FutbolFutbol Üzerine Bir Deneme

Can Bilge3 sene öncen/a24 dakika

Günümüzde her yanımız futbol tarafından kuşatılmış durumda… Televizyonlar, radyolar, gazeteler ve bundan 20 yıl önce hayatımızda bile olmayan sosyal medya mecraları. Hemen hemen dünya üzerindeki herkes en azından 15 dakikalığına dahi olsa futbol maçı izlemiştir. Oyunu hiç sevmeyen insanlar bile günün her dakikasında gereksiz de olsa çok önemli de olsa bir futbol haberine şahitlik edebiliyor. Öyle bir oyundan bahsediyorum ki günlük hayatta deyim olarak kullanılan terimleri bile mevcut. Evet! her yanımız futbolla kuşatılmış durumda. Özellikle bu durumdan hiç hoşlanmayanların homurtuları günlük hayatın birçok noktasında karşımıza çıkar vaziyette. Peki biz; Bu oyuna aşık olanlar, tarihini bilenler, oynanış şeklini anlamaya çalışanlar, analiz edenler, twitter floodçuları, yazarlar, futbolcular, taraftarlar ve bu oyunun diğer tüm paydaşları izlediğimiz şeye ne kadar hakimiz? Onu hangi düzlemde tartışıyoruz? Amacımız nedir? Ve neden onun üzerine bu kadar konuşma gereği duyuyoruz? Belki bu yazıda sorularına cevap alamayacaksın sevgili okuyan ama şuna emin olabilirsin; Bu yazıda okuyacağın her satır seni ve bizi anlatacak!

Futbol Üzerine

Başlıktan da anlaşılacağı gibi bu yazı deneme türünde kaleme alınacaktır. Ya da klavyeye mi alınacaktır demeliyiz. Deyimler zamanla güncellenebilir mi sevgili okuyan? Deneme bir tür olarak ortaya çıktığında, insanın kafasında kurduğu binlerce düşünceyi ve bu düşünceleri kağıda aktarma konusunda mahir olan bir takım yazar kesimi için ciddi bir sorunu giderdiğini düşünüyorum. Çünkü daha önce ortaya çıkan roman, hikaye, destan ve şiir gibi türlerin yanında oldukça basit ve sade yapısıyla verilmek istenen düşüncenin olduğu gibi aktarılmasına olanak sağladı. Tabi deneme demişken Montaigne’i anmadan geçmemeliyiz. Eğer bugün bu yazının yazarı bendeniz futbol gibi karmaşık bir yapıyı anlatmada hangi türü kullanacağıma net olarak karar verebiliyorsam bu onun yüzü suyu hürmetinedir. Zaten kendisinin beyanı da bu yöndedir. Yazdıkları vasıtasıyla insanların kendilerini tanımalarına olanak sağlamak istemiştir. Neyse lafı uzatmayalım, bizim konumuz çok detaylı ve bir hayli bıçak sırtı.

Godot

Montaigne demişken, kendisi yaşadığı 16. Yüzyıl dünyası için şunu söyler: “Çok gariptir; Çağımızda işler o hale geldi ki felsefe, anlayışlı insanlar arasında bile ne teorik ne pratik hiçbir faydası ve değeri olmayan, boş ve kuru bir laf olup kaldı.” Düşünen insanın derdi her dönemde aynıdır sevgili okuyan! Zamanın değişimini sorgular, kendi çağını yozlaşmanın zirvesi olarak görür. Aslında her şey bozulmuştur ve bu düşünen insan Godot’u beklemektedir. Artık her şey bitmiştir.

