Herkes kendi hayatının başrolüdür. Bazı karakterler ise etraflarındaki insanların hayatlarında da yardımcı oyuncu değil, başrol olurlar. Bir biyografik anlatı olan Cinderella Man filminde de böyle bir karakter üzerinden olaylar akar. Başrol üzerinden yani! Yanlış anlaşılmasın, yalnızca filmin başrolü değil, herkesin başrolü üzerinden!
Film, açılışını 1920’li yıllarda yapıyor.
Kahramanımız; James J. Braddock (Russell Crowe).
Bir muadili henüz ortaya çıkmamış bu boksör, hem ağır sıklet hem de yarı ağır sıklette çıktığı 21 maçın hiçbirini kaybetmiyor.
Tam 16 tanesini de nakavtla kazanıyor.
Filmin açılışında Amerikalı yazar Damon Runyon’un şu sözleri karşımıza çıkıyor: “Tüm boks tarihinde, James J. Braddock’un hayat hikâyesi ile karşılaştırılacak kadar ilginç bir öykü bulamazsınız”
Neden böyle bir tanımlama yaptığını anlamak için artık kelamlarımızı sıralamaya başlayalım.
Buhran
Cinderella Man filmi, bir anda yukarıda verdiğimiz başlangıç bilgilerini geçip hikâyenin ana noktasına odaklanıyor.
1929’daki küresel ekonomik krizden 4 yıl sonrasına, 1933’e ışınlanıyor.
Meşhur “Kara Perşembe” sonrasında çöküntüye uğramış bir toplumun içerisinde buluyoruz kendimizi.
İşsizlik, ABD’de 15 milyonu buluyor.
Ekonomik buhran, önce Amerika’yı sonra da bütün dünyayı alt üst ediyor, hayatlar dağılıyor, umutlar sönüyor ve aş bulmak bile oldukça güç bir hale geliyor.
Bu korkunç buhrandan nasibini alanlardan bir tanesi de James Braddock oluyor.
Krizden önce, bokstan kazandığı her şeyini borsaya yatıran James, varını yoğunu kaybedenler kervanına katılıyor.
Eşi ve üç çocuğuyla beraber geçim sıkıntısını iliklerine kadar yaşıyor.
Satacak neredeyse hiçbir şeyleri kalmıyor. Bazen aş bile bulamaz hale geliyorlar.
Fakat, asla kaybetmediği bir şey de var:
Umudu ve o umudun ışıltısı.
Eh, işte bu yüzden başka hayatların da başrolü ya!
Onurlu Yaşam
Nelere rağmen bu umudu kaybetmediğine bakmak lazım!
Artık bokstan da yeterli gelir elde edemiyor. Haliyle, spor piyasası da ekonomik krizden etkilendiği için daha az maç alabiliyor.
Bokstan yeterli gelir sağlayamadığı için de doklarda* günlük işler yapmaya başlıyor.
Defalarca kez eli kırılıyor.
Kırık bir elle ringe çıktığı maçlardan da mütemadiyen mağlubiyetle ayrılan bir boksöre dönüşüyor.
Bu durum, lisansının iptal edilmesine kadar varıyor.
Ne çöküş ama değil mi? Bir zamanların nakavt kralının çöküşü bile bir ekonomik krize bakabiliyormuş demek ki!
Bilimsel bir gerçek vardır. İnsanlar için açlıkla sınanmaktan daha zor bir şey olamaz. Victory filmini yazarken Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nden söz etmiştim.
Cinderella Man filminin de bu safhalarında benzer bir durum karşımıza çıkıyor. Piramidin en alt basamağı olan “beslenme” ihtiyacını bile karşılayamıyor James Braddock.
Öyle ki, bir gün eve döndüğünde oğlunun kasaptan salam çaldığıyla karşılaşıyor.
Usulca oğlunu yanına alıp kasap dükkânına geri götürüyor. Aldığı salamı da aynen iade ettiriyor.
Bu öyle “Kaç para ulen bir flüt?” diye feryat edip parayı meyhanede ezenlerin yapay hikâyesi değil! Bu, o salamı geri verip yerine herhangi bir aş bulamayanların gerçek hikâyesi.
Sonrasında ise şu sözlerle oğluna can alıcı dokunuşu yapıyor: “Bu hırsızlıktır. Asla hırsızlık yapmayız. Ne olursa olsun çalmayız.”
Onun için, onurlu bir yoksulluk haksız bir kazançtan çok daha yeğdir. Etrafındaki insanların da böyle olmasını istiyor. Oğluna da, sonuna kadar inandığı bu doğruyu sımsıkı işliyor.
Dedik ya, işte bu yüzden başka hayatların da başrolü!
Hikâyenin bu kısmı, Khaled Hosseini’nin kült kitabı Uçurtma Avcısı’ndan bir kesiti hatırlatıyor. Hosseini, tek günahın hırsızlık olduğunu bakın nasıl anlatıyor:
“Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar hırsızlığın çeşitlemesidir… Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun.”
Çukur
Dertler bir anda biter mi hiç? Cansız bir bedenin üzerinde toplanan sinek sürüsü gibidirler. Üst üste konarlar.
Dolayısıyla, James Braddock’un dertleri de bitmek bilmiyordu.
Açlık yetmezmiş gibi gaz ve elektrik faturaları da birikiyordu. Borçları fazlalaştığı için marketten veresiye de alamıyordu.
Tam da bu noktada, karısı Mae (Renee Zellweger), çocuklara iyi bakamadıklarını düşündüğü için James’ten habersiz aldığı bir kararı uyguluyordu. Çocukları, onlara iyi bakabilecek akrabalarına gönderiyordu.
James bunu öğrendiğinde verdiği tepki ise ince bir ruhun yansıması oluyor adeta: “Eğer onları gönderirsen bu çektiğimiz acıların hiçbir anlamı yok. Eğer bir arada kalamıyorsak, kaybettik demektir. Vazgeçtik demektir.”
Başkalarının da hayatında başrol olabilmek zor zanaat… Toplumun en küçük yapı taşı olan ailede, kahraman bir ebeveyn olmaktan geçiyordu belki de o yol!
Faturalarını ödemek için New Jersey Sosyal Yardım Bürosu’nda fakirlik beyanı dolduruyor.
Kendisine ödenen meblağ, yalnızca 19 dolardır.
Cebindeki metelik, 6.74 dolar.
Elektrik faturası ise 44.12 dolar.
Bu parayı çıkıştırıp çocukları sıcak ve aydınlık bir eve geri getirmek için 18.38 dolara ihtiyacı vardı.
Son derece mahcup bir şekilde son çare olarak, bir dönem lisanslı boksör olduğu kurula gidiyor. Mahcubiyet ve utancı mimiklerinden anlaşılır bir vaziyetle, oradakilerden yardım istiyor. Bir başka deyişle, gururunu bir kenara atıp yalvarmayı göze alıyor.
Kuruldan aldığı paralarla da gereğini yapıp çocuklarını geri getiriyor.
Herhangi bir rakibinden değil hayattan yediği yumruklara inat, ailesini bir arada tutuyor.
James Braddock’un hayatının bu kısmı bir coğrafi bölge olsaydı, muhtemelen Mariana Çukuru olurdu!
Dip…
“Bırak da Ringe Çıkayım”
Yaygın bir söylemdir, “Her inişin bir de çıkışı vardır” derler.
Elbette hayat kırılma anlarıyla doludur. Kavşakta yanlış yöne saparsanız; ya yolunuzu uzatırsınız ya da yolunuzu kaybedersiniz! Direksiyonu doğru yöne kıranlar yollarını bulurlar. Kırılma anlarını iyi değerlendirebilenler rakımlarını yükseltebilirler!
James Braddock sefalet denizinde hırçın dalgalarla boğuşurken, menajeri ve yakın arkadaşı olan Joe Gould (Paul Giamatti) kendisine bir maç ayarladığını söylüyor.
Eski yenilmez için yeni bir meydan okuma fırsatı doğuyor.
Eli kırık ama yine de kabul ediyor maça çıkmayı.
James’in rakibi, “Dünya Ağır Sıklet İkincisi” unvanıyla Corn Griffin’dir.
Bu maç, James için kırılma noktasıdır ve maçı galibiyetle tamamlar.
Neden mi kırılma noktasıdır? Çünkü unvanlı bir boksörü devirmesinden mütevellit, kendisine yeni maçların kapısı açılmıştır. Lisansını da bu sayede geri kazanacaktır.
Önünde tek bir engel kalıyor bu aşamada. O da; boks oynamasını karısının istememesi.
