Futbolun dominant takımları dönem dönem değişiklik gösterebilir. Bir de bu takımların arasında bazı demirbaş takımlar vardır. Barcelona da bunlardan biri ya da biriydi… 2000’li yıllarla beraber Ronaldinho, Şampiyonlar Ligi zaferleri ve La Masia’dan yetişen isimlerle sempati toplayan Barça, son birkaç yılı sarsıntılı geçirdi. Hatta hala daha ekonomik bir sorun söz konusu. Kulüp, şu anda bir iyileşme sürecinde ve süreci eskilerden tanıdığımız tanıdık bir isim yönetiyor; Joan Laporta.
Elefant Bau
Luis Figo’nun Real Madrid için Barcelona’dan ayrılmasıyla beraber dönemin başkanı Joan Gaspar, koltuğunun salladığını hissetmeye başladı. İspanyol futbolunda sahne artık Real Madrid ve Valencia’ya aitti. Camp Nou’da sallanan beyaz mendillere daha fazla direnemeyen Gaspar, 2003 yılının henüz başında istifasını verdi. Adaylardan biri, Elefant Blau* hareketinin de öncüsü avukat Joan Laporta idi. Bu hareketin amacı, eski başkanlardan Josep Nunez dönemindeki harcamalara bir “dur” demekti. 150 milyon avro borcu bulunan kulüp, zarar ede ede yükünü daha da çoğaltıyordu. O dönemde başarılı olamayan Laporta, şeytanın bacağını 2003’teki seçimlerde kırdı. David Beckham transferinin vaadiyle başlayan süreç, Ronaldinho ve Rüştü Reçber ile devam etti.
İngiliz yıldız Real Madrid’in Los Galacticos projesine katılsa da Ronaldinho, sonraki 5 yılda Katalan taraftarları fazlasıyla mutlu etti. Yedek kulübesinde de radikal değişiklikler yapıldı. Johan Cruyff döneminde Şampiyonlar Ligi kupasını kaldıran forvet Txiki Begiristain sportif direktör, Hollandalı Frank Rijkaard ise teknik direktörlük koltuklarına oturtuldu. O dönemde Cruyff’un Barcelona ile resmi bir bağı olmasa da kulüp iç işlerinde söz sahibi bir isimdi. Ajax günlerinde kavgalı olsalar bile Rijkaard’ın bu görev için uygun bir isim olduğunu kabul etti. Barcelona’nın genlerine işlenen bir total futbol kimliği vardı ve bunu hatırlatacak isimler ise bu kültürle oynayanlar olabilirdi ancak.
Paris’te Gece Yarısı
Laporta’nın önündeki en büyük meydan okuma Barça’yı içinde bulunduğu ekonomik bataklıktan kurtarmaktı. Bu bağlamda, sağ kolu olan Ferran Soriano ile beraber kulüp üye sayısını arttıracak bir projeye imza attı. Soriano, taraftarların ve üyelerin kulübe olan bağlılığını farkındaydı. Artan üye sayısı ve yıllık aidatlar; kulübe elle tutulur bir gelir sağlamak demekti. Bu süreçte, saha dışında atılan adımların başarılarla desteklenmesi gerekliydi. Aksi halde Laporta ve yönetiminin gayreti yetersiz kalacaktı. 2003-04 sezonunun son haftasında Blaugrana** Şampiyonlar Ligi biletini kapmak için önemli bir avantaj sağladı. Takip eden iki sezonda kazanılan La Liga ve 2006 Mayıs’ında Paris’de kazanılan Devler Ligi şampiyonluğu Katalanların geçirdiği başarısız yılların tesellisi oldu. Sadece üç sezonda, Laporta yönetimindeki Barcelona yıllık gelirini iki katına çıkarmayı başardı.
