İnsanoğlu, oyun oynamayı icat ettiğinden beri kazanmayı hedeflemiştir. Aslında av organizasyonlarını simüle etmek ve sosyalleşmek için icat edilmiş olduğunu varsaydığımız oyun oynama alışkanlığımız bitmek tükenmek bilmeyen kazanma arzumuzu da tatmin etmek için ortaya çıkmıştır. Hepimiz, hangi oyunu oynarsak oynayalım kazanmak isteriz. Haddi zatında tüm oyunların temelinde de kazanmaya giden yolda izlenilen stratejiler yatar. Satranç, tavla, go gibi kadim oyunlardan monopoly, jenga ve diğer oyunlara kadar uzanan resimde tüm oyuncular ya belli kalıpları kullanırlar ya da o an ortaya çıkardıkları rastgele stratejilerle rakiplerini alt etmeye çalışırlar. Oyun ne olursa olsun hepsinin iki tarafı vardır; saldıran ve savunan!
Peki bir savaş nasıl kazanılır sevgili okuyan; bunu hiç düşündünüz mü? Yine mantık aynıdır. Toplu olarak yaşamaya başladığımız günden beri en önem verdiğimiz şey güvenliğimizdir. Canımız, malımız, ürünlerimiz, çocuklarımız ve diğer tüm varlığımız bütünü takip edecek dönemde sadece iyi korunmayı talep etmiştir. Savunmak, tarih boyunca karşılaştığımız en önemli olgulardan bir tanesidir. Kendimizi savunmak için kaleler, burçlar, surlar, kızgın yağlar ve adını daha buraya sığdıramayacağım pek çok şey kullandık. Paragrafın başındaki sorunun yanıtı da doğal olarak ortaya böylece çıkmış oluyor; savaşı kazanmak için savunmanın zincirlerini kırmanız lazım. Dolayısıyla denilebilir ki; savaşın esas noktası savunmaktır. En iyi savunmayı ise en iyi taktiksel zekalar yapar.
Futbol ise ne savaştır ne de bir oyundur; Bill Shankly’nin dediği gibi bundan çok daha fazlasıdır. Oynanmaya başladığı günden beri de tüm bu kadim gelenekleri kendi içinde toplamayı başarmıştır; hücum etmek ve savunma yapmak. Futbol, antik geleneklerin hepsini kendi potasında eriten nev-i şahsına münhasır bir oyundur. Rivayetlere göre ise bir İngiliz icadıdır. Peki taktikler kimin icadıdır? İşte o İtalyanlara aittir. Oyunun en kritik noktalarında İtalyan izini görürüz. Belki artık tartışmaya açık bir konu olsa da savunma işini ve savunmacı yetiştirme işini onlardan daha iyi yapan bir futbol ülkesi daha sayabilir miyiz, bilmiyorum. Bunu nasıl başardıkları ise tartışmaya açık değil; oyun İtalya’ya geldiği günden beri hep üstüne düşünülen ve strateji geliştirilen bir hal almıştır. En iyi heykeltıraşların ülkesine bir mermerin geldiği gibi gelen futbolun içindeki güzellikleri ortaya çıkarmışlardır.
Verrou
Oyunun iki yönünde de başarılı olan İtalyanların hücum yönünü daha sonra inceleyeceğimi varsayarsak, şimdi onlara titrini veren asıl noktaya eğilmek gerekiyor. Savunmayı bilenlerin ülkesinden dünyanın en mümtaz savunmacıları çıktı ama tek başına iyi bir oyuncu size bir şey kazandırmaz. Yapılar ve taktikler, geliştirilen stratejilerle bu savunmaları işlevsel kılar.
Şaşılacak şey olsa da tüm bu İtalyan savunmacılığı konusunun altından bir İsviçreli olan Karl Rappan çıkar. 1930’larda Servette’ye hoca olduğunda takımın yarı profesyonel olması ve yetenek baremi olarak biraz eksik olması onu yeni arayışlara itmiştir. Oyun kurmanın pek konuşulmadığı o tarihlerde, İngiliz Chapman’ın orta sahayı daha kalabalık tutup oyunun kontrolünü sağlamaya yönelik W-M’i gitgide popüler olunca rakiplerin de zorluk seviyesi giderek artmaya başlamıştı. Geriden daha rahat çıkmayı isteyen Rappan 2-3-5’in kanat oyuncularını geri çekip haf bekleri de savunmanın iki kanadına çekerek oluşturduğu 4’lü hatla oyunu daha rahat kurabileceğini düşünmüştü ve kurdu da… Verrou (sürgü) denilen taktikle önce Servette ve ardından Grasshoppers’la şampiyonluklar yaşayarak savunmanın da en az hücum kadar önemli olduğunu ilk gösteren kişi olmuştur.
