Editörün SeçimiFutbolDiego Simeone: Arjantinli Mucize

Berke Kosova3 sene önce26 dakika

Herbert Chapman, Sheffield ile Worksrop arasında bir madenci kasabası olan Kiveton Park’ta doğdu. Rochdale, Grimsby, Swindon ve Tottenham gibi takımlarda forma giydi. Ciddi paralar kazanamayan, çok gösterişli olmayan bir futbolcuydu. Teknik direktörlük kariyerine başlangıcı da bir o kadar gösterişsiz olmuştu. Takım arkadaşı Water Bull soyunma odasında Chapman’a, Northampton’dan oyuncu-antrenörük teklifi aldığını ancak bunun kendisi için erken olduğunu düşündüğünü söyledi. Chapman da bu teklife sıcak bakacağını Bull’a iletti ve Bull, Northampton’a Herbert Chapman’ı önerdi. Northampton; Water Bull ve Sam Asworthe’den olumlu dönüş alamayınca aslında üçüncü seçenekte duran Herbert Chapman’ı takımın başına getirdi.

Chapman, İngiltere futbolunun doğrularını aradığı bir dönemde teknik direktörlük kariyerine başladı. İngiltere futbolu, İskoçya’da oynanan oyunun gerisinde mi kalmıştı yoksa İskoç futbolu gerçek “erkek oyunu” değil miydi? O dönemde İngiltere’nin gündemi buydu… İşte böyle bir dönemde teknik adamlık kariyerine gösterişsiz başlangıç yapan Herbert Chapman, Northampton ve Leeds macerasını geride bırakmasının ardından ilk olarak Huddersfield Town ile bir İngiltere Kupası ve üç İngiltere lig şampiyonluğu kazandı. Ama Chapman’ın Dünya futboluna damga vuran ve futbola bakışın seyrini değiştiren başarıları 1925 yılında başına geçtiği Arsenal ile geldi. Daha önce 2-3-5 dışında bir oyun formasyonunun kabul görmediği İngiltere’de WM (3-2-2-3) sistemini kurdu ve Arsenal ile 1 Kupa 4 lig şampiyonluğu elde etti. Kiventon Park’ta doğan bu çocuk İngiltere futbolunun seyrini değiştirdi. Daily Mail, Chapman’ı “Maç kazanmayı metodik bir biçimde organize eden ilk teknik direktör” olarak lanse edecekti. Chapman’ın öğrencisi, dönemin Arsenal oyuncusu Joy, yıllar sonra kaleme aldığı bir yazıda: “Chapman ile her bireyden maksimum verim alan ve bunun sayesinde sahanın iki bölgesinde de fazladan bir adama sahip olan bir takım haline dönüşmüştük.” cümlelerini kuruyordu. Sizlere Chapman’ın hikayesini anlatmama sebep olan o cümleler ise Brain Glanville’nin kaleminden çıkıyordu: “ Bir makine inceliğine yakın oynuyorlar, Chapman’ın takımı aynen bir makine gibi, gereksiz hiçbir parçası olamaz…”

Bu cümleler yaklaşık seksen beş yıl sonra başka bir takım için de kullanılacaktı. O takım, Buenos Aires’ten Avrupa’ya uzanan bir hayat hikayesinin başrolü, İspanya ve Dünya futbolunda tarihi yeniden yazan Diego Simeone’nin çalıştırdığı, gerçek bir makine izlenimi veren Atletico Madrid’den başkası değildi.

Herbert Chapman

BUENOS AİRES’TEN AVRUPA’YA YOLCULUK

Diego Simeone, futbola damga vuracağı topraklardan uzakta, futbolun estetik güzellik ile öne çıktığı, yıllar geçtikçe taraftarının tutkusuyla Dünya futbolunda adından çokça söz ettiren Arjantin’in Buenos Aires kentinde dünyaya geldi. Velez ile başlayan futbolculuk kariyerinde ona Avrupa’nın kapılarını açan İtalya’nın Pisa kulübü oldu. İlerleyen yıllarda hayatının merkezi, evi ve hatta onu gerçek Simeone yapacak olan ülkeye, yani İspanya’ya ise Sevilla transferiyle adım attı. Simeone, Arjantin topraklarının verdiği estetik ve kıvraklığının yanı sıra son derece azimli, topa hamle konusunda korkusuz, savaşçı ve inatçı bir oyuncuydu. Aynı zamanda oldukça zekiydi. Sahadaki bu yetenekli ve hırçın çocuk 1994 senesinde Atletico Madrid tarafından transfer edildi. Bir önceki şampiyonluğunu 76-77 sezonunda yaşayan Los Rojiblancos ile henüz ikinci sezonunda şampiyonluk yaşadı. Diego, o sezon attığı on iki gol ile kariyerindeki en iyi sezonu geçirdi. Atletico Madrid’in o kadrosu, daha önce şampiyonluk yaşamış sekiz kadrosunun yanına altın harflerle yazıldı. Dile kolay, krallığın Real Madrid’ine karşı, muhalif üç Basklı öğrencinin kurduğu takım sekizinci kez İspanya’nın en büyüğü oluyordu. Tüm kadro kuşkusuz çok değerliydi. Ancak içlerinde bir Arjantinli vardı ki, farklıydı… O muhteşem sezondan sonra Atleti şampiyonluk için on sekiz sezon daha bekleyecekti. On sekiz sezon sonra gelen şampiyonluğun mimarı ise yine o Arjantinli olacaktı…