James, karısı Mae’ye: “Bırak da ringe çıkayım. En azından bana kimin vurduğunu bilirim” diyerek bu engeli de aşar. Feleğin aparkat ve kroşelerinden nasibini almış bir adam için, rakibinin savuracağı yumruklar nedir ki!
Tepe
Tekrar yükselişe geçen James, üst üste maçlar kazanıyor ve maddi olarak da toparlanmaya başlıyor.
Cinderella Man filminin en tempo kazandığı bölümler de buralar oluyor.
O kazandıkça basının da ilgisi üzerine yoğunlaşıyor. Bu mucizevi geri dönüş için basına şöyle bir açıklama yapıyor: “Artık ne için dövüştüğümü biliyorum: Süt için.”
Bir kez dibi boylamış bir insan için ikinci şansın önemi çok daha büyüktür. Tekrar dibe batmamak için ellerindeki fırsatı daha iyi muhafaza ederler.
James’in de tam olarak farkındalığa ulaştığı husus bu oluyor.
Galibiyet serisi yakalayan James’in sıradaki rakibi ise son derece ürkütücü… Çıktığı maçlarda iki rakibinin ölümüne sebep olacak kadar sert dövüşen Max Baer (Craig Bierko), James’in yeni rakibidir.
Zaten bokstan korkan ve pek de gönlü olmayan Mae için korkular birkaç kat daha artıyor.
Kurul başkanı bile James’in bu maça çıkmasını istemiyor.
Hatta vazgeçmesi yönünde onunla bir konuşma da yapıyor.
Fakat, farkındalığı yakalamış ve ikinci şansını asla bırakmak istemeyen James maça çıkmak için kararlılığını sürdürüyor. Ağzından dökülen şu cümleler o kararlılığın en net nüveleri oluyor: “Sen bana bir şey mi söylemeye çabalıyorsun? Mesela boksun tehlikeli olduğunu falan mı? Günde üç vardiya çalışmanın veya gece karanlığında inşaat iskelesinde bulunmanın ölüm demek olduğu aklına gelmiyor. Kira parası veremedikleri için karton barınaklarda yatanlardan kaç tanesi ölüyor biliyor musun?”
Maç günü gelip çattığında Mae, soluğu kilisede alıyor. Maçı izlemeyi göze alamadığı korkusu, onu dua etmeye itiyor. Kilisede pedere, James adına dua edeceğini söylüyor. Peder de ona kilisede toplanan kalabalığı göstererek; “Onlar da öyle… James’in kendileri için dövüşeceğini düşünüyorlar” diyor.
Maç ne mi oluyor? Kıran kırana geçen 15 raundun ardından, puanlama kararıyla James J. Braddock, “Dünya Ağır Sıklet Şampiyonu” oluyor.
James’in hayatının bu ve bundan sonraki kısmı bir coğrafi bölge olsaydı, muhtemelen Everest Tepesi olurdu!
Zirve…
Kalpten Kalbe Bir Yol Vardır
İşte, başkalarının da başrolü olmak çetrefilli yollardan geçmeyi gerektiriyor.
Kahraman olmak için herkesin geçtiği yollardan geçmeli ve bunu da herkese hissettirmelisiniz!
Kendi etrafındakilerin hayatlarına dokunamayan biri, milyonların hayatına dokunabilir mi?
Yokluğu; ilham veren bir hikâyeye evirmek, sözüm ona “pelerinli kahramanların” yapabileceği bir iş değildir! Önce eşinin, çocuklarının, arkadaşlarının ve sonra toplumun hayatlarına dokunabilenlerin yapabileceği bir iştir.
Kalbe dokunmadan kahraman olunmaz.
Yani, Cinderella Man filminde her anlamda zorun başarıldığı bir hikâyeye tanıklık ediyoruz.
Bu tanıklığın sonucunda da emeği geçenler bizim kalbimize dokunuyor!
Cinderella Man, izleyiciyi hem Mariana Çukuru’na sokan hem de Everest Tepesi’ne çıkaran kalifiye bir film olarak, sinema tarihinin özel bir köşesinde yerini koruyor.
*Dok: Gemilerin yük boşalttığı ya da aldığı rıhtım.
Dipnot: Cinderella Man (Külkedisi Adam), çileli bir hayat yaşadıktan sonra zirveye çıktığı için James Braddock’un lakabı olmuştur.