Bizim Büyük Tahammülsüzlüğümüz

Aslında çağımızdan 500 yıl önce söylenmiş bu sözdeki felsefenin yerine futbolu koysak ve bu doğrultuda söylesek sizce bir yanlışı olur mu? Pek tabi olmayacaktır. Çünkü 22. Yüzyıl’da da birileri yozlaşmanın zirvesinde olduğunu düşünecektir. İşte bu noktada işler bizim için karmaşıklaşmaya başlıyor. Sürekli bir şeyler üzerine düşünme pratiğimiz, hayat standartlarımız, yaşam frekansımız ve bizi biz yapan diğer tüm şeyleri sevdiğimiz bir şeye aynen yansıtmak niyetindeyiz ve davranışımız da hep bu yönde olmuştur. Örneğin hepimiz dünyada olup biten her şeye çokça hakimiz! Özellikle konu futbol olduğunda oyunun paydaşlarından biri olarak onu her alanda değerlendirebiliyoruz. Bu değerlendirmelerimiz genel olarak yanlı ve işin iç yüzünü bilmeden gerçekleşse de aslında bizim birebir yansımamızı göstermesi açısından özel bir durum. Kullanılan jargon, kalıplaşmış bir takım cümleler, kullanılan fotoğraflar ve düşünce tarzı. Aslında hepimiz aynıyız sadece aynı değilmiş gibi yapmak hoşumuza gidiyor. Bizim farklı olana tahammülümüz yok.

“Çok gariptir; Çağımızda işler o hale geldi ki felsefe, anlayışlı insanlar arasında bile ne teorik ne pratik hiçbir faydası ve değeri olmayan, boş ve kuru bir laf olup kaldı.” – Michel de Montaigne
Aynılaşmak

Çok uzağa gitmeden yakın dönemde yaşanan Vitor Pereira olayını örneklem olarak kullanabiliriz sanırım. İlk geldiğinde ortaya koyduğu fikir herkesi etkilemiş, “Vardır hocamın bir bildiği” kalıbı sosyal medyayı yıkıp geçiyordu. Sonunda futbolu bazı bağımsız değişkenlerle izleyebileceğimizi düşünmüştük. Yıllardır bir tabu olan 4’lü savunmadan vazgeçilmiş, belli oyuncuların gruplaşması bitirilmiş gibi görünüyordu ama olan hepimizin malumu. Yeniliğe tahammülü olmayan, teorisini asla pratiğe yansıtamamış kişiler mesnetsiz söylemlerle, altı boş tartışmalarla ve dışarıdan gelen türlü saçmalıklarla altını oydu. Ve, sonunda bitti. Yine bir deneme başarısızlıkla sonuçlandı. Bu yazının yazıldığı sırada ise aslında yaptığı tercihlerin ne kadar doğru olduğu ortaya çıkmıştı. Yanlış yerde doğruları yapmaya çalışan bir insan, yanlışları savunanlarca aynılaştırıldı. İşte günümüz futbolunun en büyük düşmanı budur sevgili okuyan; Aynılaşmak.

Çöküş

Hayat, bir süreklilik arz eder ve bu süreklilik bitmek tükenmek bilmeyen bir devinim oluşturur. İnsanlığın yenilikle olan imtihanı da tam olarak bu noktada karşımıza çıkar. Kendine benzeyenlerle yapılar oluşturmak isteyen insanoğlu, düşüncesinin yanlışlığına asla ikna olmaz. Okumanın ve düşünmenin tabu olduğu toplumlarda ise durum çok daha vahimdir. Sürüklendiğimiz girdabın farkında olmadığımız müddetçe her zaman kaybetmeye mahkum olacağımız bir gerçektir. Ve yine tam bu noktada yalnız ve güzel ülkemin futbol kültürü enteresan bir çalışma alanıdır. Her türlü kötüye gidişin yaşandığı son yıllarda futbol da bu kötüye gidişten payını almakla kalmayıp çakılmanın eşiğindedir. Tartışmaları hatırlayalım; genel olarak ülkenin her yerine nüfuz eden, herkes bize düşmancılar, kimse bizi çekemiyorcular, ayaklarını denk alsıncılar ve en iyisi biziz ama fırsat verilmiyorcular tarafından kuşatılmış bir vaziyetteyiz.

