İnsanın belki de en büyük kusuru, zamanın hızını tam anlamıyla algılayamıyor olmasıdır. Yıllar üstüne yıllar geçer ve geriye baktığınızda, zamanın su gibi akıp gittiğini gördüğünüzde, dehşete düşersiniz. Aynısı -dile kolay- 22 yılını Arsenal’e harcayan Arsene Wenger için de geçerliydi. Fransız teknik adam, bir Japon takımı Nagoya Grampus’tan gelip görevi devraldığında takvimler 1996 yılını gösteriyordu. O döneme kadar İngiltere’de çalışan yabancı teknik direktör sayısının azlığı ve görev için ismi anılanlar arasında Johan Cruyff gibi devlerin olması nedeniyle, Arsenal taraftarı ya yerli ya da adı çok büyük bir isim bekliyordu. Nihayetinde her ikisi de olmadı. Kuzey Londra ekibi radikal bir karar aldı. Kariyerini Japonya’da sürdüren ve İngiltere’de neredeyse kimsenin tanımadığı 47 yaşındaki Wenger’e imzayı attırdı. Bu gizemli Fransız, İngiltere topraklarına ayak bastığında taraftarın tepkisi “Arsene kim?” oldu. Sonrası ise malum…
“Arsene de kim?”
Ada topraklarında adı sanı bilinmeyen teknik adam için ne kadar kalabileceği üzerine bahisler başlamıştı. Hatta bankocuların tercihi çok da uzun süre kalamayacağı yönündeydi. Kazanmaya dair saplantısı dehşete düşürecek kadar yüksek olan “Profesör” lakaplı teknik adam, kısa sürede diğerlerinden farklı olduğunu göstermeye başladı. Öyle ki; futbolcuların ne yiyip içeceğine bile o karar veriyordu. İlk maçının devre arasında önde olmalarına rağmen futbolcularının bitkinliğine şaşıran Wenger, fizyoterapist Gary Lewin’e oyuncuların niye mutsuz göründüğünü sordu. Gary’nin cevabı ise; “Çünkü açlar” oldu. Kendi oyuncularının bile onun yöntemlerine alışması zaman alacaktı. En azından herkes öyle zannediyordu. 1997/1998’de ilk tam sezonunda duble yapınca soru işaretleri anında kayboldu. Artık İngiltere’de herkes onu çok iyi tanıyordu. “Sıkıcı Arsenal” lakabıyla yıllarca taraftarına ve futbol izleyicisine ızdırap çektirmesiyle ün yapan takımın maçları, herkesin diline pelesenk oldu. Bir dönemin “sıkıcı” Arsenal’i artık güzel oyunun en iyi örneklerinden birisine dönüşmüştü. Arsenal, Doktor Emmett Brown’ın DeLorean’ına atlayıp zamanın ötesine geçmişti.
Arsene Wenger, kitabında bahsettiği üzere hayatının o güne kadar olan kısmında farkında olmadan Arsenal’e hazırlandığını düşünüyordu. Fransa’da tecrübe ve başarı deposunu doldurmaya başladıktan sonra, Japonya’da mental eğitimini tamamlayıp, sonunda olgunluk dönemini geçirmesi gereken yere geldi. Oyunu enine boyuna düşünmüş ve nihai felsefesini oturtmuştu. Sadece kazanmak yetmezdi, diğerlerinden daha iyi kazanmalıydı.
“Sadece 1 tane Arsene Wenger var”
“Topçular”, 2002/2003 sezonuna şampiyon takım olarak başlarken; Profesör, kazanmakla yetinmeyeceğini ve en iyi kazanan olacağını dile döktü. Sezon başında “Bir sezonu yenilgisiz tamamlamak imkânsız değil. Bu neden garip geliyor, anlamıyorum” demişti. İddiasını bir sezon sonra kanıtladı ve 115 yıldır yapılamayanı yaptı. Artık taraftarı ondan sadece 1 tane olduğuna emin olmuştu. Futbolun beşiğinde taraftarlar, Fransa’nın küçük bir komününde büyük hayallerle büyüyen bir adamın o hayalleri gerçeğe dönüştürmesine şahit oluyor, adına besteler yapıyordu.
