Eğer aynı anda dünyaya gelen birden fazla kardeşten bahsetmiyorsak, insanlar eşit şartların içine doğmazlar. Kimisi kendisini karşılayan görkemli kutlamalarla rahat bir yaşama başlarken; kimisi de durmadan mücadele etmek zorunda kalacağı zorlu bir yaşama başlar. Zaman ilerledikçe de birçok faktöre bağlı olarak hikâyeler değişebilir.
Dennis Rodman da hayata biraz geriden başlayanlardan. Kendi ifadesiyle “berbat” geçen çocukluğunun en büyük travmasıyla, 5 yaşında babasının evi terk etmesiyle karşılaşıyor. Hayatını annesi ve iki kız kardeşiyle birlikte sürdüren Dennis için işler uzun süre yolunda gitmemeye devam ediyor. Lisede basketbol ve Amerikan futbolu oynasa da dikkatleri üzerine çekebilecek bir seviyeye gelemiyor. Mezun olurken boyunun 1.75 cm olması da eksiler hanesine yazılınca kolej seviyesinde oynaması mümkün olmuyor.
Mezuniyetinin ardından havaalanında temizlik görevlisi olarak çalışmaya başlayan ve çok sayıda saat çaldığı için tutuklanarak gelecek günlerine sinyal yakan Rodman, 22 yaşında boyunun 2.01 cm olmasıyla yeni bir yolculuğa başlıyor. Gittiği ilk üniversiteden, başarılı basketbol yaşantısını notlarıyla destekleyemediği için atılması üzerine silkelenip kendisine gelerek; yine basketbol bursuyla dahil olduğu Southeastern Oklahoma Üniversitesi’nden mezun olmayı başarıyor. 25 yaşındayken de 1986 NBA draftlarında Detroit Pistons tarafından 27’nci sıradan seçiliyor. Sonrasında sahada yaptıklarını biliyoruz ancak Rodman ününün çok azını sahadaki performansına borçlu.
Aykırılığın Ayak Sesleri
Saçını renkten renge sokmasıyla sıra dışı karakterini ortaya koymaya başlıyor Rodman. İlginç hareketleri, rengârenk saçları, çok sayıdaki piercing ve küpesiyle birçok kişinin sempatisini kazansa da böylesine uç bir karakterin sevmeyeni de en az seveni kadar çok oluyor. Dışarıdan bakıldığında yaramaz ve pek çokları için antipatik olan dış görünüşü hakkında eleştirilerin bazılarına; “Herkes dövmelerimi soruyor, yaşadığım acıları bastırmak için bunun gibi başka acılar çekmeye çalışıyordum sadece” şeklinde cevap veriyordu.
Aslına bakılırsa Dennis, değişip saçlarını boyamaya başlamıyordu ya da saçlarını boyamaya başlaması değişiminin başlangıcı olmuyordu. O, aslında tam olarak böyle biriydi. Sadece insanlar gerçek Dennis’i yeni yeni tanımaya başlıyorlardı ve muhtemelen ne kadar şaşıracakları konusundaki tahminlerinde hepsini haksız çıkaracak kadar ilginç bir adamı izliyorlardı.
Yaşamayı sevdiği her halinden belli olsa da iç hesaplaşmaları kendisini bazı kritik eşiklere sürüklüyordu. Eşinden boşanması ve bu süreçte kızıyla görüşememesi üzerine, bir gün tüfeğini alıp otoparka iniyordu. İntihar etmek için girdiği arabasında uyuyakalmasıyla intihar girişimi başarısızlıkla sonuçlanıyordu. O gün uyuyakaldığı için şu an memnun mudur bilinmez. Belki de kendine kızıyordur.
Dennis The Menace – Sahadaki Tehdit
Hırsı, acıyı hissetme çabası ve mücadeleciliği sahada gözlerini o kadar döndürmüş olacak ki oyunun dışına taşan öfkesinin etkisiyle bir maçta hakeme kafa atıyordu. Hemen her medya mensubu için dış görünüşünden yaşantısına kadar büyük bir maden olduğu ve çok değerli olduğu kesin. Ancak yine bir kriz anında tekme attığı kameraman açısından hâlâ aynı değeri taşımadığı da bir gerçek. Bu aksiyonları sonucu, çok sayıda maç kaçırmasına sebep olan cezalar alıyordu. Ancak hiçbir ceza onu caydırmaya yetmedi. Çünkü kurallar ya da yaptırımlar onun umurunda değil. O, olmak istediği kadar kötü!*
Haliyle vukuatlar bunlarla son bulmuyor. Bir maçtan önce katılması gereken antrenmana ve basın toplantısına katılmadığı için toplamda 20.000 dolar para cezası alan Rodman, aynı saatlerde katıldığı canlı yayın şovundan kazandığı 250.000 dolardan bahsediyor ve bu paranın 20.000’i ile kendisine verilen cezayı ödeyeceğini söylüyor. Sadece bu olay bile tanımayan herhangi birisine Rodman’ın düşünce yapısının özetini geçebilir.
Çok rahat gözükse de “takıntılı” bir kişilik Dennis Rodman. Bu yüzden çok kez sıkılıp; nerede olduğunu, hangi günün yaşandığını ve saatin kaç olduğunu umursamadan, bulunduğu yerden uzaklaşmak istiyor. Chicago Bulls döneminde Scottie Pippen’ın sakatlığında görevini layıkıyla yerine getiren Rodman, Pippen döndükten sonra koç Phil Jackson’dan 48 saat izin isteyerek kendini yine bunaldığı alanın dışına atmak istiyor. Rodman’ın sezonun geride kalan kısmındaki performansı için; “Pippen dönene kadar örnek bir vatandaştı. Döndükten sonra her şey değişti” değerlendirmesini yapan Michael Jordan, 48 saatlik izin konusuna temkinli yaklaşıyor ve “Giderse geri dönmez” diyerek koçu uyarıyor. Ancak istediklerini vermeden Rodman’dan verim alamayacağını bilen koç Jackson, 48 saatlik izni onaylıyor. Bunun üzerine motoruna atlayıp yola koyulan Rodman, soluğu Las Vegas’ta alıyor. Geri dönmesi 98 saati buluyor. Onu evinden alıp terlikleriyle antrenmana getiren ise dönmeyeceğini bile bile gitmesine göz yuman Majesteleri oluyor.
Spotların Önünde
Böylesine göze batan bir karakterin özel yaşamı da çalkantılı oluyor haliyle. Madonna ile olan ilişkisinin ABD ulusal kanallarında konuşulması, Carmen Electra ile olan ilişkisi hakkında yaptığı açıklamalarla Rodman yine kendinden söz ettirmeyi başarıyor. Aşka dair yorum yaparken kendi ilişkilerini değil de annesini terk eden babasını ele alan Rodman için ailesiyle yaşadığı sorunların, üzerinde iz bıraktığı çok açık. Belki de özel yaşamına dair bahsettiği pişmanlıklara sebep olanlar da bunlar.
Saha dışı maceraları çok konuşulan, sahada da yan rol sahibi bir oyuncu için fazlaca dikkat çeken Rodman; ışıkların, üzerinden dağılmasına asla izin vermedi. Jean-Claude Van Damme ile 1997 yılında Double Team isimli bir filmde oynayıp hünerlerini beyaz perdede de sergiledi.
Artık şov dünyasının da aradığı bir yüz haline gelmesinin sonucu olarak soluğu ringde alıyordu. Hulk Hogan’la beraber “Amerikan Güreşi” arenasında zafer peşinde koşuyordu. Üstelik tüm bunlar 1998 NBA final serisi oynanırken olmuştu. Hemen bu şovdan sonra final serisi dördüncü maçına çıkıyordu Dennis Rodman. Üstüne bir de, bu maçta 14 ribaunt ile galibiyete katkı sağlıyordu. İşte şimdilerde bile hayretle bakılan olayların, onun için ne kadar sıradan olduğunun bir ispatı daha…
Belki de o, hayata geriden başladığı için aradığı her şeyi geç buluyordu. Üniversiteye 22 yaşında giren, 25 yaşında draft edilen Rodman; ortalama bir oyuncuya göre daha kısa olan kariyerine o kadar çok başarı ve sansasyonel olay sığdırıyor ki tabiri caizse geriden gelmesinin acısını çıkarıyor. 5 NBA şampiyonluğu kazanmasının yanı sıra 7 kez yılın savunma takımına seçiliyor, 2 kez yılın savunmacısı ve 7 kez de ribaunt kralı oluyordu. Nihayetinde 2011 yılında da Hall of Fame’e girdi.
Ömür Boyu Savaş
Gel gelelim onun da saha içindeki kariyeri nihayete eriyor. Ancak saha dışında bu kez de ilginç dostluklarıyla gündemde kalmaya devam ediyordu. Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un ile olan yakın ilişkisi ve ABD seçimlerinde Trump’a destek vermesiyle tepkileri üzerine çekmişti.
Haber değeri taşımayan kalabalık sıradanların içinde, dönemin, hatta günümüzün medyasını bile asla malzemesiz bırakmayan bir figür olarak; 90’lar deyince akla gelen basketbolun, simgesi olacak bir tarza sahip Dennis Rodman. Pozisyonuna göre kısa olan boyuna rağmen ribauntlardaki üstünlüğüyle ne kadar mücadeleci olduğunu ortaya koyuyordu.
Hayata geriden başlayanlar için başka seçeneğin olmadığı gerçeğini de fark etmiş olacak ki herhangi bir kavgadan asla geri adım atmıyor. Kendi oyununu; “Sahaya çıkıp burnum kırılsın isterim, bir yerlerim kesilsin isterim, acıyı ortaya çıkaracak bir şey olmalı, bunu hissetmek isterim” sözleriyle anlatan The Worm**, yolunu kendi çabasıyla çiziyor. Çaresi olmayanların yaptığı, Halil Cibran’ın da ifade ettiği gibi:
“Alın yazınızı sadece alın terinizle silebilirsiniz.”
* Olmak İstediğim Kadar Kötüyüm(Bad As I Wanna Be): Dennis Rodman’ın 1996 yılında yayınlanan otobiyografisi.
** The Worm: Dennis Rodman’ın lakabı. İngilizce’de “solucan” anlamına gelmektedir.