31 Aralık 1969… 70’ler göz kırpıyor. Ne bilsin yetmişler, diğer yıllar için yetmemiş olacak.
O yıllarda şarkıya eşlik etmek havalı falan değil. Yılbaşına kim bilir nasıl giriliyor.
İnsanlar, melodilere eşlik etmeyi o kadar da şahane bir şey olarak görmüyorlar anlayacağınız…
Ah canlarım! Ne de güzel yaptınız!
Liverpool’u belki siz yaratmadınız, ama bohem bohem dinlenmeyecek Bohemian Rhapsody’nin yaratıcılarını sizler yarattınız!
Yetmemiş
70’leri sevmek için pek çok sebep bulunabilir. Lütfen siz kendinizinkini bulmaya yeltenin. Ancak 70’leri sevmek, sevmeyi sevmek için yegâne sebeplerden birisi de spor & müzik ilişkisinin Romeo & Juliet ilişkisinden farklı görülemeyeceği gerçeği ile tanışmak olacak.
Uzun saçlı insanların oturduğu köhne bir kuliste sigara dumanı bütün etrafa yayılmıştı. Güneş’e en yakın gezegen Merkür iken, Mercury ise sahne güneşini yakmak için yanıp tutuşuyordu. Gelin görün ki, yetmişlerin havası ona yetmemişti. O gün sahneye çıktı…
“Liverpool’un kaybettiğini duyanlar şarkıya eşlik etmedi” diyebilsek iyiydi elbet; ancak ağırbaşlılık şarkıya eşlik etmemeyi adeta şart koşuyor gibi dönüyordu güneş etrafında.
Korkunç Freddy’nin çekilmesine çok vardı. Ancak ondan daha korkunç şeyler Merkürlü Freddie ve arkadaşları ile başlayacaktı.
Yetermiş
Sporun kitleleri peşinden koşturduğu anlaşılmayacak bir psikolojik denklem değil. Fakat spor tarihinin öyle denklemleri var ki, gökkuşağının renklerinin belirlenmesinden daha kolay demek imkânsız olacak.
Queen ise iki bilinmeyenli bir denklem olarak döndü güneşin etrafında.
Yüzlerinden mutlu oldukları belli ancak o, “You Are My Best Friend” şarkısına eşlik etmeyen, yanındaki arkadaşını kucaklamayan 70’li yılların gençlerinin avazının çıkması gerekiyordu.
Soğuk Savaş’ın etkisiyle, dünya savaşlarının ailelerine bıraktığı izlerle birlikte müziğe kulak verenlerin dişlerini, damaklarını, ağızlarını görmeliydi Queen.
İnadına, “You Are My Best Friend” şarkısında şu sözler dökülüyordu sahneden aşağıya halbuki:
“Ooo, bana bu hayatı yaşatıyorsun!”
Müzik yaşıyordu. Ancak vücutlar yaşamıyordu.
Oysa spor vücuttu. Vücut ise sporla var oluyordu. Birileri bu vücuda yetermiş gibi olmalıydı.
Yetmiş
1976 Dünya Kupası’nı Almanya kazanmış, Berlin Duvarı’nı yıkacak bir vücut henüz var olmamışken yetmişler bitiyordu.
Şarkıya eşlik edeceklerin dişlerini görmek içinse, biraz daha dişli olmak gerekiyordu.
Bu ihtiyaca kim cevap verdi dersiniz? Aziz Liverpool! Canım spor!
Birmingham’da bir konser günü, KOP tribününden başlayarak Anfield’da yükselen sese karşılık tam kraliçelere layıktı. Queen işe başlayacaktı. Öyle güzellerdi ki…
Kol kola girmiş, Queen konserini dinlemiş ve konser sonunda grubu sahneye çağırıyorlardı son bir alkış için. Ve hep bir ağızdan “Asla yalnız yürümeyeceksiniz” diye bağırıyorlardı. Üstelik bunu melodilerle yapıyorlardı. İnanılır gibi değildi.
İnanmayacaksınız belki ama… Dişleri de gözüküyordu ya!
Queen o gün aşkı gördü. Aşkı görmek demek, müziği görmek demekti. Ve müziği fark etmek, aşkın ta kendisi kadar kıymetliydi. Çünkü uzun saçlıların tüm telleri bu aşk için vardı.
Queen, kraliçelere layık olanı 4 adam olarak yapmak üzereydi.
Romeo ve Juliet’in var olan aşkı ise, Rock esintileriyle ve sporla iç içe geçerek yeniden anlam bulacaktı.
Yetti
77 yılına gelindiğinde, artık yetmişti.
“Yetti” diye bağırırcasına geldi melodiler yan yana. Sanki her nota o sessizlik pandemisinden kurtulmuş, maskelerini çıkartmıştı. O özlemle, fa notası mi notasına, diyezler bemollere sarılmıştı. “News of The World” böyle olmalıydı. Albümün adı da bu kurtuluşun habercisi gibi aynı isimle zımbalandı zihinlere.
Ancak o Liverpool taraftarının haykırdığı “You’ll Never Walk Alone” bestesinden fazla gelmeliydi o gürültü. Bu yüzden eller ve ayaklar da çalışmalıydı. Güçlü bir koro lazımdı. Merkezde yine insan olacaktı.
Öyle de oldu. Brian May, “We Will Rock You” parçasını bestelediğinde eller birbirine vurdu, ayaklar yerlere. Sessizliğin sesi, Queen ile sesin kendisinden sıyrılarak gürültüye dönüşüyordu. Hemen arkasından Freddie dokunuşu ile efsane olacağı doğduğu günden belli olan şekilde “We Are The Champions” geldi.
Yetecek
Spor ve müzik birbirinin ardı sıra koşan iki çocuk gibiydi o günden sonra. Ellerde göğe yükselen her kupa, adına şampiyonluk denilen her zafer sessizlikten gürültüye; susan damaklardan haykıran dimağlara dönüştü. Radyolarda ‘We Will Rock You’ ve ‘We Are The Champions’ sanki tek bir parçaymışçasına çalındı. Tıpkı spor ve müziğin bir vücudu oluşturan iki parçasıymışçasına. Sporda duygu vardı. Sporda heyecan vardı. Lirik bir hissiyat, pastoral çimler vardı sporda. Bu notalar yan yana gelerek o ruhu, Liverpool tribünlerinin rüzgârıyla tüm dünyaya attı.
O saatten sonra, yetecek her duygu sahnelerden taşacaktı.
Badminton, eskrim, golf, basketbol… Spor dalını buyurun siz seçin. Bu uluslararası marş her spor dalının nihayetinde kulaklara çalınacaktı. Spor müsabakalarının ölümsüzlüğü tarih kitaplarına girecekse, yanında bu şarkıyı da götürecekti. 1994 yılında FIFA resmi müziği “Arkadaşım! Biz şampiyonuz” nidalarıyla süslendi. Yarım asır geçecek belki ama hâlâ Şampiyonlar Ligi’ni kazanan taraftarlar YouTube’dan ilk önce bu müziği bulup, altına yorumlar yazmak için koşup geliyorlar. Şu sıralar bu zevk Chelsea’lilere ait. Liverpool’a gıcık olanlara!
Yetiyor
Merkür, Güneş’e bu kadar yakın olmaktan yorulmuş olacak ki, sönmeye başladı bir müddet sonra. 87 yılından beri müziğin vücuduna dokunmaktan AIDS hastalığına yakalanmış olan Freddie Mercury, son demlerinde yürümekte dahi zorlanıyordu. Yine de, çizgiyi geçecek olan sporcuların, onun şarkılarını duymak istediğini hissedercesine son nefesiyle sahnelere çıkmaya devam etti.
Tabii bunu biz, bugün biliyoruz.
Çünkü o güzel Merkür bu hastalığı tüm dünyadan saklamıştı. Bu gayret ve sahne aşkı, sessiz seyircilerden artık dişleri gözüken izleyicilere, katılımcılara evrilen sarhoşluk da Brian için bulunmaz bir ilhamdı. O da çok basit bir şey yaptı: “The Show Must Go On!” dedi.
Laf ağızdan çıkmıştı bir kere. Şov devam etti.
Parçanın stüdyo kaydı yapılırken Freddie’nin nefesinin yetmemesi çok normal olacaktı. Küme düşecek takımın endişesi kadar büyük bir kaygı hakimdi. Freddie mikrofonu aldı; Merkür, Güneş’e son bir selam çaktı. Pürüzsüz okudu. Konuşması zor, ancak müzikle anlatması kolay bir duruma dönüşen zamanlar “Show Must Go On!” dedirtti.
91 yılında Innuendo albümünün kapanış parçası oldu. Hastalık basına açıklandı. Ertesi gün Freddie Mercury hayata gözlerini kapattı.
‘We Are The Champions”, ilk defa bir galibiyette değil, bir kaybedişte kulakları çınlattı. Freddie’nin cenaze töreni bu muhteşem parçayla taçlandırıldı.
Freddie sanatçıydı. Tüm grup üyeleri sanatın spora göz kırpışıydı.
Queen, bu yüzden Queen oldu.
Mercury, grubun logosunu tasarlarken bütün üyelerin burçlarını kullandı.
Kraliçeleri arkalarından takip eden “Anka Kuşları” vardır:
Anka ölümsüzlük, spor ebediyet, müzik cennet oldu.
Biz değil, siz haklıydınız sevgili Queen. Sporun dünyası size seslenebilseydi, şu cümleler dökülecekti tüm branşların ağzından:
Siz şampiyonsunuz. Ölümsüz arkadaşlarım!