Verrou, futbol dünyasında giderek yaygınlaşıp, arka taraf 4’lü kurgulanarak geriden oyun kurmaya ve savunmaya verilen önem daha da arttı. 1930’larda Puzzo’nun, Method’uyla taktik düşünmeye erken başlayan İtalyanlar, Rappan’ın oyunundan çok etkilendiler ama bir eksik vardı; W-M formasyonunda geriden 3’lü kurulan oyunda tek stoper kullanmak rakibin hızlı atakları karşısında bir defo yaratıyordu. Ayrıca, yine geride savunmacı olarak kullanılan oyuncuların teknik kapasite olarak yetersizliği erken dönemden beri pas oyunu oynamak isteyen İtalyan hocaların açmazlarından biri haline gelmişti. Sorun çok belliydi ama nasıl çözülecekti? Bu konuyu kara kara düşünen Salernitana takımın hocası Gipo Viani’nin imdadına izlediği balıkçılar yetişmişti.
Balıkçı Ağlarından Cateneccio’ya
Denize ağ atan balıkçılar, kıyıya geldiğinde ağlarını boşaltırken Viani’nin dikkatini yakalanan balıklar kaçmasın diye ana ağa bağlı olan yedek ağ çekmişti. İşte bulmuştu. Yetersiz kalan savunmanın arkasına hem oyunu hızlı kurmak hem de rakibin hızlı forvetlerinin baskınlarını süpürmek için fazladan bir oyuncu daha atacaktı. İtalyan Cateneccio’su doğmuştu. Viani’nin teorisi dünya futbolunda yeni bir fenomenin doğuşunu hazırlamıştır: liberolar. Bugün baktığımızda savunmanın en arkasında duran ve stoper mi yoksa oyun kurucu mu olduğunu anlayamadığımız bu futbol sanatçılarını anlayabilmek için ise rotayı İtalya’nın kuzeyine kırmamız gerecek; bayanlar, baylar karşınızda Helenio Herrera ve Nereo Rocco!
Bakıldığında işlem kolay gibi duruyordu lakin Viani’nin elinde olmayan cevher bu iki dâhinin elinde vardı ve onlar da ortaya yeni çıkan bu taktiksel devrimi nasıl uygulayacaklarını bilen zihinlerdi. İki farklı versiyonu olan Catenaccio, Herrera’nın elinde –her ne kadar kendisi yıllarca bunu reddetmiş ve oyununun taklitçileri tarafından aşırı savunmacı yansıtıldığını düşünse de- katı savunmaya, Rocco’nun elinde akışkan bir pas oyununa dönüşmüştür. Temelde ise bugünün futbolunda hepimizin istediği geriden oyun kurabilen savunma oyuncuları vardı; Herrera’da Burgnich ve Rocco’da Cesare Maldini.
Savunma Sanatı
Savunma sanatının inceliklerini gösteren ve bu oyunla avrupa kupası kazanan Herrera’nın, Inter’inde geriden oyun kurma görevini aynı zamanda takımın liberosu olan Picchi yapıyordu. Burgnich’in görevi ise belliydi; top geçebilir ama adam asla geçemezdi. Geriden oyun kurma ve savunma görevlerini Picchi ve Burgnich’e emanet eden Herrera takımın göbeğine daha önce görev yaptığı Barcelona’dan getirdiği Luis Suarez’i ve önüne de fantisista olarak kullandığı Mazzola’yı yerleştirerek aslında iki teknik oyuncunun açığını kapatmayı amaçlamıştı. Savunmada Fachetti, Burgnich, Picchi ve Guameri 4’lüsünü tercih ederek dengeli hattı bozmuyor ve Fachetti’nin öne çıkışlarında geride bıraktığı diğer üçü Catenaccio’nun en doğru bilinen yanlışlarından birini ortaya çıkarıyordu; zihinlerimizde her zaman İtalyanlar 3’lü oynar düşüncesi buralara dayanır. Aslında Catenaccio’nun temeli 4’lü savunmadır. Genelde sol bekler ileri çıkar. Burgnich, Bergomi ve Collovati gibi sağ bekler geride kalarak üçlü bir hat oluştururlar. Herrera’nın taktiği de tam olarak buydu.
Nerea Rocco ise Catenaccio’sunu Rivera’ya yönelik kurmuştur. Cesare Maldini, Schnelinger gibi topla arası iyi olan liberolar kullanarak geriden daha rahat çıkıp topu Rivera’ya ulaştırmayı hedeflemişti. Aslında İtalyanların hiç alışık olmadığı bir tarzı olan Rivera kariyeri boyunca “zayıf, sıska, bücür, vitaminsiz” gibi ithamlara maruz kalsada Rocco, onun dilinden çok iyi anlamış ve neye ihtiyacı olduğunu çok iyi tespit etmiştir. Rivera’yı, Trapattoni ve üçüncü ciğeri olarak bilinen Lodetti’yle destekleyip arkasına da Maldini ve daha sonrasında ise Schnelinger gibi Backenbauer’in gölgesinde kalmış yumuşak oyun kurucularla destekleyerek takımın akışkanlığını üst seviyeye çıkarmıştır. Tüm bunlar geriden oyun kurmayı kolaylaştıran etkenler gibi dursa da aslında savunma arkasına koşular yapan forvetleri savunmak için ideal oyunlar ve bu oyunları oynayacak ideal oyuncuları bulmaktı.
Savunma Komutanı
Savunma futbolu bugün kulağa korkaklık gibi gelse de ve İtalyanlar hala katı savunma takımları gibi algılansa da 70’lerin sonu ve 80’li yıllarda ortaya çıkmış iki efsane aslında savunma yapmanın nasıl bir sanata dönüştüğünü defalarca kanıtladılar. Yıllarca Rivera’yla oynamış Trapattoni antrenör olduktan sonra Juventus’un başına geçince hocası Rocco’nun öğretileri üzerine inşa ettiği Juventus’unda savunmanın komutanı olarak Gaetano Scirea’yı seçmişti. Uzun boylu ve dik yürüyen Scirea, Backenbauer sonrası dünya futbolunun en efsanevi savunma oyuncusu ya da bir başka deyişle liberosu olmuştu. Cabrini, Scirea, Bonini ve Favero’dan oluşan Juventus savunmasında Scirea oyun kurma görevini ve geriyi süpürme işini başarıyla yerine getirmiştir. Hatta bu görevi o kadar başarılı yapmıştır ki 1982 Dünya Kupası’nda şampiyonluğa ulaşan İtalya’nın liberosu da o olmuştur. Oyunun bütün kurulum işini yerine getiren Scirea, önünde oynayan Tardelli, Oriali ve Graziani gibi oyuncuların elini rahatlatarak savunmanın görevini eksiksiz yerine getirmesini sağlamıştır.
Scirea’nın başarısı, diğer bir Rocco takipçisinin öğrencisi olan Di Bartolomei için pekiyi olmamıştır. Trapattoni’den sonra Rocco’nun ikinci yetiştirmesi Niels Liedholm yeniden yapılanan Roma’nın başına geçtiğinde 80’lere damga vuracak bir takım yaratacağını belki sık sık gittiği büyücüsü Maggi söylemiştir ama başarısında hiç şüphe yok ki Di Bartolomei’nin katkısı büyüktür. 1982 Dünya Kupası’nda ise Bearzot çok ciddi bir ikilemde kalarak Di Bartolomei’nin yerine Scirea’yı tercih etmiştir. Roma’daki sistem ise tıkır tıkır işlemiştir. Hatta o kadar tıkır tıkır işemiştir ki avrupa kupası finaline kadar gidilmiştir. Ancak, Liverpool’a diş geçirilememiştir. İtalyanların en büyük liberolarından birisinin ise sonu çok kötü olmuştur; 1994 yılında 10 yıl önce kaybedilen finalin yıl dönümünde gözyaşlarını akıttığı gün çok sevdiği Roma’sına intihar ederek veda etmiştir.
Modern Savunma
Savunmayı bir sanat yapan ve hatta moderniteye geçişi sağlayan isim ise Milano’dan çıkmıştır: Franco Baresi! Maradona’nın bir Milan maçından sonra formasını omzuna atarak: “Şu gördüğünüz forma Serie A’nın en iyi savunma oyuncusuna ait” dediği gerçek bir üstattır. 1977 yılında üstüne geçirdiği Milan formasını 20 yıl aralıksız giyerek gerçek bir istikrar abidesi olsa da onu özel kılan bazı şeyleri atlamamamız gerekiyor. Liberoların son büyük temsilcisi olarak savunma ve hücum geçişi arasında inanılmaz bir bağlantı kursa da harika pozisyon bilgisi onu döneminin diğer liberoları gibi daha sonra gerçekleşecek tandem devrimine karşı korumuştur. Catenaccio’nun esasında 4’lü savunma yapılarıyla oynandığını söylemiştik.
Fakat, 90’larda Ariggo Sacchi ve Capello gibi hocalar 4-4-2 yapısını daha çok kullanmaya başlamışlardı ki bu da catenaccionun şekil değiştirmesi anlamına geliyordu. Bağlantı yerini kompaktlığa ve savunma ise yerini hıza bırakıyordu. Artık daha sıkışık alanlarda hıza dayalı oynanan oyun savunmanın da bir hat olarak kurulmasını gerektiriyordu. İşte Baresi’yi diğer çağdaşlarından ayıran şey de buydu. 1.76’lık boyuna rağmen zamanlaması ve pozisyon bilgisi üst düzey olan oyuncu modern futbolda yeri kalmayan liberoların stoperliğe geçen az sayıdaki kişisinden biriydi. Tabii Milan da onun 6 numaralı formasını emekli ederek kendisine saygısını göstermiştir.
