Bir İbrani atasözü şöyle der; “Tanrıyı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset.” Bu söz plan yapmanın, ileriyi düşünmenin bir nevi hayal kurmanın pek iyi bir fikir olmadığını çünkü hayatın illa ki o planı bozacağını savunsa da hayal kurmanın insan bedenine ve zihnine olumlu katkı sağladığını söyleyen birçok kaynak da mevcut. Uzmanlara göre gerçekleşmesini istediğiniz bir durumun sonucunda neler olacağını pozitif bir şekilde hayal ederseniz kimyanızın değiştiğini ve daha iyi hissettiğinizi fark edebilirsiniz. İnsanın vücudunun frekansı 62 ile 72 Mhz arasında değişiyor ve 62’nin altı da bazı hastalıkların habercisi demek. İnsan en yüksek frekansına aşık olunca ulaşıyor. Bitkilerden elde edilen aromaterapi yağları koklamak da insana iyi geliyor, hayal kurmak da frekansı arttıran bir durumsa neden bunu olumsuz olarak nitelendirelim.
Hayallerinin peşinden giderken planları bozulan ama eninde sonunda o başarıya ulaşan birçok kişi var. Bazıları tek bir hedefe yoğunlaşıp, onu gerçekleştirirken bazılarıysa birden fazla hayali bir arada gerçekleştirmeyi tercih eder. Miles Davis birden fazla hayali yaşamayı başaranlardan, hayatımıza müzisyen olarak girmiş olan Davis yaşadığı dönemde müziğe de yön verenlerden. Davis’in müzik dışında yapmayı çok istediği şey ise boks, bunun için de birçok kişiden boks dersi alarak bu isteğine adım adım yaklaştı. Boksör olma isteği belki çoğu kişiyi güldürebilirdi ama o sadece kendi isteğini yapmayı seçti. Miles Davis hayatı boyunca hep kendi yolunda ilerlemiş ve kendi istediklerini yapmış bir isim.
Ben sadece Miles Davis’im!
Tam adıyla Miles Dewey Davis III, 26 Mayıs 1926 tarihinde dünyaya geldi. Müzikle tanışması müzik öğretmeni olan annesinin onu piyanoya yönlendirmesiyle gerçekleşti. Ama, onu tanımamızı sağlayan trompetle tanışması babası sayesinde gerçekleşti. Davis’in babası ona 13’üncü yaş gününde hediye olarak bir trompet aldı ve böylelikle Miles Davis, kendisinin unutulmazlar listesine girmesini sağlayan müzik aletiyle buluştu. Birden fazla kişiden trompet eğitimi alarak hepsinden öğrendiği farklı tarzları müziğine yansıtarak kendisini geliştirmeyi başardı.
Hem yaşadığı yıllar hem de günümüz için müziğin dâhisi diye adlandırabileceğimiz Miles Davis, bu tarz yakıştırmalardan hoşlanmadığını: “müziğe dair ne yaptığımı gayet iyi biliyorum ama beni bir efsane olarak çağırmayın, ben sadece Miles Davis’im” sözleriyle dile getirmişti. Aslında ne yaptığını gayet iyi bilmesini ve kendinden oldukça emin bir karakter olmasını 1949 yılında henüz 23 yaşındayken çıkardığı albüme “Birth Of The Cool” adını vermesinden de anlayabiliriz. Bu albümden sonra cool caz diye yeni bir türün doğmasını sağladı. Ve, caza farklı bir soluk getirdi. Ayrıca, caz müziğinde denediği yeni tarzlarla da birkaç kere de yön verdi. 1959 yılında “Kind Of Blue” albümü yayınlandıktan sonra modal caz türü daha yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı. Miles Davis bu türü kullanana kadar modal caz tarzı o kadar da benimsenmemişti. “Kind Of Blue” albümü tüm zamanların en çok satan caz albümü olmayı başarana kadar.
Müzikte değişen koşullara hep ayak uydurdu Miles Davis ve yeri geldi hip-hop’u bile caz ile birleştirmeyi denedi. Müziğe olan yaklaşımını yazdığı otobiyografisinde de şu cümlelerle anlıyoruz: “Ben hep müziğin sınırlarının olmadığını, nereye gideceğinin nasıl gelişeceğinin, limitsiz olduğunu, yaratıcılığın kısıtlandığı zaman öldüğünü düşünmüşümdür. İyi bir müzik iyi bir müziktir hangi tür olursa olsun. Ayrıca sınıflandırmalardan da nefret etmişimdir. Müziğin sınıflandırılmasına karşıyım.”
“Boks Da Müzik Gibi Bağımlılık Yapıyor” – Miles Davis
Miles Davis çocukluğundan beri boksa da müziğe olduğu kadar düşkündü. Hatta bu durum onu ileride bir bağımlılığından kurtaracaktı. Eroin bağımlılığı olduğu dönemlerde yolu boksla kesişen Davis birçok boksörden eğitim aldı. Boksu yaptıkça daha da sevdi ve bu sayede bağımlılığından da biraz olsun kurtulmuş oldu. Çünkü, artık başka bir bağımlılığı vardı. Miles Davis’in ders aldığı kişilerden biri de Sugar Ray Robinson’dı. Tüm zamanlarda farklı sıkletlerde 5 kere şampiyon olan tek boksör olan Sugar Ray, Miles Davis’in boksla olan ilgisinde ve hayatında fazlasıyla öneme sahip bir isim. Bu konuyla yine kendi kitabında şu cümleler yer veriyor: “O, klas sahibi muhteşem bir savaşçıydı. Kavgaya tüm ciddiyetiyle girerdi. Eroinden kurtulmamı sağlayan da Sugar Ray’dir. Onun disiplinini örnek almaya karar verdim ve başardım.” Gündüzleri boks maçlarına çıkan geceleri ise caz konserleri veren Miles Davis’in hayatını boks ciddi anlamda kurtarmıştı, bu durumu “boks da müzik gibi bağımlılık yapıyor, içine girince çıkamıyorsunuz ve kendinizi disipline ettiğinizde hayatınızı kurtarıyor” diyerek özetlemiştir.
1970 yılında boks organizatörü Bill Cayton, Miles Davis’ten dünyanın ilk siyah ağır sıklet şampiyonu olan Jack Johnson’ın belgeseli için müzik yapmasını ister. Boks tarihini iyice araştıran Davis, 1971 yılında “A Tribute to Jack Johnson” adıyla bir albüm yayınladı ve yaptığı besteler belgeselin de müziği oldu. Albümde Miles Davis’in bu sefer de caz müziği rock müzikle beraber harmanladığını söylemek çok da yanlış olmaz. Hayat ne gariptir ki boksa olan tutkusu onu sadece boks yapmakla bırakmaz bir de unutulmayacak bir albümü dinleyicilerle buluşturmasını sağlar.
Filmlere yaptığı müzikler hâlâ ilham olmaya devam ediyor Miles Davis. Yaptığı besteler The Wire, Mad Men, West Wing, Treme, Pleasantville, The Talented Mr. Ripley, Zodiac ve Hidden Figures gibi dizi ve filmlerin müziklerinde kullanıldı. Müziklerinin filmlerde kullanılmasının yanında Miles Davis 1958 Fransız yapımı orijinal adı “Ascenseur Pour L’echafaud” olan ve Türkçeye “İdam Sehpası” olarak çevrilmiş dramatik gerilim türündeki filmin de müziklerini yapmıştır. Müzikleri sadece 6-7 saat gibi kısa bir sürede Fransız bir grupla beraber tamamlamıştı. Yıllar geçmesine rağmen o müzikler hâlâ unutulmazlar arasında.
Hayat Kısa… Layığıyla yaşanmalı
Müzik ve boks tek ilgi duyduğu şeyler değildi, pek bilinmese de resim yapmayı da çok severdi Davis. Hatta birçok çizimi kendi albüm kapaklarında da yer aldı. 1983’te yayımlanan “Star People” ve 1989 yılında çıkan “Amandla”nın albüm kapağında kullanılan çizimleri en bilinenlerden.
Caz belki bilmeyenler için daha elit kişilerin dinlediği bir müzik gibi görünse de Miles Davis bu tabuyu fazlasıyla yıkmayı başarmıştı. Yaşamı ve duruşuyla hep farklı bir noktada oldu. Elinde trompetiyle salaş barlarda da çaldı, davetli olarak önemli organizasyonlarda da yer aldı. 1991 yılında vefat ettiğinde 65 yıllık ömrüne tam 29 albüm sığdırmayı başarmıştı. Müziğe kendi deyimiyle 6 kere yön verdi ve birçok kişiye ilham kaynağı oldu. Hayat dediğimiz şey gerçekten kısa ve onu layıkıyla yaşamak gerekiyorsa bunu Miles Davis fazlasıyla yaptı. Sadece müzikle yetinmeyip ne yaparsa yapsın en iyisini yapmaya çalışması da bunun en büyük kanıtı. Belki de Avrupa Yakası dizisinde Volkan Sütçüoğlu karakterinin söylediği şu söz onun diğerlerinden daha farklı oluşunu net olarak ifade ediyor: “Miles Davis’den sonra memlekete doğru dürüst cazcı gelmedi efendim.”