RöportajlarVoleybolFerhat Akbaş: Mutlak Başarı

Ahmet Uğuz3 sene önce15 dakika

2004 yılında istatistik antrenörü olarak Türkiye’de kariyerine başlayan ve ardından Çin’de yardımcı antrenörlüğe kadar yükselen Ferhat Akbaş, başantrenör olarak Romanya ve Polonya’da çalıştırdığı kulüplere kupalar ve madalyalar kazandırdı. Sıradaki hedefi ise yeni kulübü Eczacıbaşı Kadın Voleybol Takımı ile tüm kulvarlarda başarıya ulaşmak. Ferhat Akbaş, kariyeri, Eczacıbaşı ve kulübün oyuncu topluluğu ile ilgili dergimiz Victory’e özel açıklamalarda bulundu.

Uzun bir zaman sonra Türkiye’ye dönüş yaptınız. Türkiye, diğer liglere kıyasla daha çok baskının üzerinizde olacağı bir ülke. Bu sizi nasıl motive ediyor?

Yurtiçi ile yurtdışı arasında baskı olarak çok ciddi farklar görmüyorum. Çünkü hedefler her yerde aynı. Sonuçta şampiyonluğa oynayan bir takıma gidiyorsunuz. Ancak, Türkiye’de bakış açısı daha farklı. Evet, Türkiye’de baskının bir tık daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Fakat pozitif yönde bir baskıdan söz ediyorum burada. Sonuçta, Türkiye’de motivasyon kaynağı en yukarıda. Aynı zamanda inişli-çıkışlı yolların olduğu bir ortamda var. Fakat bunu çok çabuk iyi veya kötü yöne çevirebileceğimiz bir süreçte var. Mesela Polonya’ya veya Japonya’ya baktığınızda işler kötü gittiğinde toparlaması çok daha uzun sürüyor. Aslına bakarsanız voleybola olan bağlılık ve voleybol kültürü açısından çalıştırdığım ülkeler arasında ciddi farklar görmüyorum. Sadece zamanlamaları ve bakış açıları farklı.

Eczacıbaşı Spor Kulübü’nün kuvvetli bir aile bağına sahip olduğunu bilmekteyiz. Peki, Eczacıbaşı ailesi sizi nasıl karşıladı?

Eczacıbaşı, kulüp ve yönetim olarak beni çok iyi karşıladılar. Hem aile yapısına önem veren bir kurum, hem de sporun dinamiklerini yerine getirebilen bir kulüp Eczacıbaşı Spor Kulübü. Bana nasıl yaklaşmaları gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Bu benim için çok ciddi bir avantaj. Çünkü gittiğiniz ülkelerde ve kulüplerde tıpkı Eczacıbaşı’ndaki gibi doğru yaklaşımı yakalamak zaman alıyordu. Fakat burada böyle bir durum olmadı.

Eczacıbaşı Spor Kulübü, Türk voleybolunun ekol kulüplerinden birisidir. Böylesine köklü bir kulüpte çalışacak olmanız planlarınızı haliyle Türkiye’nin ötesi başarılara hazırlık yapmaya itiyordur. Eczacıbaşı’ndaki kariyer rotanızı nasıl belirlediniz?

Eczacıbaşı’nın vizyonu ve misyonu; Adını ne koyarsanız koyun. Uzak vadeli veya kısa vadeli hedeflerde yapılması gereken şey çıkılan her maçta galip gelmektir. Eğer hedefte bir kupa varsa o kupayı kazanmak için oynarız. Bu benden öncede böyleydi benden sonra da böyle olmalı. Benim amacım buraya kazanma alışkanlığını tekrar getirmek. Bunun yanı sıra Eczacıbaşı’nın sosyal sorumluluk projelerinde, Türkiye’deki kadınlara ve kız çocuklarına yönelik destekleriyle diğer spor kulüplerine ya da spor branşlarına göre çok daha iyi noktada olduğu aşikâr. Bende A takım bazında elimden geldiğince katkı vermeye çalışacağım.

Verdiğiniz bir demeçte “Türkiye benim evim ama daha önemli olan şey doğru projenin olması. Kazanmaya odaklanmış düzgün bir yapı önemli bir faktör benim için” diye belirtmiştiniz.  Eczacıbaşı’nda doğru proje ile mutlak başarı gelecek diyebilir miyiz?

Eczacıbaşı Spor Kulübü’nde başarının gelmemesi çok zor bir ihtimal. Sonuçta adından söz ettiğimiz bu kulüp, düzenini yaklaşık elli senedir oturtmuş ve bunu sonuçlarıyla da göstermiştir. Yakın geçmişte bu başarıların alınamamış olması kulübün yanlış yolda olduğunu göstermiyor. Burası benim hedeflerimle örtüşen bir kulüp. Çünkü ben hangi ülkeye gittiysem kupa ve madalya kazanma hayaliyle gittim.

Eğer Türkiye’de konu şampiyon olmaksa ya da final oynamaksa iki üç kulüpten ötesini sayamazsınız voleybolda. Son on veya on beş yıldır Türkiye liglerini domine eden birkaç kulüp var zaten. Eczacıbaşı’da her zaman bu grubun içerisindeydi. Bu yüzden bu kulübe geldiğimi söyleyebilirim. Ancak bu saydıklarımdan daha da önemli olan şey bu kulübün dünyaya bakış açısı benimle bireysel anlamda örtüşmeseydi.

Önceki sezonlara baktığımızda Kadınlar Voleybol Ligi’nde yabancı oyuncu hakimiyetini göz ardı edemeyiz. Hâl böyle olunca sorumluluk alacak yerli oyuncularımız pek bulunamıyordu. Peki, yeni sezon itibariyle yabancı oyuncu ağırlıklı bir Eczacıbaşı mı göreceğiz yoksa Türk oyuncularımız sorumluluk alacak mı?

Bu soruya vereceğim cevap Türkiye’de de aynı olur, başka ülkede de. Hangi ülkeye giderseniz gidin, mutlaka o ülkenin yerel oyuncuları ve personeli iskeleti oluşturuyor. Bu iskelet güçsüzse buna hangi yabancı oyuncuyu getirirseniz getirin başarı maalesef gelmeyecektir. Bunun örnekleri diğer ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de var. Eğer, İtalya’da takım yönetiyorsak İtalyan oyunculardan oluşan güçlü iskeleti olan ve ekstra yabancı oyuncular ile kurulu bir takım başarıyı getirir.

Burada bizim ilk ağırlık vereceğimiz oyuncu grubu Türk oyunculardır. Yabancı oyuncular buna ekstra olarak kişisel özellikleriyle ve yetenekleriyle katkı verirler. Zaten yabancı oyuncularımızın çoğu kendini ve oyununu ispatlamış, belli bir düzen yakalamış oyunculardır. Genç oyuncularda bu grupların içerisinde şekillenmelidir. Benim sistemime iki tarafta yani tecrübeli ve tecrübesiz oyuncular uyum sağlayabilmelidir.

Geride bıraktığımız sezon Marco Motta, aslında performans anlamında benzer iki oyuncudan birini tercih ederek Sırp pasör Mirkovic ile oynadı. Şimdi ise Elif’in önünde dünyanın en iyi pasörü olacak. Bu Elif’in kariyeri için nasıl bir ilerleme olacak?

Sorunuzun içerisindeki cümleyi şu şekilde değiştirmek istiyorum. “Elif’in önünde dünyanın en iyi pasörü yok. Elif’in yanında dünyanın en iyi pasörü var.” İkisi de benim için aynı seviyededir. Hangisi iyi olursa o gün o sahada olur. Elif’in pasaportuna bakarak ya da Ognjenovic’in kariyerine bakarak forma vermeyeceğiz. Bu konuda ben özellikle şu örneği en çok Türkiye’de duyuyorum:

Bir tane tecrübeli ya da yabancı tecrübeli oyuncu alalım. Bir tane de genç bir oyuncu alıp örnek gösterelim, öyle yetiştirelim. Ben bu metodun pratikte doğru olmadığını düşünüyorum. Bir pasör ancak kendi bakış açısıyla, kendi oyun stiliyle pasör olabiliyor. Elif hiçbir zaman Maja Ognjenovic gibi bir pasör olmayacak, belki ondan daha iyi bir pasör olur ama ilk önce kendi stilini oluşturması gerekiyor. Örneğin; Wolosz ve Maja bambaşka iki pasör. Bütün oyun taktikleri, teknikleri neredeyse farklı. Ama yüz kişiye sorsak ellisi Wolosz diğer ellisi de Maja diyebilir. Elbette Maja’dan öğreneceği çok şey var fakat Elif’in kendi kişisel özellikleriyle kendi oyun stilini oluşturması gerekiyor.

Bundan sonrası için Eczacıbaşı’nda sezonluk başarılar mı tercih edeceksiniz yoksa altyapıdan yukarıya entegre edip, devamlılığı sağlamayı mı düşünüyorsunuz?

Türkiye’de, nüfusa oranla çıkan oyuncu sayısı daha kaliteli ve daha fazla olabilir. Özellikle bu olimpiyat süreci Türkiye’de voleybola olan ilgiyi oldukça artırdı. Elbette bunun yansıması 5-10 seneyi bulur yeni oyuncular için. Ama kesinlikle pozitif bir yansıma olacaktır. Eczacıbaşı Spor Kulübü’nün ve hedefe oynayan bütün kulüplerin kısa vadede başarılı olması gerekir. Bunu da uzun vadeye yayması gerekir en doğru tabirle. Alt yapıyla alakalı çalışmalarımız çok fazla var. Bu altyapı çalışmaları Eczacıbaşı’nda her zaman oldu. Bu stratejiyle alakalı bir durum.

Benim burada kısa vadede yapacağım şey çıktığımız maçlarda galip gelmek, uzun vadede ise kilit bölgelere altyapıdan oyuncu yetiştirmektir. Köşe, pasör ya da pasör çaprazlarını geliştirmektir. Çünkü Türkiye’de bu mevkilerde oyuncu yetiştirmede eksiklikler var.

 

Ahmet Uğuz

Bunları da Okuyabilirsiniz

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin