev sahibi kirayı almaya geldiğinde bu konuları bile isteye sohbet için açar Renton. Eline de bir kutu bira tutuşturup uzun uzun sohbet eder. Kira mı? Kira ödeyecek olsa Renton gibi bir karakter neden yaşlı bir ihtiyarla sohbet etme zahmetine girsin? Paraya ihtiyacı olduğunda aradığı biridir ev sahibi ve Renton da o yaşlı ev sahibinin geçmişi yad etme durağıdır. Sonuçta taraftarlık duygusunda da çıkar ilişkisi vardır. Bunu reddetmez Renton. Odasına astığı Hibernians FC bayrağı da bunun kanıtlarındandır. Abi ve babaya duyulan öfke, otorite ile çatışma ve bir topluluğa ait olma… “Eğer portakal yasa dışı olsaydı şırınga ile C vitamini alırdım” diyecek kadar da dürüsttür.
1971 yılında ‘Famous Five’dan biri olan Eddie Turnbull’un takımın başına getirilmesiyle birlikte ‘Turnbull’s Tornadoes’ olarak adlandırılan başarılı bir dönem yaşandı Hibs’te. 72-73 sezonunda İskoç Kupası’nı müzesine götüren kulüp, birkaç sezon boyunca ligi ikinci sırada bitirerek şampiyonluk için mücadele etti. Fakat Mark Renton ve arkadaşları için bu dönemin en büyük olayı ezeli rakipleri olan Jambolar**** karşısında alınan 7-0’lık galibiyetti.
Fakat o günler artık geride kalmıştı. Hiçbir takıma kıyasla iyi bir yıl geçirmediklerinin ona hatırlatıldığı sabahlarda Renton’un mutlu olmasını sağlayan tek şey, ona bu hatırlatmayı yapan adamın kızı ile gece yaşadığı cinsel birliktelik ve kızın babasının Hearts taraftarı olması oluyordu. Mutluluğu dakikalar içerisinde kaybolacak olsa da “anın dışında bir şey yoktu” onun için.
Taraftarlık İlişkisi
Taraftarlık ilişkisinin olumsuz yanları da mevcuttur. Doğruluğu tartışılır olsa da Renton; eroin bağımlılığının gerçek nedeninin, Hibs’in seksenli yıllardaki berbat performansına yorulabileceğini de düşünürdü. Hibs’in başarılı olduğu yıllarda da melek sayılmazdı ama olsun! Renton’un belki de en sevdiği(!) insanlardan biri olan torbacısı Johnny’nin yıllarca eroin kullanıp şırınga paylaşmasına rağmen hala HIV kapmamasının teorilerinden biri yine Hibs’ti. Johnny’nin, sadece Jambo taraftarlarının hastalık kaptıkları ve Hibs taraftarlarının bağışıklığı olduğuna dair tuhaf bir teorisi vardı. Tabii bu sadece saçma bir teoriydi. Başka bir Hibs taraftarı olan ve sporcu geçmişi ile bilinen Tommy HIV pozitifti ve bunun nedenlerinden biri Hibs değil Renton’un ta kendisiydi.
İçten içe kötü biri olduğunu kabullenen Renton, çevirdiği dümenlerle hayatını yaşanmaz hale getiren Sick Boy, saf ama aynı oranda da kirli Spud ve bir mitten doğarak efsane bir kabadayıya dönüşen Begbie… Leith’in serserileri ve onların takımı olan Hibernians FC…
“Sunshine on Leith”*****
* Leith: yaratıcı beyinlerin ve burayı uzun yıllardır evi bilen bölge sakinlerinin yaşadığı, Edinburgh’da bulunan hareketli bir liman bölgesidir.
** Hibernian taraftarlarının kendilerine taktığı isim.
*** Sabun düşmanı, Protestan mezhebine karşı kullanılan argo tabirdir. Hun sözcüğü Rangers takımı taraftarlarına yönelik kullanıldığı gibi, Kuzey İrlanda’da Protestan’ları işaret eden bir terimdir.
**** Hibby’lerin ezeli rakipleri Hearts taraftarlarına taktıkları isim.
***** The Proclaimers şarkısı. Türkçesi: ”Leith’te gün ışığı”