Paris’teki sihirli geceden sonra Rijkaard’ın Barcelona günleri sancılı geçti. 2008 yılına kadar şampiyonluğun tek ismi Real Madrid oldu ve sonrasında Hollandalı çalıştırıcı ile yollar ayrıldı. Yerine, Barcelona B Takımı’yla antrenörlük tecrübesi kazanan eski kaptan Pep Guardiola getirildi. Rijkaard ile temeli atılan Cruyff değerlerine dönüş fikri Pep ile zirveye çıktı. Katalan hoca ile Barça, ilk sezonda treble***, ikinci sezonda ise La Liga şampiyonluğunu yaşadı. Laporta, attığı doğru adımlarla Barcelona’yı kaotik ortamından kurtarıp her oyuncunun hayali olan cazip bir takıma çevirdi. Fakat başlangıçlar olduğu kadar sonlarda vardı hayatta. 2010 Temmuz’unda Laporta, başkanlık koltuğunu Sandro Rosell’e devretti.
Her İhanet Sevgiyle Başlar
Sandro Rosell, 2003 yılına kadar Nike bünyesinde Brezilya’da çalışan İspanyol bir iş insanıydı. Elefant Blau hareketi sayesinde, Joan Laporta ile tanıştı ve 2003 yılında asbaşkan oldu. Bu günlerde tanıştığı Josep Maria Bartomeu ile yakın bir arkadaşlık kurdu. Bartomeu ise Barcelona’da birkaç sezon basketbol oynamış ama takımda tutunamamış bir isimdi. Laporta döneminde Barcelona’ya basketbol şube sorumlusu olarak geri döndü. Görevi devraldıktan bir buçuk sene sonra, Manolo Flores’in baş antrenör olarak tanıtıldığı basın toplantısında Laporta’yı hedef alan sözleri ile kulüpteki birlik havası bozuldu. Bu sözlerin ardından Sandro Rosell, Bartomeu’yu destekledi ve ikili yönetimden istifa etti. İlerleyen yıllarda Rosell, Laporta yönetimini şeffaf olmamak ve otoriterlik ile suçladı.
2010 yılında Sandro Rosell, koltuğu Laporta’dan devraldı. Bartomeu ise asbaşkan olarak kulübe geri döndü. Rosell, Laporta’nın kurduğu düzenin sıkıntısız bir şekilde işlemesini sağladı. Onun döneminde de Barcelona, şampiyonlukların en büyük adayıydı ve bu dönem de zaferler yaşandı. Pep Guardiola kazanılabilecek her şeyi kazandıktan sonra 2012 yılında takımdan ayrıldı. Yerine yardımcısı Tito Vilanova getirildi ve Tito da kazanma kültürünü yaşatan isim oldu. O sene Real Madrid ile verilen mücadele sadece saha içinde değildi; Santoslu genç yetenek Neymar’ın transferi için de kıyasıya bir mücadele söz konusuydu. Futbolseverlerin tırnaklarını yiye yiye takip ettikleri bu transfer, Brezilyalı’nın Barcelona formasını giymesiyle son buldu. Keza Sandro Rosell’in başkanlığı da.
İspanya’da yayılan iddialar, Barcelona’nın, Neymar transferi sırasında yolsuzluk yaptığı yönündeydi. Bu iddialar sonucu Sandro Rosell aleyhine dava açıldı ve Rosell, başkanlıktan istifa etti. Halefi olan Josep Bartomeu, bu iddiaları onayladı ve yapılan yolsuzlukları teker teker açıkladı. Tıpkı Sandro’nun yaptığı gibi, o da bir zamanlar beraber çalıştığı selefini devirdi. Nisan 2014’te FIFA, genç oyuncuların kaydında yapılan usulsüzlükler gereği Barcelona’ya transfer yasağı verdi. Krizi fırsata çeviren Bartomeu, bunun La Masia’ya karşı bir hareket olduğunu belirterek büyük bir destek topladı. Yasağa rağmen o yaz Luis Suarez, Liverpool’dan Barcelona’ya transfer oldu. Bir diğer eski kaptan Luis Enrique’nin hocalığında Blaugrana, tam 6 yıl sonra 2015’de bir trebleye daha imza attı. Rüzgarı arkasında hisseden Bartomeu, olağanüstü seçim ilan etti ve Joan Laporta’nın da aday olduğu seçimden zaferle ayrıldı.
Bartomeu’nun Düşüşü
Hayatın heyecanı, hiçbir şeyin her zaman iyi gitmemesinden kaynaklanır. Kaosu yönetebildiğimiz kadar hayatımızın iplerini de elimizde tutarız. Yoksa yaşanacak iyi günlerin de bir manası olmaz, tükeniriz. 2017 yılında Neymar’ın ayrılık isteği ve Paris Saint-Germain’e transferi Bartomeu’nun ilk sınavı oldu. Brezilyalı yıldızını elinde tutamazken onun yerine alınan Ousman Dembele, Antoine Griezmann ve Philippe Coutinho için ödenen yüksek bonservis bedelleri Barcelona’yı derinden sarstı. Ödenen bonservislerin yanısıra kadronun toplam maaşı giderlerin yüzde 81’ini oluşturmaktaydı. Finansal Fair Play uygulaması ile beraber daha sıkı bir denetim uygulayan UEFA’nın azami oran önerisi ise yüzde 70’di. Pandemi sırasında yaşanan gelir düşüşüyle beraber kulübün borcu milyar dolar gibi meblağa yükseldi. Banka borçlarının da kısa vadeli olduğunu göz önünde bulundurursak asırlık çınar Barcelona için iflas çanlarının çaldığını söyleyebilirdik. Elbette bu ekonomik kriz “Espai Barça”**** projesini de vurmuştu.
Ekonomik anlamda kontrolü kaybeden başkan, takım içinde memnuniyetsizliklerini dile getiren oyuncuları karalamak için, bir sosyal medya ekibi kurdu. Barça’nın sembol ismi Lionel Messi’nin de takımdan ayrılmak istemesi, Bartomeu’nun koltuğunu iyice salladı. Treble kadrolarının yıldız ismi Xavi’ye, hayalini kurduğu Barcelona teknik direktörlüğü teklif edilmesine rağmen “henüz erken” diyerek teklifi geri çevirdi. Bir dönemin en cazip kulübü olan Barcelona, artık kimsenin içine girmek istemediği, kaotik bir ortama sahipti. Taraftarın salladığı beyaz mendillerle Josep Maria Bartomeu, 27 Ekim 2020’de istifasını verdi. Bu sıkıntılı süreçten sonra, tıpkı 2003’teki gibi kolları sıvayan isim Joan Laporta oldu.
Geçmiş Değil Bugün Gibi
Laporta, karşılaştığı tablo karşısında hızlıca aksiyon gösterdi. Önce banka borçlarını yeniden yapılandırdı, ardından maaşlarında indirime gitmeleri için oyuncularla görüştü. Bu Barça’ya kısa vadeli de olsa bir nefes aldırdı. 2021-22 sezonunun ardından ise Barselona şehrinin ikonik stadyumu Camp Nou, isminin önüne reklam alarak “Spotify Camp Nou” olarak değişiklik yaşadı. Dört yıllık isim hakkının yanı sıra forma sponsorluklarını da alan Spotify, Barcelona’ya toplamda 280 milyon avro gelir elde ettirdi.
Lionel Messi ile kurduğu diyalog sayesinde, kaptan artık daha mutluydu ve ayrılık fikirlerini unutmuştu. Ama, ekonomik enkaz hala oradaydı ve halının altına süpürülecek cinsten de değildi. Maaş yüzdesi azaldıysa da tablo, yeni oyuncuların La Liga bünyesinde lisanslanmasına yeterli değildi. Takımın en yüksek maaş alan ismi olan Messi ile Barcelona istemeye istemeye yolları ayırdı. Ancak, Barcelona kültürünü yaşatacak olan isim hemen bulundu. Bartomeu döneminde gelen ve taraftarların oynattığı futbolu eleştirdiği Ronald Koeman’ın görevine son verildi. Zamanında “henüz erken” cevabını veren Xavi, polo yaka tişörtüyle Camp Nou’nun yedek kulübesine geçti. Katar’da oynattığı futbolla prime Barcelona günlerinden kesitler sunan Katalan hoca, geçtiğimiz sezon Barça klasına nazaran düşük kalibredeki isimlerle de bu kültürü yaşatmaya çalıştı. Sezon sonunda ligi ikincilikle bitirerek bunun meyvesini de aldı.
