‘’Bir yanım burada gözlerinize sesleniyor; o benim ağır yanım. Bir yanım havada bakışlarınızla kanatlanıyor; o benim hafif yanım. Kırmızı olmaktan ne de mutluyum! İçim yanıyor; kuvvetliyim; fark edildiğimi biliyorum; bana karşı koyamadığınızı da.” *
İnsanların, özellikle de bazılarının, zaferler kazanmak için yaratıldığını düşünüyorum. Sanki ilahi bir görevle, bir amaç uğruna dünyaya gelmişlerdir. Birçok kahraman vardır bu bağlamda, ben ise bugün size pistlerin efendisinden; Michael Schumacher’den bahsedeceğim.
Bugün dünyada Ferrari denildiğinde o ikonik kırmızı renkle beraber ilk akla gelen, bir jenerasyona kazandığı yarışlardan sonra defalarca dinlettiği Almanya milli marşını ezberleten, iyi araba kullanan birisine hiç Formula 1 izlemeyen kişilerin bile; “Schumacher misin be” demesine neden olan bir yıldızdı. Alanında tartışmasız efsane olan Alman pilot, Formula 1’e adeta bir bütün olduğu kırmızı otomobilden yıllar önce, 1991 yılında Jordan F1 takımı ile başladı. Yedek sürücü olarak katıldığı ilk yarışında, yarışı tamamlayamamasına rağmen insanların akıllarında yer bulmayı başardı.
Yarış Başlıyor
91′ sezonunda Bennetton Ford ile anlaştı Schumi. 94-95 sezonlarında ise o efsanevi hayatın ilk iki şampiyonluğuna sahip oldu. Ayrıca 95′ sezonundaki tek başarısı şampiyonluk değildi. 9 yarış kazanarak, Nigel Mansell’e ait olan “bir sezonda en çok yarış kazanan pilot” unvanına da ortak oldu. Pistlerde boy gösteren bu sarışın adam için artık kabuğunu yavaş yavaş terk etme zamanı gelip çatmıştı.
95′ sezonunda herkesi şaşırtan bir olay meydana geldi. Flavio Briatore ve Schumacher ikilisinin yakaladığı momentum bir anda ortadan kalkmıştı; manşetlerde ‘’Schumacher, Ferrari’de’’ yazıyordu. Bu şaşkınlığın temelinde Ferrari’nin pistlerde uzun süredir geri planda kalmasının büyük rolü vardı. Son şampiyonluğunu 1983 yılında alan kırmızılı ekip, F1 camiası içerisinde artık dalga konusu olmuştu. Hatta öyle ki Alain Prost tarafından “kamyon” diye bahsedilen bir takım haline gelmişti.
Herkesin Ferrari’den beklentisinin düştüğü o yıllarda takım patronu Jean Todt, bu durumu tersine çevirmeye ve Ferrari’yi tekrar hak ettiği yere, en ön sıraya çekmeye çoktan karar vermişti. Bu değişim süreci uzun süredir yavaş yavaş ilerliyordu. Hatta 1993’ten itibaren kendini toparlama emareleri göstermesine rağmen bir türlü sıradanlık çizgisinden çıkamamıştı.
Tarih; zaman ve kişi senkronizasyonunun uyumuyla hafızalara kazınır. İşte, Michael Schumacher ve Ferrari için 1996 yılından sonra akıllara kazınacak bir tarih böyle yazılmaya başlayacaktı.
Benim Adım Kırmızı
Schumacher ile birlikte, bugün belki de Schumacher’in beyni olarak nitelendirdiğimiz Ross Brawn, 1996’da takıma dahil oldu. Ferrari, yeniden doğuş sürecinde birçok sorun yaşıyordu. Ama bu sorunlar bile bu değişim dalgasının önüne geçemiyordu. Yavaş ve sürekli dayanıklılık sorunu yaşamasına rağmen Schumi, 6 kez yarışı tamamlayamadığı aracıyla o sezon 3 galibiyete imza attı. Tribünlere geri dönen kırmızı şapka sayısı her geçen gün daha da artıyordu.
Şahlanan atın durmaya hiç niyeti yoktu. Şovu seviyordu ve şovunu su ile taçlandırmak artık onun imzası haline gelmişti. Yağmurda adeta diğer pilotlardan farklı bir dünyadaymış gibi neredeyse 3-4 saniye hızlıydı. Bu özelliğinden dolayı lakaplarının ilk köşesine “Rain Master” eklemişti. Nihayetinde, kırmızı otomobildeki ilk galibiyeti de yağmurlu bir İspanya Grand Prix’inde gelmişti.
Tutku
1997 yılında ise Schumacher tekrar ait olduğu yerdeydi; şampiyonluk mücadelesinde. Kanadalı Jacques Villeneuve ile çekişen Schumacher, sezonun son yarışına rakibinin 1 puan önünde girdi. Yarışa ikinci sıradan başlayan ancak başlar başlamaz liderliği alan Schumacher, son turlarda teknik sorunlar nedeniyle yavaşladı ve ona yetişen Villeneuve ile mücadele ederken çarpıştı. İki pilot da yarışı tamamlayamadı fakat FIA, Michael’ın aracını Villeneuve’nin üstüne sürdüğüne kanaat getirdi. Bunun sonucunda Michael Schumacher için şampiyonadan diskalifiye olmasına yönelik karar çıktı. Kimisine göre suçlu ve kasap olmuştu, kimisine göre ise sadece hırslı. Burada hangi taraf haklı olursa olsun, Schumacher boşuna Schumacher olmamıştı. Kazanan olmak için her şeyini verirdi. Tıpkı adaşı olan Michael Jordan gibi.
1998’de, “kırmızı otomobil” artık en ön sıralardaydı. Fakat, Schumacher için karşısında tarih sahnesine yazılacak bir rakip vardı: Mika Hakkinen. Türkiye’de de Formula 1 denildiğinde belki de Schumacher ile art arda ismi geçen Hakkinen ile rekabet, filmlere konu olacak cinstendi. McLaren ve Hakkinen, şampiyonanın başlarında öndeydiler. Buna karşın, sezon ortasında toparlanan ve art arda galibiyetler alan Ferrari, sezonun sondan üçüncü yarışında, Monza’da duble yapıp Schumacher’i ilk sıraya yerleştirmeyi başarmıştı. Fakat kalan iki yarışı Hakkinen kazanınca, 1998’de Michael Schumacher yine şampiyon olamamıştı.
1999 yılında şampiyonluk hasreti iyice artan Schumacher, ilk 7 yarışta 2 galibiyet almıştı. Rakibi Hakkinen’in ise 4 galibiyeti vardı. Sezonun sekizinci yarışı olan İngiltere Grand Prix’inde geçirdiği kaza sonucu bacağı kırılan Alman pilot, uzun bir süre “kırmızı koltuğa” veda etmek zorunda kaldı. Bir sezon daha yine Schumi’nin ellerinden kayıp gidiyordu. Schumacher 6 yarış kaçırdı. Bu süreçte takım arkadaşı Eddie Irvine ise Hakkinen ile şampiyonluk mücadelesine devam ediyordu. Sezonun son 2 yarışında döndü Schumi. Üstüne, normalde takım hiyerarşisinde ikinci pilot olan Irvine’a şampiyon olması için yardım edeceğini söyledi. Sezonun sondan ikinci yarışı olan Malezya’da, liderken Irvine’a yol vererek söylediğini de gerçekleştirdi. Buna rağmen son yarışın galibi Hakkinen oldu ve şahlanan at yine şampiyon olamadı.
2000-2004: Yenilmez
2000 sezonunda, çifte “Dünya Şampiyonu” apoleti olan Hakkinen ile rakibi Schumacher yine başrollerdi. Sezona hızlı başlayan Schumi, daha sonra Hakkinen’in gerisinde kalmıştı. Ancak, 2000 İtalya Grand Prix’inde bu ikili arasında başa baş geçen yarışta zaferi elde etmişti. Tekrar şampiyonada öne geçmişti. Aynı zamanda bu galibiyet Michael’in 41’inci yarış galibiyetiydi. Bunun sonucunda, efsane pilot Ayrton Senna’nın galibiyet sayısını yakalamayı başarmıştı. Yarış sonrası bu rekoru egale etmesi sorulduğunda, o zamana kadar tıpkı bir robot gibi soğukkanlı olan Schumi, gözyaşlarına hakim olamamış ve konuşamamıştı. Bu da aslında onun da hepimiz gibi bir insan olduğunu, kusursuz bir makine olmadığını gösteren nadir anlardan biridir. Sezonun bitimine 1 yarış kala Japonya’da kazanarak şampiyonluğu garantileyen Panzer, sonunda istediğini başarmıştı. Kırmızı tulumu giydiği andan beri hayallerini kurduğu gibi, Ferrari’yi 21 yıl sonra şampiyon yapmıştı.
2001 sezonu, Schumacher’in tartışmasız dominasyonuna sahne oldu. Bu sezon 9 galibiyet elde ederek, en çok yarış kazanma rekorunu bir kez daha egale etmeyi başardı. Kıyasıya rekabette olduğu Hakkinen ise, bu sezonun sonunda F1’e veda etti. Michael Schumacher, artık zirvede yalnızdı!
Pistlerdeki Kırmızı Titan
2002 sezonunda ise gerçekten rekorları alt üst eden bir performans ortaya koydu. 17 yarışın 11’ini kazanarak önceki sezon bir kez daha egale ettiği rekoru kırdı. 5 kere ikincilik, 1 kez üçüncülük aldı ve tüm yarışlarda podyuma çıktı. Bitime 6 yarış kala şampiyon oldu. Fangio’ya ait 5 şampiyonluk rekorunu da egale etti. Michael ulaşılmaz bir konumdaydı. Zirveden daha da yukarı çıkıyordu, aşağısı görünmüyordu bile.
2003’te ise McLaren’e ek olarak Williams-BMW takımının yaptığı atılım nedeniyle önceki iki sezona göre Michael’in işi daha zordu. McLaren’da yine bir Fin pilot, Kimi Raikkonen de yavaş yavaş tarih sahnesine çıkıyordu. Williams’ta ise seyircilerin tatlı anılarla hatırladığı deli fişek Juan Pablo Montoya rüzgârı esiyordu. Michael, yeteneği ve ustalığı ile son yarışta şampiyonluğa ulaşmayı başardı. Üst üste dördüncü, toplamda altıncı şampiyonluğuna ulaşıyor ve Fangio’nun rekorunu da paramparça ediyordu. Artık istatistiksel olarak da ondan büyük yoktu. Ferrari’yi aldı, büyüttü ve kendisi de onunla birlikte büyüdü.
Yeni Çocuk
2004 yılında ise Michael, kendine yaraşır şekilde F1 tarihinin en iyi otomobili kabul edilen F2004 ile pistteydi. 18 yarışta 13 galibiyet alarak, hız kesmeden kendi rekorunu da kırmıştı. Açık ara rahat bir şekilde şampiyon olmuştu. Bu da onun yedinci ve son Dünya şampiyonluğu olmuştu.
2005 yılında ise Ferrari dominasyonunu engellemek için değiştirilen kurallar meyvelerini vermişti. Ferrari neredeyse grid’in en iyi üçüncü aracı konumundaydı. Her yükselişin bir düşüşü de vardır. Michael da insandı ve o da bu şartlarda düştü. Sezonu sadece 3 galibiyetle tamamlarken, zirvede yeni bir şampiyon vardı. Zirvenin yeni sahibi; eski patronu Flavio Briatore ve genç yıldız Fernando Alonso’ydu. Tıpkı kendi Benetton günlerinde, tahtı Senna’dan, Prost’tan alması gibi, onun da tahtını sallayan birisi geliyordu. Tatlı bir rekabet peyda olmuştu pistlere.
Bir Devir Sona mı Eriyor?
2006, Ferrari ile son sezonu olacaktı. Schumacher ise geçen seneye oranla daha iyiydi. Alonso ile rekabet halindeydi ama yine de bu genç İspanyol’u geçmek zordu. Monza’da zafere uzanan Michael, sürpriz bir kararla sene sonunda emekli olacağını açıkladı. Artık 36 yaşındaydı, kazanabileceği her şeyi kazanmıştı ve bırakma zamanının geldiğini hissetmişti. Zaten büyük karakterlerin böyle bir yanı vardır; bırakmaları gerektiği zamanı bilirler ve güzel anılarla tarih sahnesinden alkışlarla inerler. Her ne kadar emekli olacak da olsa, Alonso ile başa baş götürdüğü sezonda işleri son yarışlara kadar taşıdı. Ancak Ferrari’nin gücü yetmedi. Michael Schumacher, Çin’de son galibiyetini almış ve 91 galibiyetle, uzun süre kırılamayacak bir rekoru da tarihe yazmıştı.
Kraldan Veliahta
Michael Schumacher, zaman zaman konu gündeme gelse bile, tekrar pistlere geri dönmedi. Şu anda kendisi gibi F1’e adımını atan oğlu Mick ile ilgilendi, ailesine zaman ayırdı. 2010’da ise, sürpriz bir şekilde F1’e tekrar giren Mercedes F1 takımı ile, eski dostu, can yoldaşı Ross Brawn’ı kıramayarak pistlere döndü. Mercedes yeni bir takımdı, araçları iyi değildi. Schumi bıraktığından beri F1 araçları ve teknolojileri çok değişmişti. Zaten ondan da beklenen, genç sürücü Nico Rosberg’e yardımcı olması ve araçla ilgili geri bildirimlerde bulunarak, gelişmelerine önderlik etmesiydi. Tabiri caizse, Ferrari’de yaptığı gibi yeni bir yenilmez yaratmasıydı.
Michael bu süreçte adeta bir mühendis, mimar gibi Mercedes’i ilmek ilmek işledi. 2010-2012 arası yarıştığı yarışlarda da, izleyenlerin hafızasına kazınan birkaç performans göstermeyi ihmal etmedi. 2010 yılı tamamen adaptasyon olarak geçse de, 2011’de kendisine daha uygun olan aracıyla Kanada’da dördüncü oldu. 2012’de pilotajın en öne çıktığı pistlerden biri olan Monaco’da, 39 yaşındayken pole pozisyonu kazandı. Lakin bu sırada ceza aldığı için pole pozisyonu sayılmadı. 2012 Avrupa Grand Prix’inde ise podyuma son kez 3’üncü olarak çıktı. Ve o sezon sonunda F1’e son kez veda etti.
Michael Schumacher’in adeta bir fidan gibi büyüttüğü Mercedes GP ise, 2014’den itibaren üst üste 7 kez şampiyon oldu. Michael’in yanındaki genç Nico Rosberg, 2016’da F1 şampiyonluğu yaşadı. Bugün hâlâ pistlerde Michael Schumacher’in mirası olan bu araç, fırtına gibi esmeye devam ediyor. Oğlu Mick de, babasının ayak izlerini takip ederek 30 yıl sonra, 2021’de F1’de kendine yer bulmaya başladı. Gerek kendisi, gerek efsanesinin devamı ile dolaylı olarak bu sporun son 30 yılına damga vurdu Michael Schumacher. Dünyanın her yerinden çok sayıda takip edeni, seveni ve destekleyeni oldu.
2013’teki talihsiz kayak kazasından pek bahsetmek istemesem de, yazının sonuna gelmişken, böyle büyük bir ismin yine ölümle girdiği meydan okumayı kazanmasını ve sağlığına kavuşmasını temenni ediyorum.
* Orhan Pamuk- Benim Adım Kırmızı