Başarı hikâyeleri herkes için ilham kaynağıdır. Kimisi bu hikâyeleri okumayı sever, kimisi bizzat hikâyedeki kahramanı kendisine örnek alır. Hatta kimisi etrafına anlatır, “Ulan şu işe bak, Navratilova sol eliyle çalışa çalışa solak olmuş be!” diye… Her başarı hikâyesi, illaki hayat akışında bazı durumlara benzerlik gösterir. Fakat her bir başarılı insanın arkasındaki başarılı olma psikolojisi de farklıdır. Sonuçta spor müsabakaları yalnızca fiziksel boyutlarıyla ele alınamaz. Esasında her biri çok güçlü bir mental psikoloji ister. Çünkü aynı zamanda spor bir yarışmadır da, bir acayip zor yarıştır hem de… Buradan yola çıkarak, başarılı olmuş iki sporcuyu anlatan “Chariots of Fire” filmini bu yazıda kadrajımıza alıyoruz.
Avrupa’dan Oscar’a
Kısaca künyeye göz atmakta yarar var. Çünkü önemli detaylar mevcut. Orijinal ismi Chariots of Fire olan bu filmin Türkçe ismi ise “Ateş Arabaları”dır. Ülkemizde daha yaygın olarak bilinen ismi de, bu çeviri isimdir. 1981 yapımı bir İngiliz filmi olmasına rağmen En İyi Film Oscar Ödülü’nü kazanarak büyük sükse yaptı.
İngiliz kaynaklarında İngiltere tarihinin en iyi 19’uncu filmi olarak gösteriliyor. Çünkü bu filmle, aynı zamanda kendi spor tarihlerinin de bir çeşit reklamını yapmış oldular. Çok düşük bütçe ve sade bir anlatımla Oscar kazanmış olmasını da önemli görüyorlar elbette.
Vangelis tarafından bestelenen film müziğiyle de herkesin beğenisi kazanıyor. Hatta belki de müziği, filmin kendisinden daha çok biliniyor!
Yaşanmış bir hikayeden esinlenen “Chariots of Fire”, 1919’dan 1924 Paris Olimpiyatları’na uzanan süreci anlatmaktadır. Bu hikâyenin iki ana kahramanı var: Harold Abrahams ve Eric Liddell.
Dışlanmışlık
Harold Abrahams, 1919 yılında üniversitedeyken koşu yapmaya başlayan genç bir Musevi. Oldukça başarılı bir şekilde atletizm kariyeri ilerliyor. Çünkü son derece hırslı bir insan. Diğer tarafta ise Eric Liddell gibi bir gerçek var. O dönem, taraflı tarafsız herkes için en hızlı atlet. İkinci olduğu yarış yok.
Hal böyle olunca Abrahams da gözüne Liddell’ı kestiriyor tabii. Aşırı hırs böyle bir şeydir, en tepeye baktırır. Gözünü Erciyes Dağı’na değil Everest Dağı’na diktirir! O hırsı tatmin edebilmenin başka yolu yoktur.
Dönemin sosyolojik koşulları da göz önüne alındığında Abrahams’ın Musevi olmasından dolayı sosyal dışlanmaya maruz kaldığını da görmekteyiz.
Bu tip dışlanmalara maruz kalan her insan gibi o da buna bir reaksiyon gösteriyor. Tabii herkesin verdiği reaksiyon, içerisinde bulunduğu duruma göre farklıdır. Yazının başında dediğimiz gibi, her başarılı insanın arkasındaki psikoloji farklıdır. Harold Abrahams’ınki fazla hırstan kaynaklanan çok çalışma. Hayatının merkezine; Liddell’ı geçmeyi ve en hızlı atlet olmayı yerleştirmiş bir zihni var. Dışlanmışlığının verdiği negatif etkileri bu çalışma azmiyle pozitife çeviriyor. Kaldı ki bir yandan da sosyal kabul görme için tek yolu başarı ve ün yakalamaktır.
Dışlanma sebebiyle ait olma ihtiyacı ve benlik saygısını koruma ihtiyacı zedelenen insanlar, bu ihtiyaçlarını gidermek için diğerleriyle yeniden bağlantı kurmaya çalışabilirler (Williams, 2009). Williams’ın (2009) belirttiği gibi, dışlanma hissini duyan kişilerin kendilerini yeniden beğendirmek için başvurdukları dört ilginç yöntemden söz edilmektedir. İlk olarak, dışlanan kişi, kendini dışlayanlara daha çok benzer olduğunu ispat edebilmek uğruna onların davranışlarını taklit edebilir. İkincisi, grup çalışmasında başarılı olmak için daha çok çaba harcayabilir (Oysaki, yalnız çalışırken grup çalışmasına göre daha çok çaba harcarız). Üçüncü olarak, karşılamaya istekli olmadığı talepleri karşılamaya gönüllü davranabilir. Son olarak da, yeniden kabul görebilmek uğruna daha sosyal davranışlar edinerek arkadaş arayışında daha çok çaba harcayabilir.[1]
İnanç
Diğer kahramanımız Eric Liddell ise İskoç bir Protestan. Fazlasıyla dindar ve davranışları da tamamen dini inançlarıyla paralel ilerliyor. Hırslarından arınmış bir insan. Koşmasını tanrının istediği söylüyor ve kendisinin de tanrı için koştuğuna inanıyor.
Kendisiyle ilgili yazılanlara baktığımızda teknik olarak en iyi atlet olduğundan söz etmek olanaksız. Hatta tam tersi, tüm teknik eksikliklerine ve kusurlarına rağmen yine de en hızlısı.
Tekrar hatırlatalım, her başarılı insanın başarılı olma psikolojisi farklı… Ya da motivasyonu!
Nasıl ki Harold Abrahams hırsı ve azmiyle başarılı oluyorsa, Eric Liddell da herkesten daha inançlı ve daha motive bir şekilde koşmasıyla, zaferlerini tanrıya adamasıyla başarılı oluyor.
Liddell dini inancını o kadar özümsemiş ki tek bir örnek yeterli olacaktır. Koşuya çıkacağı gün, pazar gününe denk geldiği için koşmayı reddediyor. Çünkü ona göre pazar günleri tanrının günüdür ve o da pazar günleri için ibadet etmelidir.
Horney, güçsüzlük ve çaresizliği; insanları davranışa yönelten en temel varoluşsal sorun olarak ortaya koyar ve insanın bu çaresizlik duygusunu aşmak için güvenlik arayışına yöneldiğini söyler. Bu arayışlar ve ihtiyaçların giderilmesi sürecinde insanlar bir dinî inanca ulaşırlar. Bu inançlar, iyice yerleştiğinde ise, davranışları da organize ederler. Bu bir tür matematiksel yahut nedensel gözüken süreç, her insan için tek tip bir işleyişe sahip değildir. Hatta Vergote’e göre, pek çok psikolog ve ilahiyatçının ihtiyaç olarak ortaya koyduğu din ve tanrı inancına yönelme arzusu her ne kadar yaşandığı esnada bir ihtiyaç gibi algılansa da, genel anlamda ihtiyaçların tabii karakterine sahip değildir. Ancak ne şekilde algılanır yahut oluşursa oluşsun, dini inançlar iyice yerleştiğinde davranışları organize ederler.[2]
Kaderin Cilvesi
Bu hikâyenin sonu 1924 Paris Olimpiyatları’na uzanıyor. Kaderin cilvesi olacak ki, Harold ve Eric, Britanya adına aynı takımda yarışıyorlar.
Bu yarışın sonunda; 100 metrede Harold, 400 metrede ise Eric altın madalyanın sahibi oldu.
Chariots of Fire, birbirinden çok farklı özelliklere sahip iki sporcunun motivasyonlarını sert bir tavırla perdeye aktarıyor. Dramatik yönü ağır basan bu film, müziğiyle de harmanlanınca seyirciyi kendisine çekmesi oldukça kolay bir hal alıyor. Spor filmleri kategorisinin en önemli yapıtlarından biri olarak uzun yıllardır yerini koruyor.
[2] Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi IV (2004), Sayı: 2, DİNÎ İNANÇ-DİNÎ DAVRANIŞ İLİŞKİSİNE SOSYO-PSİKOLOJİK YAKLAŞIMLAR, Yrd. Doç. Dr. M. Doğan KARACOŞKUN