Geleneğin Son Harikası
Zaman değişse de bazı huylar asla değişmez sevgili okuyan. Hep iyi savunma oyuncularının ülkesi olan İtalya belki de bu geleneğini Cannavaro’nun Ballon D’or’u almasıyla taçlandırdı. 2006 Dünya Kupası’nda ikonik bir Catenaccio performansı izleterek bizi mest eden Marcelo Lippi’nin takımı; bu büyük geleneğin son temsilcisi olarak gösterilebilir. Tabi geleneği yaşatan sistemler olsa da sistemi oynayan oyuncular da öyle az buz oyuncular değildi. Takımın savunmasını Zambrotta-Materazzi-Cannavaro-Grosso dörtlüsünden kuran Lippi yıllardır atıl kalmış bir oyunun da modern versiyonunu izletmiştir.
Savunma yapısını ismini saydığımız oyunculardan kursa da aslında Materazzi, Nesta’nın olağan sakatlıklarından birinden sonra takıma girmiştir. Top çalma üstadı ve temiz ayaklarıyla geriden oyun kurma işini halleden Nesta’ya eşlik eden küçük dev adam Cannavaro, oscarlık performansını turnuva boyunca sürdürerek adeta savunma böyle yapılır dersi vermiştir. Gösterdiği şovla kendinden öncekilere selam çakan Cannavaro, büyük İtalyan stoperlerinin yanında yer almıştır. Fakat iş bununla kalmıyor! Cannavaro’nun mükemmel performansının yanında bir diğer sanatçı Nesta’nın da sakatlanması lakabı seri katil olan Materazzi’nin finalde yediği kafaya kadar uzanmıştır. Savunma en iyilere karşı yapılır ve İtalya da yaptığı gösteriyle bunun ne denli zor olduğunu defalarca kanıtlamıştır.
Tozlu Raflardan Çıkartılan Eski Defter
Şimdi yazının en başına dönme vakti… Bir savaşın nasıl kazanıldığı önemli midir sevgili okuyan yoksa esas olan zaferin zerafeti midir? Hayata başladığımız günden ve toplu yaşama adapte oluşumuzdan beri en büyük kaygımız kendimizi nasıl savunacağımızdır. Bir oyun olarak ortaya çıkan futbolda ise tüm bu temel içgüdülerimizi görürüz. Paolo Maldini, Giorgio Chiellini, Bonucci gibi sanatçılar İtalyan Catenacciosu ve savunmasının en mümtaz örneklerini defalarca sunarak savunmanın da bir zerafet işi olduğunu kanıtladılar. Peki, antik bir kahramanın yeniden ortaya çıkışı sizi heyecanlandırmaz mıydı? Futbolun değiştiği ve liberoların öldüğünü düşündüğümüz EURO 2012’de gördüğümüz şey tam olarak böyle bir şeydi… Geriden oyun kurulumunun ve pas oyununun zirve yaptığı yıllarda, İspanya’nın ve Barcelona’nın ismiyle müsemma tiki-taka’sının konuşulduğu dönemde Cesare Prandelli eski bir defteri açtı. Savunmadan topu çıkarmakta zorlandığını ve geriye çok adam kaçtığını gören Prandelli baskıdan kurtulmak için savunmanın en gerisine Daniele De Rossi’yi attı. Akıcılığı arttırmak ve baskıdan kolay kurtulmak adına yaptığı bu hamle, hem İtalyan savunmasını toparladı hem de İtalya’yı finale kadar taşıdı. Scirea’nın ruhu sanki De Rossi’de zuhur etmişti. Fakat olmadı. Zamanın yenilmez armadası İspanya’nın karşısında tutunamadılar ve biz de son kez liberolu bir İtalyan Catenacciosu izledik.
Futbolun artık günümüzde geldiği nokta hepimizi şaşırtmaya devam ediyor. Ayağı iyi kaleciler, bir orta saha kadar iyi pas yapan stoperler, sahte bekler, sahte forvetler ve daha niceleri… Hayat gibi futbol da devinim içinde ve yaratılan her şeyin hemen biraz sonrasında bir anti tezi üretiliyor. Hiç durmayan ve her gün gelişen bu oyunun her şeye rağmen değişmeyen iki kuralı var; savunma ve hücum yapmak. Tüm değişenlerin içinde değişmeyen bu iki fil ayağı, bize hala kaliteli savunma oyuncuları izletiyor ve İtalya bu konuda hala çok iyi…