“Hayata dair bildiğim ne varsa futboldan öğrendim; çünkü top hiç beklediğim yerden gelmedi.” – Albert Camus
Bir Yanlış Kaç Doğru Götürür?

Göremedikleri şey ise eğer böyle devam ederse yakında konuşacağımız bir futbolumuz bile kalmayacak. Herkesin aynılaşmasını isteyen bu haris tayfa, sabahtan akşama kadar konuşuyor. Söylediklerinin en az bir tanesi doğru olsa bile hayat sınav değildir sevgili okuyan. Bir yanlış tüm doğruları götürür. Bundan 20 yıl önce tarihi zaferlerle Avrupa’nın saygın takımları olan “büyüklerimiz” lokalizasyon çemberinde sıkışmış durumdalar. Artan ekonomik yük, ülkenin çekiciliğini kaybetmesi, istikrarsızlık ve bir şey vaat etmeyen demode oyunumuz bizi geride bırakıyor ve bırakmaya da devam edecek. MFÖ’nün parçası Ali Desidero’da da altı çizdiği gibi Türk Futbolu’nun ideolojisi, bir idiotlojidir.

Biz Bitti…

Tam bu felsefe noktasını atlamadan bir soruyla yine örneklem üzerinden devam etmek istiyorum: “Sahi biz ne oynuyoruz?” Biz hiçbir şey oynamıyoruz sevgili okuyan. Bundan birkaç ay önce gerçekleştirilen EURO 2020’de Türkiye, -“başaltı” şimdilerde ise buna dark horse diyorlar. Neden onlarlaşmaya çalışıyoruz sevgili okuyan? Yoksa biz anca kelimeler ve kavramlar üzerinden mi onlara adapte olmaya çalışıyoruz?- favorilerden biriyken oynadığı 3 maçta sahada nal topladığında yüzümüze vurulmak istenen bütün gerçekleri göz ardı ettik.

Takımımız iyiydi, oyuncularımızın hepsi isimliydi ve iyi bir hocamız vardı. Halbuki olmamasının sebebi zaten her şeyin iyi olmasıydı. Mutlak iyilerin birleşiminden her zaman iyi şeyler çıkmaz. İyilerin oluşturduğu sistemleri başarıya ulaştıran harmonidir. Sahaya çıktığımızda arada teknik bir fark yoktu; Fark kafadaydı. Kendimizi koyduğumuz yere sadece biz inanıyorduk. Oysa karşımızda ne istediğini bilen ve oraları iyi oynayan takımlar olunca foyamız ortaya çıktı. Yani kısacası günü kurtaramadık. Bizim bitti bile dememize fırsat vermeden bitti. Ne acı değil mi?

Her Şeyin En İyisini Biliriz!

Bedri Rahmi o muazzam şiirinde “Sen ne o’sun ne bu’sun ne şu’sun/ Sen treni kaçırmış bir milletin çocuğusun” derken kastettiği tam olarak buydu işte. Biz, kendimizi bir yerlere koymayı çok seviyoruz. Kimsenin bizi koyduğu yerden haberi olmadan kendimize değerler atfediyoruz. Yakalamaya çalıştığımız dünya akıp giderken tüm insanlığın ortak derdi olan paha biçilemezliği tekrar tekrar yaşıyoruz. İnsan düştüğü yerden kalkar sevgili okuyan, her ne olursa olsun da devam eder. Tarihin gördüğü en büyük savaşlardan sonra bile insanlar gülüp eğlenmeye devam etmişlerdir. Hiçbir zaman aynı kalmaz ve her bitiş yeni bir başlangıçtır. İçinizden biz bunları zaten biliyoruz dediğinizi duyar gibiyim ama bir düşünün; madem herkes düştüğü çukurdan kalkar da biz neden kalkamıyoruz? Cevabı basit; çünkü her şeyin en iyisini biz biliyoruz.

Hayal Satmak

Mahir olmak ya da bir zanaatta ustalaşmak yıllar süren bir emek ve çaba gerektirir. Bugünse bunlara gerek yoktur. Bir futbolcunun, bir teknik direktörün ya da bir sembolün koyulduğu isimsiz açılan hesaplar ve kullanılan belli kalıplar sayesinde gündeme çok rahat yön verebilirsiniz. İnsanlık tarihinin en büyük amacı olan bilgiye ulaşmak eylemi 280 karakterlik yazılarımızdan daha önemli olabilir mi? Araştırılmadan yapılan yorumlar ve günlük polemiklerden beslenen bu bilme hali yaratılan sonsuz kirliliğin sadece ufak bir yansımasıdır. Halbuki bilmek böyle bir şey değildir. Bilen insan söyleyecekleri konusunda tutumludur, kelime oburluğu yapmaz ve iddialı cümlelerden uzak durur. Yalnız çok düşünülmeyen ve bilgiye gerekli ehemmiyeti vermeyen toplumlarda iddialı cümleler kurulur. Hayal satıyoruz, insanların günlük eğlenceleri üzerinden onlara muhteşemlikler satıyoruz. Videoları editleyip, duygusal müzikler eşliğinde onları hayalden hayale sürüklüyoruz.

Masum Değiliz

Saf sevginin simgelerinden olan futbolu, onunla hiç alakası olamayan garip bir şeye çeviriyoruz. Tartışılması gereken noktalar neyse onun tam tersini tartışıyoruz. Hizmet ettiğimiz şey bizim başımızı yiyene kadar da bundan vazgeçmiyoruz. Söylenen sözlerin ve verilen vaatlerin gerçekleşmediği her an sattığımız hayalin peşinde koşmaya devam ediyoruz. Fakat, İnsan yıpranır. Düşünceleri ona ağır gelmeye başladığı her saniye kendini biraz daha geri çeker yalnız bu sadece futbolda olmaz. Geri döndürülemez bir hırs ve yanlış alanlara kayan tutkuların esiri olmuş etkileşim meraklısı sahte yüzler tarafından bir çocuğun gittiği ilk maç zehir olabiliyor. Biz kirletiyoruz. Çünkü en iyi biz biliyoruz.

Futbol Sadece Futbol Değildir

Tüm bunların dışında futbol nasıl bir oyundu peki, hatırlıyor muyuz? Albert Camus’un dediğine bir kulak verelim: “Hayata dair bildiğim ne varsa futboldan öğrendim; çünkü top hiç beklediğim yerden gelmedi.” Futbol tam olarak budur işte. Siz mükemmel bir plan çizersiniz, her şeyi ayarlarsınız, rakibi analiz eder uygun formasyonu bulursunuz ama erken yenilen bir gol kurduğunuz tüm yapıyı çökertir. Futbol budur işte; bir bilinmezlik, tam 37 kişilik bir psikolojik savaşı. O yüzden izlerken kalp ritminiz artar, stadyuma girdiğiniz anda adrenalin yükselir. Bir ilkokul çocuğunun arkadaşlarını görmesi gibi bir heyecan kaplar içinizi. Zevkle olan karmaşık ilişkimiz her dakikaya sirayet eder ve biz doğru anı kovalamak için sayısız girişimde bulunan aşık bir genç gibi her hareketi sayısız kere izleriz.

Hayat Gibi…

Tüm bunları yazmam oyunu romantizme etmek değil. Bilakis oyunun bu mekanik hali ve değişkenleri aslında bizi ona çekiyor. Sadece insanı duygulardan konuşup, yanlışlarımızı ortaya koymak amacındayım. Denemeler kısa olur sevgili okuyan; Hayat gibi… futbolsa bundan çok daha karmaşıktır; benim burada anlatamadığım gibi… aynılaşmayalım, çünkü hayat aynılaşılmayacak kadar öznel bir durumdur!

 

Can Bilge

Bunları da Okuyabilirsiniz

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin