“Futbol, önceden tanımlanmış bir alanda, çeşitli kısıtlamalara tabi olan on birer unsurlu iki alt sistemin bir araya gelerek oluşturduğu yirmi iki unsurlu bir sistemdir.” – Valeri Lobanovski*
3 Mayıs 1986 sabahı gazetesini almak için büfeye giden Madridliler, El Pais Gazetesi’nin şu manşeti ile karşılaştılar: “Gelecekten Gelen Bir Takıma Yenildik!” Muhtemeldir ki akşam Atletico Madrid’in 3-0 kaybettiği o maçı izleyen herhangi bir kimse bu manşeti abartılı bulmamıştır.
Kupa Galipleri Kupası Finali’nde Atletico Madrid’i yenerek kupaya uzanan, Madrid gazetelerine bu manşeti attıran ve Madrid taraftarına bilim kurgu sanrıları yaşatan takım 2022 yılında zaman makinesini icat eden Pep Guardiola’nın Manchester City’si değildi. Futbol denen oyunun çok üst düzey oynandığı bir gezegenden dünyamıza ziyarete gelen misafirler hiç değildi. İzleyenlerde bu hisleri uyandıran Valeri Lobanovski’nin Dinamo Kiev’iydi.
Gelecekten Gelen Takım
Uzak bir galaksiden olmasa da kıtanın epey uzaklarından gelen, Sovyetler’in Dinamo Kiev’i finale gelene kadar kıta Avrupa’sını kasıp kavurmuştu. İlk turdan itibaren Kiev şehrinde oynadıkları hiçbir maçta rakiplerine üç golden az atmayan Dinamo kupa töreninden önce de Atletico Madrid ağlarına üç gol göndermeyi ihmal etmedi.
Bu zafer bir Sovyet takımının ilk Avrupa Kupası değildi. Dinamo Kiev’in de ilk zaferi değildi. Ama, saha kenarında donuk bakışları ve buz adam tavrıyla duran Lobanovski’nin teorilerinin pik yaparak Avrupa’nın zirvesine çıktığı maçtı. Maç 3-0’a geldiğinde mağrur Valeri Lobanovski sahayı izlerken belki de El Pais Gazetesi’nin atacağı manşeti düşünüyordu. Ne yazacaklarını biliyordu. Çünkü, sahada gördüğü yadsınamaz bir gerçek vardı. 25 yıl önce peşinden gitmeye karar verdiği fikirleri bugün zafer çığlıkları atıyordu.
Dahi
1961 yılında Dinamo Kiev ilk şampiyonluğunu kazandığında Valeri Lobanovski henüz Sovyet futbolunun en büyük efsanesi değildi. Sadece 22 yaşında takımın kanat forvetiydi. Onu yeşil sahada izleyenler o günlerde bile geleceğe dair tahminde bulunabilirdi. Yıllardır beklenen şampiyonluk kupası geldiğinde bütün şehir zafer sarhoşuydu. Bir kişi hariç. Takım arkadaşları zafer turu kapsamında yapılan bir ziyarette tebrikleri kabul ederken Lobanovski: “Evet, Şampiyon olduk ama çoğu zaman iyi oynamadık. Sadece diğer takımlardan daha fazla puan aldık” diyerek Vladimir Sabaldin’in övgülerini kabul edemeyeceğini söylemişti.
22 yaşında ağzından bu sözler dökülen bir futbolcunun zihnini anlamak için dünyanın biraz beklemesi gerekecekti. Lise yıllarında matematik alanında altın madalya kazanan bu zihnin futbol sahasına verecekleri elbette büyük olacaktı. Bilimsel ilerlemenin altın çağını yaşadığı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde dünyaya gelmesi yetmezmiş gibi bir de bilgisayar endüstrisinin merkezi Kiev’de gözlerini açmıştı. SSCB, bilimsel ilerlemeyi saplantı haline getirmiş bir şekilde, uzaya göndereceği füzeler, matematiksel modellemeler ve bilgisayarlar üzerine çalışırken, Lobanovski ise bir taraftan yeşil sahada hünerlerini gösteriyor bir taraftan da Kiev Politeknik Enstitüsü’nde eğitimine devam ediyordu. Daha sonra kendisinin de ifade edeceği üzere Politeknik Enstitüsü’nde aldığı eğitim onun futbola olan yaklaşımını belirleyecekti.
Kolektif Oyun
’86 Kupa Galipleri Şampiyonluğu Lobanovski metodolojisinin ilk zaferi değildi elbet. 1975 yılında bir Sovyetler Birliği takımının kazandığı ilk Avrupa Kupası olan Kupa Galipleri Kupası ve hemen ardından Bayern Münih’e karşı Süper Kupa zaferi kazanıldığında Valeri Lobanovski metodolojisi Ukrayna ve Sovyetler’in Avrupa futbol sahnesinin aktörü haline getirmeyi başarmakla kalmamış onun zirvesine taşımıştı.
O gün kazanan sadece Valeri’nin fikirleri değil, aynı zamanda çalışma metotları ve aletleriydi. Dinamo Kiev’de teknik direktörlük koltuğuna geçmeden önce tanıştığı ve ayrılmaz ikili haline geldikleri istatistik profesörü Anatoli Zelentsov ile yeşil sahada istatistiği profesyonel olarak işleyen ilk teknik ekip oldular. Bunu başarabilmek için başka bir alanda daha öncü olmaları gerekiyordu ki onu da başardılar. Artık, Dinamo Kiev’de antrenmanlar, maç analizleri ve rakip analizleri o güne kadar hiç görüşmemiş bir şekilde bilgisayarlı sistemlerle yapılıyordu.
Beckenbauerli, Gerd Müllerli, Rummenigeli Bayern’i, Berlin’de 1-0, Ukrayna’da ise 2-0 mağlup etmeyi başaran Dinamo Kiev’in kadrosu rakibi kadar elbette güçlü değildi. Ancak, Lobanovski’nin futbolda yetenekten daha önemli olduğunu gördüğü bir şey vardı. O dönem pek çokları tarafından “sosyalist futbol” olarak tanımlanan kendi ifadesiyle “kolektif oyun”.
“Ben Senin Yerine Düşünürüm!”
Yol arkadaşı Zelentsov ile yazdıkları “Eğitim Modellerinin Geliştirilmesinin Metodolojik Temeli” kitabında futbolu: “Önceden tanımlanmış bir alanda, çeşitli kısıtlamalara tabi olan on birer unsurlu iki alt sistemin bir araya gelerek oluşturduğu yirmi iki unsurlu bir sistem” olarak tanımlıyor Lobanovski*. “İki alt sistem birbirine eşitse sonuç kaçınılmaz olarak berabere olacaktır. Biri diğerinden güçlüyse o kazanacaktır.”* Bu iki alt sistemin birbirine üstünlük kurması için Labonovski’nin bulduğu yol ise en yetenekli 11 oyuncuyu bir araya getirmek değildi. Onun tanımladığı sistemde en çok ilgisini çeken şey doğru şekilde bir araya gelen on bir unsurun yetenek toplamından daha verimli bir sonuç ortaya çıkarabileceği gerçeğiydi.
Dolayısıyla, Lobanovski’nin bütün teknik direktörlük kariyeri boyunca en çok savaştığı konu bireysellikti. Ona göre futbol bireylerle değil onların arasındaki bağlantılarla kazanılabilecek bir oyundu. Saha içinde bireysellikle savaşı öyle bir noktaya gelmişti ki ona yapılan en büyük eleştiri oyuncularını bir birey olarak görmek yerine bilimsel laboratuvarındaki birer alet olarak görmesiydi. Belki de böyle düşündüğü içindir bilinmez ama çalıştığı futbolcuların neredeyse tamamı onun antrenmanlarını dilleri dışarda tamamladıklarından bahsedilir. Eski Dinamo Kiev futbolcularından Aleksander Kapsalis bir oyuncunun Labonovski’ye: “Ama benim düşünceme göre…” diye söze girme gafletinde bulunduğunu hatırlar ve sonrasında Valeri’nin bağırışlarını: “Düşünme! Ben senin yerine düşünürüm sen düşünme!”
Yeni Yollar
Oyuncularından istediği kolektif yapıyı kendi teknik ekibinde de yaratmıştı Valeri. Dört kişilik bir ekip olarak geldiler Dinamo’ya. Zelentsov oyuncuların bireysel antrenmanları ve maç hazırlıklarıyla ilgileniyordu. Oshemkov istatistik tutma görevini üstlenmişti. Asıl şaşırtıcı olan Lobanovski maç içindeki teknik direktörlük görevini Bazilevic’e bırakmış, kendisi ise oyun sistemlerini ve formasyonları modellemekle görevli olmuştu. Ona göre en önemlisi de buydu. Yine aynı kitabında oyunun diyalektiğini “rakip, oyununa uyum sağladığında yeni bir yol bulmak” olarak tanımlar. Valeri Labanovski ve ekibi rakibi alt etmek için farklı taktik varyasyonlar yaratacak ve başarılı olacaktı. Rakipler bu taktik sistemlere uyum sağlayarak kaybetmemeyi öğrendiği zaman ise yeni taktikler ve yollar bulunacaktı.
Rasyonel
Dinamo Kiev ile kazandığı onlarca kupaya rağmen 3 defa başına geçtiği Sovyetler Birliği Milli Takımı’ndaki en büyük başarısı ’88 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Hollanda’ya kaybettiği final maçı olarak kaldı. Sovyetler Milli Takımı ile hemen her turnuvada oynadığı oyunla fark yaratmayı başarmış olsa da Lobanovski arzuladığı o kupaya hiç uzanamadı. İki kutuplu dünyanın diğer ucunda bir milli takımın teknik direktörü olsa belki de farklı kupalara uzanabileceğini tahmin ediyordu. Turnuvalardan defalarca hakem hatalarıyla elendiği futbol kamuoyu tarafından büyük oranda kabul edilen bir gerçek olduğuna göre haklı olma ihtimalinin olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde.
Saha içindeki her şeyin ölçülebilir ve her şeyin sayılarla ifade edilebilir olduğu, dolayısıyla saha içindeki her sonucun rasyonel sebeplere dayandığını iddia eden Valeri’nin ’86 Dünya Kupası’nda 4-3 kaybedilen Belçika maçından sonra itiraf edecekleri vardı. Maçtan sonra basın toplantısında: “Bireysel hataları ve yanlış hakem kararlarını hesaba katamazdım” derken futbolda onun bilimsel metotlarının bile etki edemeyeceği faktörler olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu.
Kader Oyunu
Hayatta bazı anlar yaşanmamış ve bazı kararlar hiç alınmamış olsa gelecek nasıl şekillenirdi bilinmez. Ama, oyuncularından mutlak itaat isteyen bu adam, genç bir oyuncuyken hocasına itaat etmiş olsa belki de bugün bildiğimiz Lobanovski olmazdı. Başka bir yazının konusu olabilecek ve pek çokları tarafından modern futbolun kurucularından biri olarak nitelendirilen Maslov’un Dinamo Kiev’i başarı üstüne başarı kazanırken kendisiyle bir türlü yıldızı barışmayan Valeri Lobanovski, Shaktar formasıyla ligi 14’üncü sırada bitirdiğinde kafasında futbolu da bitirmişti. Ama sorun ligi bitirdikleri sıralamadan çok oynadıkları oyundu. Daha sonra yazacağı biyografisinde orada oynadıkları oyunu anti-futbol olarak tanımlayan Valeri bu oyunu oynamayı reddederek futbolu bırakmaya karar verdi. Futbolda aradığını bulamayarak tesisatçılık yapmaya başlamak üzereyken beklemediği anda fırsat ayağına geldi. Ve, Dnipro’nun teknik direktörlük teklifini kabul etti.
İlk laboratuvarını burada kuran ve bilimsel yöntemlerini yeşil sahaya yansıtma fırsatı elde eden Lobanovski, Dnipro ile üç sezonun ardından bir üst lige yükseldi ve birinci ligdeki ilk sezonunu Dinamo Kiev’in yalnızca bir puan gerisinde bitirdi. Bu Lobanovski metodolojisinin ilk ve belki de en ufak zaferiydi. Ama, bugün onu tanıyor olmamızı sağlayan bir zaferdi.
Lobanovski, Mayıs 2002’de her zaman durmaya alışık olduğu yer olan Dinamo Kiev yedek kulübesi önünde, kendisine ayrılan bölümde maçı takip ederken geçirdiği beyin kanaması sonucu kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Valeri Lobanovski bütün hayatını geçirdiği yeşil sahada aramızdan ayrıldı. Fakat, heykeli Kiev halkını selamlamaya ve Dnipro’da temellerini attığı mirası bugün dünyanın her köşesindeki futbol sahasında yaşatılmaya devam ediyor.
* Wilson, Jonathan, 2009, Piramidi Tersine Çevirmek: Futbol Taktiklerinin Tarihi, Londra: Orion