Hayatında hep ileriyi düşünen ve geçmişe dair saplantılara kapılmamak için kendini dizginleyen Arsene, hep yarınlar için çalıştı. Onun ayrılığını akla getirmek bile Arsenal taraftarı için korkutucu bir boşluk anlamına geliyordu. Öyle ki, Arsenal onun her şeyiyle ilgilendiği yuvası olmuştu. Olağanüstü teknik adamlık becerilerinin yanı sıra, bir ekonomi mezunu olarak harika da bir yöneticiydi. Öyle ki, Moneyball felsefesinin sahibi Billy Beane, Arsene Wenger’i gördüğü en iyi spor yöneticisi olarak tanımlıyordu. Bunun yanı sıra teknolojiyle arası son derece iyi olan Wenger, en önemli oyuncularından biri olan Gilberto Silva’yı, bir önceki sezona göre topu ayağında ortalama 1 salise fazla tuttuğunu tespit ettiği için takımdan göndermeyi göze aldı.
2006 yılında Şampiyonlar Ligi finalinde yer alan ilk Londra takımı olana kadar, Arsenal’in Arsene Wenger’le birlikteliği bir masal kadar inanılması zor bir hikâyeye dönüştü. Bu finalle beraber başlayan hayal kırıklıklarının ardı arkasının kesilmeyeceğini o dönem kimse tahmin edemezdi.
“Wenger dışarı”
Arsenal, yeni stadyumunun inşaatına harcadığı 400 milyon pound nedeniyle kemer sıkma politikası izlemek zorunda kaldı. Wenger’in dediği gibi futbol aslında sonucu tahmin edilemez bir spordur. Ancak büyük yatırım çılgınlığının oyuna girişiyle beraber, bu gerçek değişmeye başladı. Bir yandan stadyum borcu ödeyen kulüp, diğer yandan yıldız oyuncularıyla vedalaşmak zorunda kaldı. Kâr amacı güden kuruluş gibi yönetilmekle suçlanan Arsenal’de, bilet fiyatları 10 sene öncesine göre tavan yaptı. Ne var ki bilet fiyatları ile Arsene Wenger’in güzel oyunu, grafikte ters yönde ivmelenmeye başlamıştı. Profesör, yıllar sonra son döneminde yaşadıklarıyla ilgili; “İşimi yaparken en az zorlandığım zamanlarda en çok övgüyü aldım, en çok eleştirildiğim zamanlar ise durmaksızın çalıştığım zamanlardı” diyordu. Yenilikçiliğiyle Dünya futboluna ve Arsenal’e büyük katkısı olan teknik direktör, artık değişimin hızına direnemiyordu.
“Gerçek hayatta Dr. Brown’ın DeLorean’ı Yok”
Ekonomik zorluklar aşılıp, büyük harcamalar yapılmaya başlandığında da hamleler başarılı olmadı. Arsene Wenger’in yaptığı birçok şey artık kendi taraftarının gözünde bile “hata” olarak değerlendirilir oldu. En başta da söylediğimiz gibi zamanın akış hızına yetişmek imkânsız. Hem, gerçek hayatta Doktor Emmett Brown’ın DeLorean’ı yok. İsteseniz de geriye gidip geçmişteki hatalarınızı değiştiremezsiniz.
Takvimler 2018’i gösterdiğinde lig şampiyonluğu olmaksızın geçen 14 yıl sona ermişti. Arsene Wenger’in yuvası onunla vedalaşma zamanı geldiğini düşünüyordu. 68 yaşına basan Arsene için kabullenmesi zordu ama artık “durması” gerekiyordu. Vedaların belki de en kötü yanı gidiyor olmak değil, bir daha orada olamayacağın gerçeğini kabullenme zorunluluğudur. 30 Haziran 2018’de yuvasından ayrılan Arsene için de zor olan gitmek değildi. Bir aşk hikâyesinin sonuna gelmiş olmasıydı. Bir daha o tesise giremeyecek olmasıydı. Gerçeği kabullenmesi ve arkasına bakmadan dönüp gitmesi gerekiyordu. Arsenal’e olan tutkusu hiç değişmedi. Ağlamadı veya durumdan şikayet etmedi. Sadece sessizce acı çekti.