FutbolBobby Charlton: Mr. United

Can Bilge2 sene önce24 dakika

Dünya mitolojilerinde bazı olgular diğerlerine görece çok daha fazla yer kaplar. Bunların içinde şüphesiz en önemlisi yeniden doğuş imgesidir. İnsanüstü varlıklar, ölümsüzler, tanrılar ve dünyanın işleyişini belirleyen tüm ulular önce bir güzel yenilir. Ardından, karanlık dehlizlere atılır ve hor görülürler. Güçlerini kullanamayacak hale gelirler ki ölüm onlar için çok daha hızlı ve yıkıcı olsun. Sonra bir anda bir şeyler olur; göklerden ya da diğer ululardan gelen bir yardımla bu varlıklar kendilerinde tekrar hayat bulurlar. “Küllerinden doğmak” ifadesiyle anlatmaya çalıştığımız şey işte tam budur. Mitolojide bu kavramın en güzel örneğini ise anka kuşu motifi oluşturur. Ölen ya da başına bir felaket gelen anka küllerinden yeniden doğarak sonsuz hayat döngüsüne yeni kahramanlıklar katmak için kanatlarını çırpmaya başlar. Unutmayın; her yok oluşun yeni bir başlangıcı vardır ve her yok oluş yeni bir başlangıç için bir bitişe ihtiyaç duyar. Her mitos kendi kahramanını beklenmedik yolculukların içine sokar. Hayat döngüsünün bitmek tükenmek bilmeyen yoruculuğu bu yazının ana kahramanı ve mitosun baş karakteri için de aynı yolu uygun görmüştür. Aslında tüm hikayelerin bir benzerini yaşasada Bobby Charlton diğer hikayelerden biraz ayrılıyordu. Tutkusunu kaybetmeyen bir büyük karakterin zafere giden yolda çektiklerini anlatmak da sanırım o zafer kadar zor olsa gerek…

Erken Dönem Futbol

İngiltere’de sanayi devrimi iki büyük işçi şehri yaratmıştı. 19. yy sonlarında Manchester ve Liverpool işçileri ile üst sınıflar arasında çokça popüler olan futbol ışıl ışıl parıldıyordu. Yoksul azınlıklar, beyefendilerden çaldıkları oyunu daha sert ve mücadeleci bir hale getirerek kitleler halinde stadyumlara doluşuyorlardı. Kuzey’de olanlar; özellikle Sunderland gibi kulüpler erken dönemin en önemli kulüpleri olarak öne çıkıyordu. Dolayısıyla 1930’ların ortalarında Sunderland yakınlarında doğan küçük Bobby’nin de neden futbolcu olmak istediğine şaşırmamak gerekir. Oyun, dünyanın geriliminin üstüne çekilen bir branda olsa da yorgun Avrupa ve İngiltere, ’30’ların sonunda başlayan ve ’40’ların ortalarına kadar süren bir savaşın ortasına düşmüştü. Futbol da bu savaştan etkilenmiş ve artık kendi tanrılarını yaratamayacak duruma gelmişti.

Futbol Değişiyor

Savaşın bitimi koca bir kıtanın küllerinden doğuşu anlamına geliyordu. Haliyle, futbolda tekrar doğacaktı. Özgürlük ve futbol rüzgarı dünyayı kasıp kavururken Dünya Kupası rüzgarı ise pek İngiltere’ye vurmuyordu. Ne de olsa onlar futbolun mucidiydi! Ve, diğerlerinin oynadığı oyun sadece basit birer kopyaydı. İngilizler, bu kibirli hallerinin cezasını şov yapmak isterken feci bir şekilde ödediler. Macaristan’a kaybeden İngilizler bunu Hidegkuti isimli Macar oyuncunun “WM” (3-2-2-3) taktiğine uymayan bir yerde oynamasına dayandırıyordu. Futbol değişiyor… Ve, baba çocuğunun değiştiğini görmek istemiyordu. Fakat, bu değişimi özümseyen elbette birileri vardı; Eski Manchester City ve Liverpool futbolcusu Matt Busby…

Busby, 1945 yılında devraldığı orta sıra takımı olan Manchester United’ı değiştirip, geliştirerek kıta oyununa adapte etmek istiyordu. Artık yavaş yavaş paranın konuşmaya başladığı bir oyunda doğru taktik kullanımı ve doğru oyuncularla başarının geleceğine inanıyordu. Fakat, bu hiç kolay olmayacaktı. Doğru bileşenleri bir araya getirseniz bile düzgün bir harmoni koymadıkça ortaya doğru müzik çıkmayacaktır.

Busby Babes

Filmin bu ön anlatım bölümünü ileri sardığımızda takvim yaprakları 1954 yılını gösteriyordu. United’ın kapısından girecek bir genç, hem Busby’ye aradığı virtüözü verecek hem de -ufak bir spoilerın kimseye zararı olmaz- kraliçenin önünde kaldırılacak Dünya Kupası için Alf Ramsey’ye ilham olacaktı. Genç takımların, as takımları beslemesi gerektiğine inanan Busby bu kuzeyli çocuğu gördüğü an aradığı kanı bulduğunu anlamıştı. 1956 yılında ise onu Düşler Sahnesi’nin yıldızı yapmıştı. Bobby Charlton’ı sahada diğerlerinden ayrılan farklı bir oyun tarzı olduğunu anlaması çok uzun sürmemişti Busby’nin. Bobby, sahayı 360 derece görebiliyor, çevre kontrolünü yapıyor ve fiziksel bir futboldan ziyade daha çok tekniğiyle iş bitiriyordu. Bu özellikleri onu sanki zaman makinesi ile gelecekten gelmiş gibi gösteriyordu. Duncan Edwards, Eddie Colman, David Pegg, Liam Whelan gibi yetenekli ve genç oyunculardan oluşan United, bundan sonra “Busby Babes” olarak anılmaya başlamıştı.

1956-57 sezonu Busby Babes’in ve Bobby’nin zirve yıllarından biri olmuştu. Oynadıkları ezici futbol onları lig şampiyonu yapmış ve Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na taşımıştı. Ancak, yazının başında belirttiğim gibi tüm mitolojilerde karşımıza çıkan yok oluş ve başlangıç imgesi bu pırıltılı anlara bir darbe vuracaktı. Her ne kadar İngilizler dünya futboluna Macar felaketleri sonrasında adapte olma kararı alsalar da hala ülke içi başarıları kıtasal başarılara yeğliyorlardı. Busby gibi vizyonerler ise dünyaya açılmanın hesaplarını yapıyorlardı. Bu amaçla Avrupa’da da iyi bir ritim bulan Manchester United, çeyrek final ilk maçında 2-1 yendikleri Kızılyıldız karşılaşması için Belgrad’a gidecekti. Belgrad’da çekişmeli geçen maçın sonunda 3-3’lük beraberliği alan United için her şey güzel gidiyordu. İyi bir takım, iyi futbolcular, iyi bir teknik adam ve doğru futbol…

Münih Felaketi

İngiliz Futbol Federasyonu, Kızılyıldız maçından kısa bir süre sonra oynanacak lig maçı için United’a baskı yapıyordu. Hava durumu kötüydü; risk alındı ve uçak zar zor uçuşa geçti. Almanya’nın Münih şehrinde yakıt ikmali yapmayı başaran uçak tekrar kalktı ve ne yazık ki bir daha inemedi! 6 Şubat 1958 günü futbol tanrıları en parlak oyuncuları yanına almak istemişti. 8 cenazeyle İngiltere’ye dönen United, artık küle dönmüş bir devdi.

6 Şubat 1958 – Münih Hava Felaketi.

Matt Busby, Bobby Charlton ve birkaç kişi kazadan kurtulmayı başarmışsa olsada otoritelerin o zamana kadar oynamış en büyük İngiliz futbolcu olarak gördükleri Duncan Edwards ve birçok takım arkadaşı hayatını kaybetmişti. Bu olaydan sonra toparlanmak ve yeniden oyuna dahil olmak Bobby Charlton için çok zor olacaktı. Bitmiş ve verimliliğinin zirvesinde olan oyuncuları kaybeden bir kulübü yeniden ayağa kaldırmak oldukça yorucu bir süreç olsa da mitolojik varlıkların yaptığı gibi yaptılar. Küllerinden tekrar doğdular.

Zümrüdüanka 

Takıma yeni oyuncular dahil olmuş ve acılar yüreklere gömülmüştü. Busby uzun bir tedavinin ardından görevine geri dönmüştü. O sezondan sonraki ilk sezonda Manchester United, Bobby’nin de katkılarıyla toparlanma emareleri göstermeye başlamıştı. Ligi yedinci sırada tamamladılar. Küller toplanmaya başlamıştı. Ve, Nobby Stiles da takıma katılmıştı. Bu hamle Bobby’nin esas mevkisine yani santraforların arkasına doğru hareketlenmesine olanak sağlamıştı. 1963’te bitti denilen United, FA Cup’ı kazanarak geri dönüşün ilk emarelerini gösteriyordu. ’63-64 sezonun başında ise George Best takıma dahil oldu. Bu haylaz yaşayan yetenekli futbolcu ile İskoç golcü Denis Law’un da takıma katılmasıyla yeni trio oluşmuştu. Oda orkestrası kıvamında resitaller Düşler Tiyatrosu’nu dolduranları büyülüyordu.

1966 yılı hem İngilizler hem de Bobby için çok önemli bir yıldı. O meşhur kazanın üzerinden geçen 8 senede çalkantılardan, depresyonlardan ve yok oluştan futbol sayesinde kurtulan Machester United, ’65-66 sezonunu şampiyonlukla tamamlamıştı. Kıpkırmızı kanatlarıyla küllerinden tamamen kurtulan anka ve mitolojik kahramanımız Bobby için bu harika bir duyguydu. O senenin yazıysa çok daha muhteşem olacaktı. Yukarıda değindiğim gibi kendini futbolun mucidi gören İngilizler, Macar faciasından sonra dünyaya entegre olmak ve oyunu tekrar sahiplenebilmek için dünya kupalarına katılır hale gelmişlerdi. Hatta sadece katılmak yetmemiş 1966 Dünya Kupası’nı “It is Coming Home” sloganlarıyla kendi evlerinde düzenleme şansına da erişmişlerdi. Takımın başındaki Sir Alf Ramsey klasik bir İngiliz futbolu oynamayı arzulasada işler değişen dünyaya ayak uydurmayı zorunlu hale getiriyordu.

It Is Coming Home

Uzun yıllar WM oynamış İngilizler, 1958 ve 1962’yi kazanan Brezilya ve onların moda dizilişi 4-2-4’ü kullanmak istiyordu. Görece zayıf takımları yenmek için çok uygun olan 4-2-4 güçlü ekipleri yenmek konusunda epey zorluk çıkarabilir hatta elenmeye bile sebep olabilirdi. Konu üzerine uzun uzun düşünen Ramsey kanat oyuncularından feragat edip orta sahayı kalabalıklaştırarak forvet arkasında Bobby Charlton’ın yaratıcılığına ve Greaves’in bitiriciliğine güveniyordu. Orta sahayı ise Stiles’ın bitmeyen enerjisi üzerinden düşünmüştü. Kalede Gordon Banks gibi zamanın ilerisinde bir kaleci ve savunmanın ortasında ise Bobby’nin kardeşi Jack ve takımın patronu Bobby Moore olacaktı. Formüller her ne kadar kağıt üstünde mantıklı olsa da futbolu diğer sporlardan ayıran en temel şey bir sürü bilinmezle dolu olmasıydı. Ve, turnuvanın başlangıcında bir felaket olarak görülmüş olsa da olan oldu. Takımın golcüsü Greaves sakatlandı…

Greaves mükemmel bir golcü olsa da takım oyununa yatkın olmamasıyla meşhur bir oyuncuydu. Ayrıca, Hunt ve Greaves ikilisi oyun içerisinde birbirinin alanlarına çok müdahil oluyor, bu durumda Charlton’ın top dağıtımını ve savunmadan atılacak uzun topların hedefini bulamamasına neden oluyordu. Sir Ramsey, Hunt’ın yanına daha uzun olan ve hava hakimiyetiyle meşhur Hurst’ü yerleştirdi. Bu hamle takımın akıcılığını arttırdığı gibi Bobby’nin de oyunu daha rahat kontrol etmesine yol açmıştı. Hurst’ün hava topu üstünlüğünü egale etmek isteyen rakipler Charlton’ın, Hunt’ı kaçırmasına engel olamıyorlardı. Bobby, seyrekleşmiş saçlarını savurarak adeta bir Anka Kuşu gibi izleyenleri doyuruyordu. Şov hız kesmeden devam ediyordu. Grup aşamaları geçildikten sonra, çeyrek finalde sert Arjantin çekişmeli bir maçın sonunda elenmişti. Yarı finalde Eusebio’nun taşıdığı Portekiz, Bobby’nin iki golüyle saf dışı bırakıldı. Ve, finalde her dünya kupası finalinin daimi konuğu olan Almanya’ya rakip olundu. Bu maç dünya futbol tarihinde bir klasik halini almıştır. Hurst’ün hala tartışılan golüyle uzatmaya giden maçı kazanan İngiltere, Jul Rimet Kupası’nın sahibi olmuştu. Moore, Bobby ve Hurst omuzlar üzerinde “It Is Coming Home” diye bağırıyorlardı.

Mutlak Zafer

Dünya Kupası şampiyonu olarak United’ına dönen Bobby Charlton kariyerinin son dönemine girmişti. Artık, şampiyon olma zamanı gelmişti. Charlton, Best ve Law’dan oluşan United üçlüsü muazzam bir sezon geçirdi ve 9 sene önce yıkıcı kazayı atlatan Busby ve Charlton ikilisi sonunda bıraktıkları yere geri dönmüşlerdi. Ligi şampiyon tamamlayan kahramanlarımız, bu sefer bir travmayı değil zaferi yaşayacaklardı; Avrupa Kupası! Artık, zaman değişmişti ve uluslararası başarı zamanı gelmişti. Sırasıyla Hibernians, Sarajevo, Zabrze ve Real Madrid saf dışı bırakıldı.

Finalde, Dünya Kupası yarı finalinde milli takıma zor anlar yaşatmış olan Eusebio’nun takımı Benfica rakip olmuştu. Bu maç Sir Matt Busby’nin ne denli büyük bir taktik deha ve Bobby Charlton’ın nasıl bir futbol sanatçısı olduğunun güzide örneklerinden biriydi. Adeta modern bir 10 numara gibi sahanın her yerinde oyun kuran, boş alanlara öldürücü paslar atan ve takım arkadaşlarını yöneten Bobby Charlton bu muhteşem performansını 2 golle süslemeyi başarmıştı. Yine Wembley’de hüsrana tanıklık eden Eusebio ise Charlton’ın elini sıkmakla yetinmişti. 10 yıl önce takımının yarısını kaybeden Busby, bitti gözüyle bakılan United ve futbola küsen Bobby, Avrupa’nın kulüpler düzeyindeki en büyük kupasını, uğrunda seyahat ederken yaşadıkları trajediyi hatırlarcasına kaldırıyorlardı.

İşte hayat böyledir sevgili okuyan… Bitişler, yok oluşlar, hezeyanlar, trajediler ve daha birçok kötü olay… Hayat, bittiği yerde tekrar başlayan devinimsel bir yolculuktur. Mitolojiler ve onların yarattığı anlatımlar ise bize bu yeniden doğuşu her an hatırlatan epik anlatımlardır. Sir Bobby ve Manchester United hikayesi modern bir miyolojiden başka hangi bağlamda okunabilir ki? Hem de Olimpos’u andıran Old Trafford’un önündeki heykellerine bakarken bu yaşayan en büyük İngiliz oyunculardan birine saygısızlık olmaz mı?

Can Bilge

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin