Basketbol tarihinde özel oyuncular, takımlar, koçlar ve daha nice önemli aktörler vardı. Bu aktörler bir değer yaratırken, bu değer gelecek dönemlere ve nesillere aktarılırken; o değerin aslında daha da fazla hakkını vermek geleceğe bir ödev olarak yüklenmektedir. Bu bir zorunluluk değil aksine bir zevk olmaktadır. Majesteleri, Phil Jackson ve diğerleri… Doksanlardaki Chicago Bulls hanedanının en önemli aktörleriydiler. Günümüzdeyse biz bu değerin hakkını vermeye çalışırken bir yandan da ondan beslenmenin özel hissiyatını yaşıyoruz. Bu yaratılmış değerin üzerinden geçmiş 25 küsür sene ve binlerce kilometre ötede iki arkadaşın diyaloğundan bir kesitle sizleri baş başa bırakıyoruz.
*****
“Böyle bir takım ve yapı içerisinde var olabilmek…”
Mustafa Tokgöz: …zaten seninle tanıştığımız o gün daha ilk dakika basketbol muhabbetine girmemizden belliydi. Okulun tanıtım günlerinde çalışırken boş kaldıkça basketbol zehirlenmesi yaşamamız normaldi.
Ahmet Erdem: Tabii canım, zaten o yoğun çalışma temposunda bizi rahatlatacak muhabbetlerin en güzeliydi basketbol.
M.T: Ama zaten senin telefonunun duvar kağıdında “Majesteleri”ni görmemle beraber diyalog daha da değişmişti.
A.E: Haha! Sen gözüne far tutulmuş tavşan gibi olmuştun.
M.T: Çokça, hatta deli gibi Chicago Bulls konuşmuştuk o dönem.
A.E: Konuşulmaz mıydı? Efsane ikinci dönem hatta. Sen çok severdin Toni Kukoc’u. O zaman anlamıştım underdog, underrated sevdanı.
M.T: Yani, Majesteleriyle beraber Scottie Pippen ve Dennis Rodman üçlüsü hep öne çıktı doğal olarak ama benim için Toni Kukoc çok farklı bir basketbolcuydu. Özellikle böyle bir takım ve yapı içerisinde var olabilmek hatta takımın en önemli parçalarından biri olmak çok özel bir işti. Hele ki Avrupalı bir oyuncu olarak.
“Majesteleri çok büyük bir güçtü ama diğer isimler de önemliydi”
A.E: Zaten bence göz ardı edilse de Toni Kukoc gerçekten özel bir oyuncuydu. İlk iki sezonunda bile çok enteresan işler yapmıştı. Sonra Phil Jackson ona altıncı adam rolü verdi. Sana tanıdık gelir Manu Ginobili’den? Haha!
M.T: Bazı Avrupalı oyuncuların kaderiydi o…
A.E: Ama zaten bu yapıda belki de böyle bir rol uygundu. Hele ki Majesteleri böylesine bir dominant oyuncuyken… Bence takımın diğer yan parçaları da çok önemliydi; Ron Harper, Steve Kerr, Luc Longley… Şampiyonluklarda etkileri vardı. Majesteleri çok büyük bir güçtü ama diğer isimler de önemliydi.
M.T: Jason Caffey psikolojik problemlere girmeden ve evlilik dışı çocuklarıyla uğraşmadan önce Phil Jackson epey etinden sütünden faydalanmıştı. Bir de Robert Parrish kariyerinin son sezonunda bir şampiyonluk daha yaşaması ve Bison Dele’nin kısa kariyerinde tek yüzüğünü kazanmıştı.
A.E: Bison Dele erkenden emekli olup, ağabeyi tarafından öldürülüp denize atılan talihsiz oyuncu değil miydi?
M.T: Evet evet, uzun yıllar kaybolmuş olarak kayıtlardaydı. Sonradan öldürüldüğü kesinleşti.
A.E: Ne acı bir hayat sonu ya! Çok üzücü.
M.T: Sorma, Müge Anlı’ya çıkacak cinsten bir olay. Bu arada Steve Kerr’ün büyük başarı kariyerinin başlangıcıydı. Takımın en elit şutörüydü ve çok kritik toplar kullanıyordu Majestelerine rağmen!
A.E: 1997 finalleri altıncı maçında attığı üçlük… Ardından Scottie Pippen’ın kaptığı top, verdiği pasla Kukoc’un smacı… Rüya gibi bir maç sonuydu.
“Postacılar Pazar günü çalışmaz”
M.T: Aslında üç şampiyonluğun böyle arka planda kalmış çok özel anları vardı. Her izlediğimde farklı bir şey buluyorum.
A.E: Majestelerinin Pazar’a denk gelen Utah Jazz maçında Karl Malone’a serbest atışlardan önce gidip “Postacılar pazar günü çalışmaz” demesi ve Karl Malone’un serbest atış kaçırması…
M.T: Charles Barkley gibi majestelerinin prime zamanına denk gelerek kariyerini yüzüksüz bitirmesi çok fena ya! Ama ben o serilerde Dennis Rodman ile kapışmalarını çok seviyordum. Sonra bunu ringe taşımışlardı.
A.E: Hahaha! Dennis Rodman’ın o dönem fantastik hayatı ve ünlülerle olan birliktelikleri…
M.T: Magazinin en önemli gündem maddelerinden biriydi Rodman. Hatta Majestelerinin önüne bile geçiyordu bu yaptıklarıyla.
A.E: Üstat seviyordu ışıltılı hayatı. Deliliği de buna fazlasıyla etki yapıyordu. Jean-Claude Van Damme ile filmde oynamıştı değil mi?*
M.T: Evet bayağı kötü bir filmdi yanlış hatırlamıyorsam.
A.E: Ama bu takımın en renkli insanıydı. Kısıtlı yeteneğine rağmen büyük efor sarf ediyordu. Yoksa epey sıkıcı bir takım olabilirdi Chicago Bulls.
M.T: Böyle polarize edici karakterlerin, oturmuş ve başarılı yapıların olmazsa olmaz unsurudur. Aslında her ne kadar saha dışı hayatından söz etsek de dediğin gibi Majesteleri onu bile isteye takıma kazandırdı.
A.E: Gereken bir parçaydı. Savunmaya katacağı güç bile değerliydi. Zaten Majesteleri ve Pippen yük çekerken böyle spesifik roller aranıyordu takımda.
“O dönemki Chicago Bulls yapılanmasını övmeye kelimeler yetmiyor”
M.T: Zaten Jordan – Pippen iş birliğinin tamamlayıcıları bu efsane dönemin tadı tuzu oldu.
A.E: Phil Jackson onları çok muntazam bir şekilde sahada kullanıyordu. O dönemin sert oyununun da üstesinden geliyorlardı. Ayrıca Jackson’ın küçük hamlelerinin özneleriydiler. Yalnız Phil Jackson büyük efsane!
M.T: Valla biliyorsun Popovich ile olan duygusal bağımı…
A.E: Haha! Ona lafım yok ama şöyle bir şey var; adamın hem Majestelerinin hem de rahmetli Kobe’nin üzerinde büyük emekleri var. Onları birer başarı manyağı haline getirdi.
M.T: Hem Bulls’a hem de Lakers’a bir düzen getirmişti.
A.E: Ve bunların yanında o egoları da çok iyi yönetti. O yüzden büyük efsane.
M.T: Tabii Knicks macerasını saymayalım.
A.E: Onu denkleme katma. Ancak şu dikkatimi çekti, Lakers’ın 2009 ve 2010 şampiyonluklarında oyuncu kullanımı hakikaten muazzamdı. Kobe’nin yanına öylesine güçlü bir şekilde yan parçaları oynatıyordu ki takımın şampiyonluğa ulaşacağı önceden belliydi. Chicago Bulls’ta ise Kukoc’u, Kerr’ü ve diğer parçaları da Majestelerinin yanında parlatıyordu.
M.T: O dönemki Chicago Bulls yapılanmasını övmeye kelimeler yetmiyor maalesef. Belki de majestelerinin bu kadar ön plana çıkmasının yanında hakkını fazlasıyla teslim etmemiz gereken bir yapı vardı.
A.E: Zaten Majestelerinin olmadığı dönemlerde bile nasıl büyük bir yarışmacı yapı olduğunu gördük. Belki de Jackson’ın ve takımın yan parçalarının önemi de buradan geliyor.
M.T: Kesinlikle…
A.E: Ama işte Majesteleri ile Phil Jackson arasındaki kimya çok özeldi. Ben o dönemi tekrar tekrar izlediğimde daha da fazlasıyla büyüleniyorum bu kimya karşısında. Çok özel bir şeydi…
*****
Chicago Bulls hanedanlığının aslında Majesteleri, Scottie Pippen ve Phil Jackson’ın yanında hakkının teslim edilmesi gereken ve değer yaratmış yan aktörlerinin de unutulmaması elzemdir. Bu sebeple bu iki arkadaş arasında geçen diyalog, aslında Majestelerinin dönüşüyle beraber gelen ikinci üç şampiyonluk döneminin detaylarıyla ve yan aktörleri üzerinden anlatılmış bir değer yaratma hikâyesidir.
* Double Team, (1997)