Barcelona’nın transfer döneminde yaşadığı en büyük problem La Liga’nın müsade ettiği harcama limitleri idi. Gelirden borç ve giderlerin çıkarıldığı denklemde takımların bulunduğu konuma göre harcayacakları miktar belirlenir. Eğer gelir, borç ve giderleri karşılamaya yetmezse, o takım gelirinin çeyreği kadar harcama yapabilir. Fakat, oyuncunun lisansı için gelir ile gider+borç dengesi muhakkak sağlanmalı.
Yeni Barcelona
Gelenlerin içinde en flaş isim şüphesiz Robert Lewandowski’ydi. Bayern Münih ile Bundesliga’yı domine eden, Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Polak golcü, Bavyera takımıyla inişli çıkışlı bir ilişkiye sahipti. Zaman zaman ayrılık isteğini dile getirse de Bayern yönetimi bunun gerçekleşmesini bir şekilde engelledi. 2020 yazında kazanılan Devler Ligi şampiyonluğu biraz suların durulmasına sebep oldu. Ama Robert, artık yeni bir arayış içindeydi ve onu isteyen Barcelona için Oliver Kahn’ı defalarca karşısına aldı. Temmuz’un ortasında, aylar süren görüşmelerin sonunda Lewa, 45 milyon avro karşılığında İspanya’ya doğru yol aldı.
2021 yılında Mikel Arteta ile konuşup futbola olan sevgisini kaybettiğini dile getiren Hector Bellerin, o yaz Real Betis’e kiralanmıştı. Kökeni Sevilla’ya dayanan ve Betico***** olan ailesi, bu anlam arayışının merkezindeydi. Betis ile çok iyi bir sezon geçirip Kral Kupası’nı kazanmayı başardı. Bu arayış sonrasında Bellerin artık hayallerini gerçekleştirmek için sahada tekrar koşmaya karar verdi ve akademisinde yetiştiği Barcelona’ya geri döndü. Chelsea’den Andreas Christensen ve Marcos Alonso; Milan’dan Franck Kessie bedelsiz olarak takıma katıldılar. Leeds United’dan Raphinha 58, Sevilla’dan Jules Kounde ise 50 milyon avro karşılığında transfer edildi. Kounde transferi sırasında harcama limitine takılan Barcelona, yayın haklarının yüzde 25’ini, lisanslama ve mağazacılık şirketinin de yüzde 49’unu satarak ibreyi gelirlerin yönüne doğru çekti.
Joan Gamper, Barcelona’yı kurduğunda sadece Antik Yunan meraklısı sportif bir gençti. Kurduğu kulüp dünya küçüldükçe ve bilgi ulaşılabilir oldukça büyüdü. Dünya’nın bir ucundaki odalarda Camp Nou’nun fotoğrafları yapıştırıldı, bilgisayarlara Ronaldinho videoları indirildi. Yıllar geçse de Barcelona’nın itibarı hep en yükseklerde oldu. Fakat bu sezon büyük bir önem arz ediyor. Ya bildiğimiz Barça geri dönecek ya da geçmişteki hatalarıyla kulüp kendi sonunu getirecek, tıpkı kurucusu gibi.
* Elefant Blau: Mavi Fil
** Blaugrana: Lacivert-kızıllar
*** Treble: Bir sezonda üç kupanın kazanılması
**** Espai Barça: Barcelona’nın futbol A takımı, basketbol takımı, futbol akademi takımları sahalarını ve kulüp müzesi ve mağazasını bir bölgede toplamak için yapılan proje
***** Betico: Real Betis taraftarlarına verilen isim