Formula 1Motor SporlarıMika Hakkinen: Bir Fin Markası

Emre Sekerci2 sene önce17 dakika

Formula 1 tarihinin en karışık, değişimininin en sancılı olduğu zamanda Finlandiya’dan çıkan bir İskandinav, unutulan mücadele ruhunu ve dominantlığa karşı rekabeti geri getirecekti. Ve, Formula yönetimi bu sayede pistler ile ekranların başına daha çok seyirci çekmeyi başaracaktı. Onun yarışlarda yaşattığı heyecan ve adrenalin dolu anlar, kazandığı başarılar, Formula 1 tarihinde boşlukların dolmasını ve yeni hikayelerin yazılmasını sağladı. Evet, bahsettiğim isim Mika Hakkinen…

İklim 

1968 yılında Helsinki’ye yakın bir şehir olan Vantaa’da doğdu Hakkinen. Finlandiya, Kuzey Avrupa’nın en soğuk ülkelerinden biri olması sebebi ve diğer iskandinav ülkelerine göre dağlık ve engebeli olmaması insanların gelişim çağlarından başlayarak kişiliklerinin gelişmesinde daha etkili oluyordu. Bu ülkede insanların içini heyecanlandıracak aktiviteler kısıtlı olduğundan spora daha çok ilgi duyuluyordu. Sanılanın aksine Avrupa’nın genelinde favori futbolken Finlandiya’da kış sporları ve motor sporları çok daha popülerdir. Betondan oluşan ve yılın büyük bir bölümünü -20, -30 derecelerde geçiren bu ülkeyi, kış mevsiminin en şiddetli zamanlarında büyük bir pist olarak düşünebilirsiniz. Buzlar ve karlarla içerisinde bir hayatın, insanın spora dair geleceğinin nasıl şekilleneceği daha çok küçük yaşlarda belirlenmeye başlıyor.

Fakat Bu Derin Bir Tutku

Bu kasvetli ortamda yetişen Mika Hakkinen, henüz 5-6 yaşlarında buz hokeyi ile ilgileniyordu. Çoğu motorsporları pilotunda olduğu gibi onun bu ilgisini değiştiren en önemli faktör tabii ki ailesiydi. Erken yaşlarda ailesi, Hakkinen’e göz önünde olmak şartıyla go-kart aracı sürmesine izin verdi. Daha sonraları ailesi onun içindeki isteği farketmiş olacak ki kiralık olarak kullandıkları go kart aracını satın alarak oğullarına hediye ettiler. Bu hediyenin getirdiği özgüven duygusuyla beraber motorsporlarına ve yarışlara tutkusu dahada arttı. Hem nasıl artmasın büyüdüğü mahallede en iyi arkadaşları Mika Salo, Henri Toivonen ve Mika Sohlberg ilerleyen zamanlarda ralli ve Formula 1’in tanınmış isimleri olacaklardı.

Çoğu sporcunun hayatında olduğu gibi Hakkinen bir karar vermek durumunda kalmadı ya da bir seçim yapmak zorunda olmadı. Onun kariyerinin başlangıcında kritik bir dönüm noktası hiç olmadı. Ailesinin desteğiyle daha erken yaşlarda içindeki aşkı bulmuştu bile. Bu aşk artık kariyer yolculuğunun başlama zamanının bir işaretiydi.

Boynuz, Kulağı Geçer Mi?

Erken yaşlarda ufak araçlarla yaşına uygun bir şekilde yarış hayatını sürüdürürken, yıllar geçtikçe artık yarışmak kendisi için bir hedef olmuştu. Artık, daha çok organizasyonda yer almalı ve bu organizsyonlarda başarılı olmalıydı. 80’lerin sonlarına kadar go-kart yarışlarında kategori yükselterek devam etsede 1987’de Ford 1600 yarışlarına ardından da 1989 yılında Formula 3000 bildiğimiz adıyla Formula 3 organizasyonuna katıldı. Burada Dragon Racing ve West Surrey Racing takımlarında başarılar kazanırken iyice pişiyordu. Artık, önünde yeni bir hedef vardı: Formula 1 pilotu olmak.

1991 yılına fırsat ayağına gelmişti Mika Hakkinen’in. O zamanın önemli takımlarından biri olan Lotus, Hakkinen’i ekibine kattı. Lotus ‘ta başlaması önemliydi Mika Hakkinen için. Zira büyük pilotların pekçoğu burada yetişiyordu. Mika’nın kendisini test etmesi ve hazırlaması için Lotus paha biçilmez bir yerdi. 2 sene burada kaldıktan sonra potansiyelini daha ileri taşımak adına 1993 yılında Mclaren’den gelen test pilotluğu teklifini kabul etti Finli pilot. Test pilotluğu devam ettiği sırada takımın ikinci pilotu olan
Michael Andretti’nin takımdan uzaklaştırılmasıyla sezonun bitimine 3 yarış kala kendini tam zamanlı pilot olarak buldu Mika Hakkinen. Artık, takımın iki numarasıydı. Ama, yanında öyle bir efsane vardıki Hakkinen’in kariyerine büyük bir etki yapması içten bile değildi. Tabii ki Mclaren’in bir numarası Ayrton Senna.

Uçan Fin

Bir alt kategoride başarılar sağlasada sonuçta test pilotluğu yaptığı ve genç yaşından dolayı otoriteler kendisine pek şans tanımıyordu. Fakat, Mika Hakkinen adeta onları utandırırcasına önce Portekiz’de Senna’yı geçti. Daha sonra Japonya Grand Prix’ini üçüncü bitirerek kariyerinde ilk defa podyuma çıktı. Aslında, Mclaren kendisini son bir kaç yarış için düşünüyordu.

Ama, Senna’ya kafa tuttup geçmesi ve bir sonraki yarışta gelen podyum Mclaren yöneticilerinin Hakkinen’in takımda kalacağını açıklamaları için yetti. Camianın ve basının ilgisi bir anda Finli pilota dönmüştü. Avustralya GP’sinde aracını sürerken bir ara 4 tekerinde yerden kesilmesi fotoğrafçı Mark Sutton’ın fotoğraf makinesine takılmıştı. Sutton, bu anın fotoğrafı medyaya servis edince artık Hakkinen ”Uçan Finlandiyalı” olarak anılmaya başladı.

Uçan Finlandiyalı, Kırmızı Kasklı Adam’a Karşı

1994 yılında Senna’nın trajik ölümü motorsporlarına gönül veren herkesi yasa boğmuştu. Takım arkadaşı olan Hakkinen’i de etkilediği su götürmez bir gerçek. Bu acı kaybın ardından hayat devam ediyordu ve tabii yarışlarda. 1991 yılında Benetton takımıyla büyüyen, şampiyonluk yaşayan ve bir türlü durdurulamayan bir isim artık pistlerde ağırlığını daha da hissetiriyordu. Michael Schumacher bitmek bilmeyen bir hırsı ve kazanma arzusuyla pistlerde yarışıyordu. Kim karşısında duracaktı? Bu sorunun cevabı merak konusuydu. Çünkü,  Schumacher’in Ferrari’ye katılması iki büyük gücün birleşmesi gibiydi. Peki yükü taşıyacak isim Alain Prost olabilir miydi? Prost hala yarışıyordu ama o sadece Senna’nın Prost’uydu. Bir kaç yıl daha yarışacak olsa da performans olarak bu yükün altına girmesi hiç mümkün gözükmüyordu.

Bütün bu tartışmalar sürerken şampiyonluğa açlığı iyiden iyiye artan Ferrari’nin karşısına çıkan Mclaren oldu. Yani, uçan fin, kırmızı kasklı adama karşıydı. Hakkinen’in sadece podyum başarıları vardı, şampiyonluğu yoktu. Ancak, rakibi zaten bu sevinçleri tatmıştı ve yeni takımıyla bütün yarışlarda, bütün takım ve pilotlara hakimiyet kurmak istiyordu. Bütün bu agresiflikler ve aracı limitlerine kadar zorlama durumu bu isteklerinden kaynaklanıyordu. Bunun karşısında Finli pilotun sakin tavırları ve soğukkanlılığı karar verme gibi durumlarda daha akılcı seçimlere yönelmesini sağlıyordu. Bu özellikleri sayesinde rakiplerini arkasında tutmayı başardı. Bunun yanında ortamı ve havayı gözlemleyerek ne zaman atak yapacağını iyi tahlil ediyordu. Hakkinen içinde kopan fırtınaları iyi kontrol ederek bu stresli süreçlerde kendisine ve takımının işine yarayacak kalıcı çözümler üretebiliyordu.

Buz ve Ateşin Dansı

Bunun sonucunda 1998 ve 1999 yılında üst üste 2 kere dünya şampiyonluğu yaşadı Mika Hakkinen. Ferrari ve Schumacher’in şampiyonluk için biraz daha beklemesi gerekecekti. Bu şampiyonlukların kazanılmasıyla beraber artık formula 1’de rekabet yeniden başlamıştı. Yarış dışında herkesle anlaşabilen Hakkinen, pistte adeta buz kesip rakiplerine oldukça zorlu anlar yaşatıyordu. Onun kusursuz bir pilot olmasının kökeninde doğduğu ülke ve kuzeyli olmasının getirdiği elbette avantajlar yatıyordu. Bu avantajlar zor durumlarda ve hatta baskılardan bile etkilenmemesini sağlıyordu. Öte yandan, Formula 1 açısından herşey ancak bu kadar mükemmel olabilirdi. Hakkinen’in gösterdiği kusursuz başarılar ve Schumacher ile uzun yıllar sürecek olan rekabeti adeta buz ile ateşin dansı gibiydi. Seyircilerin alışık olduğu Senna-Prost çekişmesi artık bitmişti. Rekabet olmadığı zamanlar motorseverler bir müddet boşluğa düşmüştü. Sonunda, Hakkinen’in gelişi, mükemmel duruşu ve hiçbir zaman geri çekilmemesi bu boşluğu doldurmaya yetmişti. Artık, yeni rekabetin adı Hakkinen ve Schumacher’di.

Formula 1 pilotlarının kariyer hikayeleri birbirlerinin içine geçmiş gibi aslında. Hakkinen’i anlatırken Schumacher’i, Senna’yı anlatırken de Prost’u es geçmek imkansız. Hepsi biribirinden kıymetli ve değerli isimler. Kariyer anlatılarında başka hiçbir yerde göremeyiz efsane olmuş 4-5 ismi. İşte, Hakkinen’de bu hikayenin anahtarlarından biri. Hala da öyle olmaya devam ediyor. Bir zamanlar Finli pilotu izleyenler şanslıydı. Onu izledikleri için stilini ve kusursuzluğunu biliyorlardı. Avrupa’nın kuzeyinde soğuk bir ülkeden gelen bu adam pistlerde yer aldığı süre boyunca insanların heyecanını arttırmayı ve canlı tutmayı başardı.

 

Emre Sekerci

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin