Diğer SporlarNelson Mandela’nın Hayali

Spor, toplumsallaştığı ilk günden itibaren politikanın kullanabileceği en önemli enstrümanlardan biri olmaya tarih boyunca devam etti. Büyük Roma, ihtişamlı arenaları ile imparatorluk mesajını topraklarının ulaştığı her yana iletmeyi başardı. Franco faşist rejiminin meşru temsilcisiyle Dünya’nın sempatisini kazanmayı denerken Portekiz diktatörü dikta rejiminin teorisini sporla güçlendiriyordu. Spor, tarihin her döneminde politikacılar tarafından kullanıldı. Fakat, Nelson Mandela “Sporun, Dünya’yı değiştirme gücü var” diyordu. “Çaresizliğin olduğu yerde umut vardır” ifadesini kullandığı konuşmasının devamında: “Irkçılığı yıkmak için spor, hükümetlerden bile daha güçlüdür” sözleri sonrası salondan yükselen alkışların sebebi yalnızca Mandela’nın ağzından dökülen bu ifadelerin ahengi değildi. Nelson Mandela’nın bu etkileyici konuşmasından tam 5 yıl önce sporun Dünya’yı nasıl değiştirebileceğini Güney Afrika’da göstermeyi çoktan başarmıştı.

Springboks

Mandela, siyahilerin oy kullanabildiği ilk seçim olan 1994 seçimlerinde başkan seçildiğinde artık ülkede pek çok şeyin eskisi gibi olmayacağı ayan beyan ortadaydı. Yıllarca süren ırk ayrımcılığına dayanan Apartheid rejimine dair her sembolün bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğine dair ortak bir fikir hakimdi. Keza yeni başkanın ilk icraatlarının Güney Afrika bayrağını ve ulusal marşını değiştirmesi onun da diğer herkesle aynı fikirde olduğunun göstergeleri gibi duruyordu. Ancak, Mandela’nın seçimi kazanması önündeki çok uzun yolun belki de en rahat virajıydı. Asıl mesele başkanlık koltuğuna oturduktan sonra başlayacaktı. Mandela’nın teslim aldığı ülkenin, iç savaşın eşiğinde olduğu gerçeği Dünya’nın öbür ucundan bile görülebiliyordu. Güney Afrika’nın yeniden barışması için bir çıkar yol bulunmalıydı ve bu yolun spor aracılığıyla inşa edilebileceğine inanmıştı. Mandela çözümü bir yıl sonra ülkesinin ev sahipliği yapacağı Ragbi Dünya Kupası’nda buldu. Güney Afrika tarihine kısaca bir göz atarsanız bu çözümün başlı başına bir tezat oluşturduğunu görmeniz zor olmayacaktır.

Mandela başkan seçildiği gün kendisinden beklenen belki de ırkçı ulusal marşı değiştirmesinden önce eski Apartheid rejiminin en önemli sembolü olan, her siyahi Güney Afrikalının düşmanı olduğu ulusal ragbi takımı Springboks’u dağıtmasıydı. Var olduğu ilk günden beri beyaz adamın en önemli temsilcisi olan Springboks isminin değişmesi, ırkçıların elinde ve üstünlüklerini temsil eden bir bayrak gibi dalgalanan antilop ambleminin yok edilmesi hiç de şaşırtıcı olmazdı.

İmkansızlığı Tanımayan Lider

Ancak, beklendiği gibi olmadı. Parti hiç vakit kaybetmeden bu değişiklikleri önerse de Nelson Mandela aynı fikirde değildi. Onun hayalindeki gökkuşağı ülkesi, barışmış bir Güney Afrika olacaktı. Ülkenin değiştirilen bayrağı ve marşı ırkçı rejimin sonu için gerekli olsa da hayallerine yardımcı olmuyordu. Ortadan ikiye bölünen bir elma gibi siyah ve beyaz olarak ikiye bölünmüş olan ülkede güç şimdiye kadar beyaz adamın elindeydi. İktidar el değiştirdiğinde ise ellerinden alınan bayrakları onlara statülerini ve kimliklerini kaybettirmiş gibi hissettirecekti. Doğal olarak değişen semboller, ayrılığı daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor gibi gözüküyordu. Mandela çözümü Springboks’u ve amblemini kurtarmakta buldu.

Bu fikri partisindeki yol arkadaşlarına açtığında muhtemelen çıldırdığı düşünülmüştü. Hemen hemen hiç kimse onunla aynı fikirde olmasa da yine de ona duyulan saygı kendisine istediğini yapma imkanı verdi. Partisi gönülsüzce bu fikre onay vermiş olsa da Mandela’nın imkansız bir hayal peşinde koştuğu herkesin malumu gibi görünüyordu. Springboks’un geleneksel destekçileri muhtemelen asla siyahi vatandaşlarla birlikte kol kola takımlarını desteklemeyecekti. Beyaz adam bu fikre yaklaşsa dahi yıllardır maruz kaldıkları zulümler ile sembolleşen takıma destek vermek için siyah adamları yanlarında bulamayacaklardı.

Herşeye Rağmen

Mandela’nın Springboks ile kurduğu hayal ne kadar güç görünüyorsa bunu başarmak için seçtiği yol da bir o kadar zordu. Bu konuya dair fikirlerini açarak bu yolda ortaklık kurmak için seçtiği isim takım kaptanı François Pienaar olunca ne kadar radikal bir yol izleyeceği de anlaşılmış oldu. Daha sonraları John Carlin, “Playing the Enemy” adlı kitabında “Apartheid’in büyük sarışın oğlu” olarak bahsettiği Pienaar ile siyahi Güney Afrikalıların ortaklık kurabileceğini düşünmek o günlerde fantezinin ötesinde bir fikir değildi ama Mandela bunu değiştirmeye kararlıydı.

Nelson Mandela ve François Pienaar

Mandela’nın Dünya Kupası başlayana kadar izlediği yol haritası hayalini kurduğu “gökkuşağı ülkesinin” nasıl kurulacağına dair yolu da gösteren bir deneye dönüştü. Beyazların Robben Adası’nda küçük bir hücrede 27 yıl boyunca tutsak ettikleri bu siyah adam beklediklerinin aksine iktidarı eline aldıktan sonra intikam almak için çalışmadı. Tam aksine kurtuluşun barıştan ve kardeşlikten geçtiğini düşünerek bu uğurda yapılması gerekenin affetmek olduğuna inanmıştı. Bugünlerde ülkemiz siyasetinde de derin tartışmalara yol açan “helalleşme” için doğru zeminin spor sahaları olduğuna karar vermişti.

Cezaevi Günleri

Güney Afrika’da yıllar boyunca siyahların uzak durduğu, kendilerini tutsak eden, katleden ve rejimin bir sembolü haline gelen bu oyun ile Mandela’nın ilişkisi elbette Madiba ismiyle çağırıldığı yıllarda başlamadı. Nelson Mandela, Robben Adası’nın rutubet kokan hücrelerinde yaşamaya başladığı ilk günlerde muhtemelen bu oyundan nefret eden bir siyahi vatandaştan fazlası değildi. Ama, işin ilginç yanı şu an ragbi deyince saha dışında akla gelen birkaç isimden biri olmasını sağlayan da aynı hücrede geçirdiği günlerdi. Gençliğinden beri insan ilişkileri ve ikna gücüyle içerisinde bulunduğu her ortamda fark yaratmayı başaran Nelson Mandela cezaevinde de hünerlerini kullanması gerektiğini hücreye adım attığı ilk anda biliyordu.

Cezaevinde etkilenmesi gereken insanların gardiyanlar olduğu gerçeğini bilmek için tutsak düşmeye gerek yoktur herhalde. Mandela’nın hedefi belliydi. Ancak, yıllardır kendileri ile hiç iletişim kurmadığı bu beyaz adamları nasıl etkileyeceğini henüz bilmiyordu. Ta ki orada geçirdiği birkaç gün içinde gardiyanların her sohbetinin ragbi ile bağlantılı olduğunu fark edene kadar. O günden itibaren Mandela gazetelerden bu sporu takip etmeye başladı, yıldız sporcuları tanıdı ve maç analizlerini okudu. Artık hazırdı. Nelson Mandela, gardiyanların keyifli ragbi sohbetleri için yanına uğrayacakları bir mahkuma dönüşmüştü. Bu sohbetler gardiyanlara Mandela’yı tanıma imkanı verdi. Doğal olarak bir süre sonra cezaevinde devlet başkanı kadar saygı duyulan bir mahkuma dönüştü. Aynı sohbetlerin Mandela’ya verdikleri ise çok büyük hayallerdi. Gardiyanlar terörist diyerek tutsak ettikleri Mandela ile spor aracılığıyla barışmıştı. Buradan kurtulduktan sonra ülkeyi barıştırmak için hangi silahı kullanılacağı artık ortaya çıkmış oluyordu.

Tek Takım Tek Ülke

Dünya kupasına hazırlanırken katıldığı bir televizyon programında “kimse bilmez ben gençliğimde ragbi oynadım” şeklinde demeç verse de bunun gerçek olmadığını biliyoruz. Yine 2022 Türkiye’sinde bizlere tanıdık gelecek bu demeç için siyasetin fıtratında var demek gerekir belki de. Mandela, bir takımın açılış maçına katılarak sahada hünerlerini sergilemedi belki ama bütün mesaisini ülkesinde düzenlenecek olan Rugbi Dünya Kupası’na ve sporun başarabileceklerine harcadı.

“One Team One Country” sloganıyla çok başarılı bir iletişim çalışması başlatan Springboks takımı Dünya Kupası açılışına kadar ülkenin topyekün sahiplendiği tek sembol haline geldi. Kaptan Pienaar önderliğinde siyahi mahallere yapılan takım gezilerinden tutun da reklam kampanyalarına kadar her şey bu takımın ülkeyi birleştirilmesi üzerine kurgulandı.

Takımın tek ağırlık verdiği konunun imaj ve iletişim olmadığı ise turları birer birer geçildikçe ortaya çıktı. Springboks takımı başarılı oldukça Mandela’nın politik hedefleri de başarıya o kadar yaklaşıyordu. Kimse yıllar boyu onu destekleyen siyahilerin Springboks’u destekleyeceklerini tahmin edemeyeceği gibi bu takımın finale kadar gelebileceğini de düşünemezdi. Ama olmaz denilen oldu. Tüm Güney Afrika tek takım tek ülke mottosuyla takımlarını Yeni Zelanda ile final oynayacakları stada uğurladı.

Gökkuşağı Ülkesi’nin Zaferi

Final maçı biletleri çok önceden tükenmişti ve bu Springboks taraftar profilinin değişmesinden çok önceydi. Mandela’yı gördüklerinde protesto etmesi muhtemel taraftar kitlesi final maçı biletlerini “Tek Takım Tek Ülke” kampanyasından çok önce bitirmişti. Ancak, Mandela haklı çıktı. finalin başlamasına 5 dakika kala Nelson, yıllardır mücadele ettiği rejimin sembolü haline gelmiş yeşil Springboks formasıyla sahaya çıktığında yaşananlar başardıklarını kanıtlar nitelikteydi. Birkaç ay önce onu terörist olarak nitelendiren 60 bin kişi stadı “Mandela!, Mandela!” tezahüratlarıyla inletiyordu. Bu zafer Mandela’nın değil Mandela’nın hayal ettiği gökkuşağı ülkesinin zaferi idi.

Nelson Mandela, Güney Afrika ile Yeni Zelanda arasında oynanacak 1995 Dünya Kupası finali öncesi sahaya çıkıyor.

Final maçı başlarken Rugbi Dünya Kupası’nın, Güney Afrika’ya gelmesine pek şans tanınmıyordu. Ancak, turnuvayı başından beri takip edenler finale gelmesi de beklenmeyen bu takımın ağır favori Yeni Zelanda karşısında yapacaklarını merak ediyordu. Springboks takımı ülkede hayallerinin peşinden giden tek kişinin başkan olmadığını o gün gösterdi. Başkan Mandela ülkesini barışabileceklerine inandırmış, kaptan François Pienaar ise takımını başarabileceklerine inandırmıştı.

Maçın sonunda Mandela’nın üzerinde Springboks formasıyla kupayı Pienaar’a teslim ettiği o ikonik an sırasında “Bu ülke için yaptıklarınıza çok teşekkür ederim” diyerek şükranlarını sunarken Pienaar tribünlerde yan yana sevinen siyah ve beyaz Güney Afrikalıları gördüğünde asıl zaferin kupa olmadığının farkındaydı. Daha sonra bu anıyı anlattığı bir röportajında: “Neredeyse ona sarılmak istiyordum ama uygun olmazdı sanırım” diyecek ve devamında ağzından şu sözler dökülecekti: “Güney Afrika için yaptıklarınıza asıl ben teşekkür ederim.”

Mandela hayal ettiği ülkeyi kurabildi mi ya da ırkçılık ortadan kalktı mı gibi soruların cevabı bugünlerde çok da pozitif değil. Keza Güney Afrikalı sosyolog Ashwin Desai de bu dünya kupasından bahsederken yarattığı etkinin kısa ömürlü olduğunu ve finalden bir kaç ay sonra parçalandığını söylüyor. Bütün bunlara rağmen Madiba’ya gösterdikleri ve inandırdıkları için bir teşekkür borçluyuz.


KAYNAKÇA

* https://edition.cnn.com/2013/12/05/world/africa/nelson-mandela-sports/index.html

* https://www.sarugbymag.co.za/pienaar-wished-hugged-mandela/

* https://speakola.com/sports/nelson-mandela-laureus-lifetime-achievement-award-2000

 

Apartheid: Irk ayrımına dayalı Güney Afrika rejimi

Playing the Enemy: John Carlin’in 2008 yılında yayımlanan Nelson Mandela’nın cezaevinde geçen yaşantısını ve başkan seçildikten sonra yaptığı reformları ile Springboks’un değişimini anlatan kitabı

Mabida: Mandela’nın kabile ismi

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin