“Omzumda ağır bir yük hissediyorum, birazdan kaldırmayı deneyeceğim ağırlıklardan bile daha beter… Salondaki coşku okyanusu aşarak Balkanlar’ın havasına karışacak kadar büyük bir rüzgâr estiriyor. Bütün sporcuların sadece tek bir ortak hayali vardır. Bu hayali gerçekleştirmek için akıl almaz acılara göğüs germen gerekir. Sonunda oraya geldiğinde hayatının zirve noktasında olduğunu bilirsin. 22 Temmuz’un öğleden sonraki geç saatleri de, benim hayatımın zirve noktası olacak. Seyirciler de birazdan spor tarihinde görecekleri en büyük kapışmaya şahit olacaklarını biliyorlar. Salonda en az 5 bin kişi var. Sağ tarafımı Ege Denizi’nin ve dalgalarının sembolü mavi ve beyaz, sol tarafımı ise al renkli zemin üzerinde ay ve yıldız sarıyor. Rakibim aslında çok iyi bir adamdır. Şakacı, eğlenceli ve nazik birisidir. Buna rağmen bugün düşman olmak zorundayız. Bin yılları bulan sürtüşmenin, bir yenisini bizim sahnelememiz bekleniyor. Onunla, daha 6 ay önce iki bayrağın arasında husumet nedeni olan kaya parçası gibiyiz. Kardak’ın adı değişecek, bugünün adı Atlanta Savaşı olacak.
Sahneye çıkmamıza dakikalar kala, onunla olan dostluğumuzu anımsıyorum. Kendisiyle tanıştığım andan beri birbirimize büyük saygı duyduk. Müsabakalar bitince, sonuç ne olursa olsun oturur ve güzel bir sohbet ederdik. Atalarım Trabzonludur. O nedenle çok iyi olmasa da, çat pat Türkçe konuşabilirim. Hoş, aynı dili konuşmadığımız zaman bile anlaşabiliyoruz. Her zaman zekâsına ve nazikliğine hayran olmuşumdur. Yarışmaların o platformda yaşandığını ve bittiğini bilir. Ben de onun hak ettiği saygıyı her zaman verdim. Son iki yılda ailemden çok onu gördüm. Melbourne, İstanbul ve Guangzhou… Bir çırpıda aklıma gelen buluşma noktalarımız. 2,5 kilo bile olsa fazlasını kaldırırdı.
Her seferinde onu yenebileceğime inancım artardı ve her seferinde bir şekilde yenilginin tadını alan ben olurdum. En sonunda aynı ağırlığın hakkından geldiğimde, bu sefer zayıf olan o olduğu için kazanmıştı. Bugün bunu değiştirebilirim çünkü artık daha hafif olan da benim. Bugün gözümü karartacak, en zorunu yapacağım. 13 yıldır yenilgi nedir bilmeyen rakibimi, bu eşsiz hisle tanıştıracağım. Yarının gazetelerinin başlığında ‘Bir Efsanenin Sonu’ yazdığını hayal ediyorum. Derken antrenörümün dürtmesiyle, bir anda düşüncelerimden sıyrılıyorum. Şimdi sıra bende…
Diğerleri çoktan sahneden çekildiler. 140 kiloyu fazla zorlanmadan kaldırıyorum. O da kariyerinde ilk kez diğerlerinden sıyrılmış durumda olmadığının farkında. Şimdi akıl oyunları zamanı… Biz 2,5 kilo artırmasını bekliyoruz ama o, durumun her zamanki gibi kolay olmayacağını biliyor. Çok geçmeden adının yanında 145 yazdığını görüyorum. Zorlanmadan kaldırıyor. Kardeşiyle kutlamasının uzun sürmesini istemem. Ben de 145 için geleceğim. Onun kadar kolay olmadı ama yine de hakkından geliyorum. Bu kez 147,5 istedi. Kardeşinin kenardan ‘Kuvvatlı ol’ diye moral verdiğini duyuyorum. Salonun mavi-beyaz tarafında coşkulu sesleri duyduğum anda kaldıramadığını anlıyorum.
Aynı ağırlığı bu kez ben deneyeceğim. Çok yaklaşsam da bir anlık hata yüzünden, ağırlığı arkama kaçırıp düşürdüm. Bu kez keyif dolu sesler sol tarafımdan geliyor. Yine kaldıramazsa ikimiz de 145’te olduğumuz ve ben daha hafif olduğum için avantaj bende olacak. Son hakkı için 147,5 kiloyu kaldırmak üzere geliyor. Barda en uygun gördüğü yere önce sağ elini yerleştiriyor. Ardından aynısını sol eli için de yaptıktan sonra iki eliyle sıkı sıkı bara sarılıyor. Bu sefer kaldırıyor. Kardeşi platforma kadar gelip, abisine sarılıyor. Yine aynısı mı olacak, yine tek başarım onu en sınıra götüren rakip olmak mı olacak? Yine bir pazar torbası kadar fark yüzünden kaybetmeye niyetim yok.
Bir tarafta tek yapmam gereken şeyin 2,5 kilocuk farkı kapatmak olduğunu biliyorum. Diğer tarafta aklıma kâkülüne üflediği son nefesle kaybettiğim anlar geliyor. Salonun bir köşesinde ben, bir köşesinde o var. Son çalışmalarımı yapıyorum. O tarafa hiç dönmedim ama gözlerinin üzerimde olduğunu biliyorum. Birazdan son savaşımızı vereceğiz. Halter acımasız bir spordur. Eğer çok yüksek bir ağırlık belirlersem kaldıramayıp elenebilirim, çok düşük bir ağırlık belirlersem hakkımı boşa kullanmış olabilirim. Akıllı olmak zorundayım. İlk hakkında 180 kilo istiyor. Benim dünya rekorumun sadece 3 kilo aşağısında… Yine kaldırıyor. Sonra aynı ağırlıkla cevabımı veriyorum.
Baskıyı rakibinin üzerine atmayı her zaman sevmiştir. Bu kez rekorumun tam 2 kilo fazlasını istiyor. Zaman sanki bir anlığına duruyor. 2 saniyelik kısa sürede belki ilk kez bu kadar zorlandığını görüyorum. Kaldırmasıyla beraber, sol tarafına bir selam çakıyor. Ekranda ‘Tekrar geleceğim!’ işareti yaptığını görüyorum. Antrenörüm Lakovou, belli etmemeye çalışsa da hiç memnun değil. Yüz asıklığıyla bana dönüp söylediği tek şey: ‘Şimdi süper insan eforu göstermemiz lazım. 187,5!’ Amonyak etkisiyle derin bir nefes, ayakkabılarımın altında reçine, elimde ve göğsümde bolca magnezyum tozu… Bir ejderhanın ateşini atmak üzereyken çıkaracağı derin bir kükreme sesi… Gözlerim karardığı için ne yaptığımın farkında değilim. Ancak Lakovou’nun çılgınlar gibi kafasını sallamasıyla imkânsızı başardığımı anlıyorum.
Yarışmanın Naim işini bitirene kadar bitmeyeceğini biliyorum. Başka biri olsa çok daha güvende hissederdim ama Naim’e karşı olmaz. Geçmişte her zaman bir yolunu bulup başardığını gördüm. Amonyak etkisiyle derin bir nefes, ayakkabılarının altında reçine, elinde ve göğsünde bolca magnezyum tozu… 5 dakikadan kısa bir sürede 4 dünya rekoru… Halbuki bana bir ömür gibi geliyor. Kenardan Muharrem’in sevinçten takla attığını görüyorum. Bir coşkuyla abisine sarılıyor. Muharrem’in aksine onun yüzünde bir temkinlilik seziyorum. Hayatında ilk kez son sözü söyleyemeyeceğinin farkına varmış olmalı. İlk kez ben olmanın ne demek olduğunu hissediyor. 190 kilo, omzumda taşıdığım o ağır yükün dinme noktası olacak. Belki de bütün bir hayatım boyunca taşıyacağım ağrının başlangıç noktası… Barda en uygun gördüğüm yere önce sağ elini yerleştiriyorum. Ardından aynısını sol el için de yaptıktan sonra iki elimle sıkı sıkı bara sarılıyorum. Daha omzuma çıkaramadan, gözlerim kıpkırmızı kesiliyor. Damarlarım vücudumu terk etmek istiyor gibi hissediyorum. Sol tarafımdan büyük haykırışlar duyuyorum.
Gözlerimden süzülen yaşları tutmama imkân yok. Bizim orada birisi ağır bir şeyi kaldıramadığında ‘Ben Süleymanoğlu değilim’ deriz. Şaka yollu söylediğimiz bu deyimin, tamamen gerçekten ibaret olduğunu tatmak da bana nasipmiş. Gelecekte birçok gece bu yarışmayı kâbuslarımda göreceğim. Ben iyilerin hakkını veren bir insanım. Naim’in yaptığı da buydu. Sen kendini zorlarsın, o kendini daha da fazla zorlar. Bu yüzden madalya töreninden önce yanına gidip: ‘Naim sen en iyisisin, en iyisi!’ dedim. O da bana dönüp: ‘Hayır Valerios, ikimiz de en iyisiyiz.’ dedi.”
En Sevdiği Düşmanı
Yunan halterci o gün hissettiklerini günlüğüne yazsaydı, muhtemelen böyle anlatırdı. Kazanmak için verilen savaşın ortasında, dosta duyulan sonsuz hürmet… Naim Süleymanoğlu ile Valerios Leonidis arasındaki yarış, tüm zamanların en büyük “halter muharebesi” olarak tarihe geçti. Leonidis haltere başladığında Naim halihâzırda dünya şampiyonuydu. Onun Seul’deki performansını televizyondan izlemişti. O zamanlar ona yakın ağırlıklar kaldıracağını hayal bile edemezdi, Naim’le arkadaş olacağını da. En büyük rakibinin “Çok zeki ve saygılı” olarak tanımladığı olimpiyatlar efsanemiz, 50 yaşında hayata veda etti. Valerios, haberi alır almaz en sevdiği düşmanına veda etmek için geldi. Onun ay-yıldız bayrağa sarılı tabutunu öptü. Leonidis’in de dediği gibi: “Onu kaybettik ama asla unutmayacağız.”