Simeone futbolculuk kariyerine İtalya’da devam etti. İnter ile Uefa Kupası’nı kazandı. İki yıllık İnter serüveninden sonra, Veron, Crespo, Sensini gibi vatandaşlarını kadrosunda bulunduran Lazio’ya transfer oldu ve Lazio’da da İtalya Ligi şampiyonluğu, Uefa Süper Kupa ve Copa Italia’yı koleksiyonuna ekledi. Avrupa’daki son durağı ise efsanesi olacağı Atletico Madrid oldu. Simeone, kaleme aldığı biyografisinde bu dönüşü inatçılığı ile tanımlıyordu. Ancak ilk serüveni kadar başarılarla geçmeyen iki yılın ardından Atletico’dan ayrılarak ülkesi Arjantin’e döndü ve Racing ile aktif futbol yaşamına son verdi. 2005 senesinde Atletico’dan ayrıldığı an, dönüşünü hazırlamaya başladığını söylüyordu Diego. İşte bu inat ve hırs onun iyi bir futbolculuğun ardından olağanüstü bir teknik direktör olmasını sağladı. Diego Simeone futbol oynarken teknik direktör olacağı günlerin hayalini kuruyor, hatta stratejilerini belirliyordu. Henüz 28 yaşındayken antrenman dönüşlerinde elinde dosyasıyla gelecek maç için planlarını yapıyordu. O, bu durumu “Çocuklar nasıl futbolcu olma hayali kuruyorsa, ben de futbolcuyken teknik direktör olmanın hayalini kuruyordum.” şeklinde özetliyordu.

Nihayet teknik direktörlük kapısı futbolu bıraktığı Racing Club ile açıldı. Zor günler geçiren Racing ile başlangıç iyi olmadı ama Clausura’yı (Arjantin Açılış Ligi) bitirdiği nokta gelecek için umut vadediyordu. Bir sonraki durak olan Estudiantes ile Apertura (Arjantin Kapanış Ligi) finalinde Boca Juniors’u 2-1 mağlup ederek şampiyonluk kazandı. Estudiantes tam yirmi üç yıl sonra Arjantin’de bir zafer kazandı. Simeone, şampiyonluk hasreti çeken takımların ilacı olmaya, teknik direktörlük kariyerinde de devam ediyordu. Ülkesinde teknik direktör kimliğiyle elde ettiği bu başarılar, nihayet ona Atletico Madrid’in kapılarını açtı. Atleti yetkilisi Simeone’ye teklifini sunduğunda yanında oğlu Guliano vardı. 8 yaşındaki Guliano teklifi duyduğunda babasına “Messi’ye karşı mı oynayacaksın yani? Ronaldo’ya karşı?” dedi.  İşte Diego Simeone’nin bütün meselesi de buydu. O, her zaman mücadeleyi seçti, zor olandan korkmadı. 2000’li yıllarda iki kulübün hegemonyasında olan İspanya’ya, bu hegemonyayı yıkma hayaliyle yola çıktı. Arjantinli hırçın çocuk, futbolcusu olarak on dokuz yıllık şampiyonluk hasretine son verdiği Atletico Madrid’in teknik direktörü oldu. 28 yaşında evinde dosyalarla yaptığı maç planlarını, belirlediği oyun stratejilerini, artık tüm dünyaya gösterme vaktiydi.

BÜYÜK HAYAL YOLUNDA TEMELLER ATILIYOR!

Atletico Madrid ile henüz beşinci ayında ilk kupasını kazanmayı başardı. Uefa Avrupa Ligi finalinde Bilbao karşısında alınan zafer, yarınların habercisi gibiydi. Atleti, Simeone takımın başına geçtikten sonra Avrupa Ligi’nde çıktığı tüm maçları kazanarak kupaya uzandı. O sezon daha çok 4-2-3-1 formasyonuyla izledik Simeone’nin Atletico’sunu. İlk sezonun sonunda Radamel Falcao’dan Avrupa Ligi gol kralı çıkarmayı başarmıştı. O sezon sadece bir kez Beşiktaş’a karşı forma giyen on yedi yaşında bir isim vardı: Saul Niguez. Sadece on kez forma giyen bir isim de on sekiz yaşındaki Koke idi. Simeone, ilk sezonundaki kupa zaferiyle birlikte aynı zamanda gelecek yılların “makine gibi işleyecek” Atletico Madrid’ini hazırlıyordu. Arda Turan makinenin önemli bir parçası olmak için gelişiyordu. Godin, yıllar boyu Atletico’nun savunmasını bir “sur” haline getiren oyuncu olmak için eğitiliyordu. Juanfran, “iki yönlü bek nasıl olur?” sorusuna cevap olmak için Simeone’nin elinde mayalanıyordu. Takımın nispeten tecrübeli isimlerinden Gabi, Simeone’nin elinde muazzam bir merkez orta saha oyuncusuna bürünmenin sinyallerini veriyordu. İşte tarihe damga vuracak, hegemonyayı yıkacak o kadronun temelleri, Simeone’nin henüz ilk yılında atılmıştı.

Bir sonraki yıl Real Madrid’e ilk darbeyi Copa Del Rey finalinde vurdu Simeone. Ayrıca 2012 Uefa Süper Kupası’nın da sahibi Atletico Madrid oldu. Üstelik Chelsea karşısında alınan 4-1’lik zaferle! Çılgın Arjantinlinin sadece bir buçuk sezonda kazandığı kupa sayısı üçe yükseldi. Ligde ise topladığı yüz puan ile şampiyon Katalan devi Barcelona oldu. Simeone’nin Atletico’su ise üçüncü sırada kendine yer buldu. Bu, Atletico’nun on yedi yıl sonra ligdeki derecesiydi. Adım adım, ilmek ilmek işlenerek büyüyordu Los Rojiblancos, Simeone’nin dokunuşlarıyla… Diego Costa o sezon attığı yirmi golle kariyer rekoru kırdı. Falcao toplam otuz dört golle bir önceki sezon attığı gol sayısına yetişti. Atletico Madrid o sezon ağlarında gördüğü otuz bir golle ligin en az gol yiyen takımı oldu.

2013-2014 sezonunun başında Falcao, Altmış Milyon Avro bedelle Monaco’ya satıldı. Yerine, Beş Milyon Avro karşılığında David Villa kadroya dahil oldu. Atleti yine minimum harcama ve altyapısından yetiştirdiği oyuncularla iki dev karşısında mücadeleye hazırdı. Sezon, Atletico adına harika başladı. İlk yirmi bir haftada sadece bir kez mağlup oldular. Simeone, kendisine yöneltilen şampiyonluk sorularını, her zaman maç maç düşüneceklerini söyleyerek geçiştirdi. Onun için her maç bir finaldir. Karşısında istedikleri her oyuncuyu alabilen muazzam güçler varken, o elindeki kadrodan en iyisini çıkartmaya çalışıyordu. Falcao takımdan ayrıldı ama bu Simeone için sorun değildi. Costa, o sezon tam otuz altı gol kaydetti. 13/14 sezonunda Simeone 4-4-2 ile şahane kesitler sundu. Bloklar arasındaki mesafeye sadakat ve oyuncular arasındaki uyum; rakiplerin neredeyse pozisyona girmeden maç tamamlamasını sağlıyordu. Koke-Gabi-Garcia-Arda hattı gözleri kapalı birbirinin nerede olduğunu bilir gibiydi. Simeone, yazımın başında bahsettiğim Chapman gibi her bireyden maksimum verim alıyordu ve takımı sahanın her bölgesinde bir kişi fazla gözüküyordu.

FIRTINAYA KARŞI KOYMAK

Sezonun finali Barcelona deplasmanında oldu. Simeone’nin hayali bir maç uzaktaydı ama o maç yaklaşık yüz bin şampiyonluğa inanmış Barcelona taraftarının önünde, yıldızlar topluluğu Barça’ya karşı oynanacaktı. Atletico Madrid’e bir puanın yettiği maçın on altıncı dakikasında Diego Costa, yirmi üçüncü dakikasında ise Arda Turan sakatlanarak kenara geldi. Otuz dördüncü dakikada ise Sanchez Barcelona adına fileleri havalandırdı. İlk yarı tamamlandığında tablo iç açıcı değildi. Rüzgâr, Barcelona’nın lehine fırtına gibi esiyordu. Simeone, devre arasında oyuncularına “Rahat olun. İlk yarı iyiydik. Eğer bir gol bulursak onlar düşecekler.” diyordu. Atletico Madrid, Simeone’nin 2011 yılından beri hazırladığı, üzerine düştüğü Godin’in golüyle şampiyonluğa uzandı. 95/96 sezonunda sahada attığı on iki golle Atletico’nun on dokuz yıllık şampiyonluk hasretine son veren Arjantinli cesur çocuk, bu kez teknik direktör olarak on sekiz yıllık hasrete “dur” dedi. 2011 yılından itibaren temelini attığı kadronun meyvesini 2014 yılında aldı.

Simeone, takımın başına geçeli iki buçuk yıl olmuşken hegemonyaya son verdi. Sırrını ise: “Hem Barcelona hem Real Madrid ile yarışarak şampiyon olmak neredeyse imkansızdır. Son on yılda bu iki takım mali olarak inanılmaz güçlendi ve muazzam oyunculara sahiplerdi. Ancak sıkı çalışmayla, devamlılıkla, azimle ve tabii ki mükemmel oyuncularla namümkün olan bir şeyi mümkün hale getirdik.” cümleleriyle açıkladı. Arda Turan da ülkemizde herkesin anlayacağı dilden Simeone’ye değindi: “Antrenmanlarda sürekli tekrar yapıyoruz. Açıkçası ‘Ali Ata Bak’ cümlesini elli defa okuyormuşuz gibi…”

Diego’nun detaycılığı ve çalışkanlığı ona tarif edilemeyecek duygular yaşatan başarılar getirdi. Onun takımı için 2014 yılında atılan manşetler benzerdi: “Bir makine inceliğine yakın oyunuyorlar, Simeone’nin takımı aynen bir makine gibi, gereksiz hiçbir parçası olamaz.” bu cümlelerin size tanıdık geldiğini biliyorum.

2021 MODEL ATLETICO MADRID

Son bölümde 2020/2021 sezonuna değineceğim. Bu sezonun başında, kendisini inatçı olarak tanımlayan Simeone radikal bir değişikliğe imza attı. Yıllardır alıştığımız 4-4-2 formasyonundan 3-5-2 veya 5-3-2 ye geçiş yapıldı. Konu kendisini ve takımını geliştirmek olduğunda inatçılığı veya taktiksel anlamda dik kafalılığı kenara bıraktığını görmüş olduk. 3-5-2 dediğime bakmayın. Maça, skora, dakikaya göre pek çok 3-5-2 merkezli formasyonu görebiliyoruz Atletico Madrid’de. Zaman zaman 3-1-4-2, zaman zaman 3-4-2-1’i izliyoruz. Top kendilerinde olmadığında geride oluşan 5’li hat rakiplere, karşılarında “Çin Seddi” varmış imajı yaratıyor. Savic-Felipe-Hermoso geri üçlüsü belli bir düzeni sağlamış durumdalar. Sezon başında takıma katılan Luis Suarez, ligdeki en golcü ikinci isim. Real Madrid tarafından beğenilmeyen Llorente ise skora katkı anlamında kariyer rekorunu şimdiden kırdı. Özellikle sağ iç pozisyonunda oynadığında hem hücumculara servisiyle hem de attığı gollerle liderlikte önemli pay sahibi. Sağ ve sol çizgide oynayan isimler top Atletico’ya geçtiğinde hücuma genişlik kazandırıyorlar. Atletico, geçiş oyunu konusunda da en iyilerden biri olmaya devam ediyor. Top rakipteyken 5-3-2 ile dizilen takımı saniyeler içinde hücumda 3-2-5 şeklinde görebiliyoruz. Bunun ürünü olarak Atleti şu an La Liga’da lider durumda. Yeni bir şampiyonluk mu? Neden olmasın?

Simeone, Villarreal karşısında alınan galibiyetle tüm organizasyonlardaki galibiyet sayısını 308’e çıkararak Aragones’e yetişti. O, kesinlikle yaşayan bir Atletico Madrid efsanesi. Koleksiyondaki tek eksik olan Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna da Atletico Madrid çatısı altında uzanacağına inanıyorum. Sonuçta Simeone kendisini, “Olduğum tek bir şey varsa o da inatçılıktır. Bir şeyi istersem, sonuna kadar onun peşinden giderim.” cümleleriyle tarif ediyor. Çok zor veya imkânsız gözükebilir ama Simeone, 1995’ten beri Atletico ile imkânsızları başarıyor. Yenisini eklemesi mümkün. Ben bu sezon da Atletico Madrid ve Simeone’yi izlemekten büyük keyif alıyorum. Özellikle sahada oyuncuların konumlarını, hareketlenmelerini izlemekten zevk alan bir futbol izleyicisiyseniz ve taktiksel detaylara önem veriyorsanız, size de Simeone’nin 3’lü formasyonda yaptıklarını izlemeyi öneririm.

 

                                                                                                                                                                                                                 

 

Berke Kosova

Yorum Yaz

Your email address will not be published. Required fields are marked *

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin