İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyadaki büyük yıkımın yaralarını sarmak ve toparlanmak zaman almıştı. Ancak ne olursa olsun zaman akıyordu ve her şey tam gaz devam ediyordu. Dünyanın politik olarak iki bloğa ayrılmasında, SSCB ve ABD’nin taban tabana zıt ideolojilerinin altında yatan sebep; dünya üzerinde ekonomik gücün kontrolünü sağlamaktı. Altmışlı yıllarda toplumsal hareketlerin artmasıyla beraber öğrenci hareketleri ve özgürlükçü akımların çıkışı; medya aparatlarındaki antikomünist propagandalarla ortaya çıkan sansürcü zihniyet ve ideolojik dayatmaların sonucuydu. Bunun bir diğer çıktısı da; özellikle Batı Bloku olarak tanımlanan ABD öncülüğündeki liberal hareketin, gücüne daha da fazla güç katma isteği ve toplumların kontrol mekanizmasına ihtiyaç duymasını savunmasıydı. Ancak silahlı devrimci örgütlerin, “Sadece eylem yaparak amaca ulaşılmaz” eksenindeki eylem yapısıyla beraber ortaya daha da kara tablolar çıkıyordu.
Soğuk Savaş’ın bu korkunç ikliminin spora da etkileri olmuştu. Devletlerin dış politikalarındaki ilkokul çocuğu tavrındaki reaksiyonlarının sonucu, 1972 Münih Olimpiyatları’nda da karşımıza çıkmıştı. Kara Eylül adlı Filistinli radikal örgüt, olimpiyat köyünü basarak 11 İsrailli sporcuyu rehin almışlardı. Ardından isteklerini kabul ettirmek için yetkililerle pazarlığa oturmuşlardı. Ancak bu istekler kabul edilmeyince 11 sporcunun acı bir şekilde hayatları ellerinden alınmıştı. Organizasyonun iptali konuşulurken bir süre ara verilip sonra tekrar devam etme kararı çıkmıştı.
Psikolojik Savaş
Siyasetin ve elim olayların gölgesinde devam eden organizasyonun, basketbol turnuvası finalinde yaşananlar unutulmazdı. Gerçekten de spor tarihine, hatta modern tarihe girecek bir şekilde olaylı bir sona sahne olmuştu. ABD, turnuvada uzun rotasyonuyla öne çıkan ve bu uzun rotasyona rağmen tempolu oynayan bir takımdı. Şimdilerde Chicago Bulls’un basketbol operasyonlarında “Senior Adviser” olarak görev alan efsane Doug Collins önderliğindeydiler. Elbette, yine altın madalya hedefiyle gelmişlerdi.
SSCB ise yükselen basketbol ekolünü Avrupa’da kanıtladıktan sonra uluslararası arenada da bunu kanıtlama derdindeydi. Sergei Belov ve Modestas Paulauskas ikilisinin öne çıktığı, düşük tempoyla rakibi ritimden çıkararak yarı sahada set üzerinden oyunu sürklase eden bir yapısı vardı. Siyasi iklimin gölgesinde zaten var olan gerilim, olimpiyatlardaki elim olaydan sonra daha kaotik hale evrilmişti. Maçın ilk yarısında SSCB’nin set oyunuyla ABD karşısında üstünlüğü vardı. Ayrıca SSCB’li oyuncular ile ABD’li oyuncular arasındaki laf dalaşı da tam gaz devam etmekteydi. Sadece fiziksel mücadele değil korkunç bir psikolojik savaş vardı sahada. İlk yarıyı önde kapatan SSCB, ikinci yarıda rakibin oyundan düşmesi adına elinden geleni yapıyordu. İkinci yarının başında Dwight Jones ile Mikheil Korkia arasında fiziksel münakaşa cereyan etti. Bu olay, maçın gidişatının da fitilini ateşlemişti. Sonucunda, her iki oyuncu da oyun dışı kaldı.
Dünyanın En Uzun 3 Saniyesi
Sonraki dakikalarda ABD’nin bir başka önemli oyuncusu uzun forvet Jim Brewer, rakibinden sert bir müdahale gördü. Oyuna devam edemedi. Bu tabloda ABD’yi sürklase etmeye başlayan SSCB’nin farkı açmasından sonra; “Kaybedecek neyimiz kaldı ki?” mottosuyla hareket eden ABD’li oyuncuların geri dönüşü muhteşem olmuştu. Saldırgan ve sıkı savunma yaparak fiziksel mücadeleden sonuna kadar faydalanıyordu ABD takımı. 10 sayılık farkı eritip bitime yedi saniye kala skoru 49 – 48’e getirdiler. Maça da ortak oldular.
Son saniyelerde hücum hakkına sahip olan SSCB, çok kötü bir pas trafiği esnasında topu Doug Collins’e kaptırdı. Collins potaya doğru hızla giderken çok sert bir faule maruz kaldı ve bitime üç saniye kala iki serbest atışı da skora çevirerek ABD’nin öne geçmesini sağladı. Son topu çok kötü kullanan SSCB takımı, adeta şok yaşıyordu. Bir anda ABD’li oyuncular sevinç gösterileriyle altın madalyayı kutlamaya başlamışlardı. Ancak çok garip bir durum oldu ve o andan itibaren tarihe geçen olaylı maçın kaos anları başladı.
FIBA yöneticilerinin sahaya inip masa hakemleriyle konuşmasının ardından gerilim tavan yapmıştı. Doug Collins ilk serbest atışını kullanırken SSCB koçu mola istemişti. Mola uyarı anonsu da verilmişti. Bir yandan bu isteği FIBA yöneticileri de fark etmişti ve masayı uyarmıştı. Ancak hem saha hem de masa hakemleri bunu umursamamışlardı. FIBA yöneticileri tarafından, SSCB takımının yaptığı mola isteğinin görülmemesinin yaratacağı haksızlığı silmek adına üç saniyelik bir şans daha verildi. (Özellikle FIBA Genel Sekreteri Edward Robinson bu konuda demir yumruğunu masaya vurmuştur.)
Tekrar topu oyuna sokmaya çalışan SSCB oyuncusu, iyi bir pas atamamıştı ve süre bittiğinde yine ABD’li oyuncuların sevinç gösterileri başlamıştı. O anda Sovyet teknik ekibinin yoğun itirazlar yaptığı görülmüştü. Sebebiyse, skor tabelasına sürenin yanlış işlenmesi ve Sovyet takımının üç saniyelik hakkının birinci saniyede bitmesiydi. Bu itirazlar sonuç veriyordu ve Sovyet takımı tekrardan bir şans daha elde etmişti.
Tarih Akışını Değiştiren Maç
Deliye dönen ABD’li oyuncular, maçı terk etme noktasına gelmişlerdi. Ancak Edward Robinson’un sert direktifi sonrası madalyayı kazanabilme adına tekrar o üç saniyeyi oynamak için sahadaki yerlerini almışlardı. Ivan Edeshko’nun pota altından gönderdiği uzun pası, iki ABD’li oyuncu arasından alan Alexander Belov tarihe geçen basketi atıyordu. SSCB takımı, bu sayıyla altın madalyaya uzanıyordu. ABD yetkilileri maçtaki kural hatalarından dolayı maç iptali için FIBA’ya başvurmuştu. Fakat beş kişilik FIBA heyeti 3 ret, 2 kabul oyu sonucunda maçın sonucunu onaylamıştı. Böylece, SSCB altın madalyanın sahibi olarak kalmıştı. ABD tarafıysa bunun tamamen politik bir karar olduğunu savunarak eleştirmişti. Hatta maç sonrasında ABD’li oyuncular madalya seremonisine çıkmamışlardı. Bugün hâlâ birçoğu, “Maç bizim hakkımızdı ama bir şekilde elimizden alındı” şeklinde isyanlarına devam ediyorlar.
Modern tarihe geçen bu maç, aslında günümüzde bizlere çok ilkel gelebilir. Ancak, dönemin perspektifiyle beraber, “spor sadece spor değildir” minvalinde çok fazla romantize edilip fazla içselleştirilen bir yapıda olduğundan yola çıkalım… Bu bakış açısıyla, bu maçın tarihsel boyutunun tartışılması bile abesle iştigaldir. Bugün hâlâ tartışılan, konuşulan ve tarihte yerini alan bu maçın, belki de günümüzde ABD hegemonyasındaki basketbolun fitilini ateşleyen bir etkiye sahip olduğunu da söyleyebiliriz.