Editörün SeçimiFutbolJohan Cruyff: Athena

Batuhan Kaçar2 sene önce23 dakika

Efendim, tekrar seksenler ve doksanlardan bahsedecek olmanın anlamsız sevinci var üzerimde! Neden olmasın? Müziğin daha gerçek, futbolun daha dahiyane olduğu bir zaman hatırlıyor musunuz başka? Ben hatırlamıyorum. Geçmişe bağlı kalmayı hayatının ana mottosu olarak edinen bir birey olarak bu yılların anlamsız bir hüznüne sahibim. Gerçekten futbol ve müziğin bu kadar iç içe olduğu birbirlerini beslediği stadyumların konser alanları gibi hınca hınç dolduğu ve tribünlerdeki bütün insanların her birinin bu yılların büyük futbolcularını ve müzisyenlerini ayakta, hiç oturmadan ve en önemlisi ”Andan” hiç ayrılmadan izlediği ve dinlediği bir zamana günümüzde şahitlik etmek oldukça zor değil midir? Romantizmimizi yaptığımıza göre neden toplandığımızı artık açıklayabilirim. Sevgili dostlar, 2022’ye yine bir Johan Cruyff yazısıyla başlıyoruz.

2021 yılına bıraktığımız ”Ulu Zeus” yazısını okuyanların hemen anlayacağı üzere sevgili Johan’nın antrenörlük kariyerini yazmak için cesaretimi anca toplayabildim. Bu süreç uzun ve sancılı bir şekilde uzadı farkındayım. Fakat, her zaman dediğim gibi bir insanı hayatınızın ana noktasında ”idol” olarak kabul ettiğinizde onu yazıya dökebilmek hayli güç olabiliyor. Johan Cruyff için söylediklerim ve söyleyeceklerim düşündüklerimin çok azını yansıtıyor. Zaten, bir adamı öyle arkana yaslanarak rahat rahat yazamazsın tabii ki…

”İstese sahadaki her pozisyonun en iyi oyuncusu olabilecek biriydi.” – Eric Cantona

Benim Adım Futbol

Kendisini en son bir topun üzerinde otururken ve saha içinde kimsenin görmediği ya da görüp de dokunmaya cesaret edemediği noktaları değiştirmeye inanmış bir adam olarak tasvir etmiştik.

Topun kendisinde olduğu zamanlar Rinus Michels ve Stefan Kovacs gibi büyük hocalarla çalışma fırsatı yakalayan Johan, total futbolun ve bu anlayışın getirdiği saha ve alan hakimiyetini tamamen ezberlemiş, aynı zamanda geliştirmeyi de ihmal etmemişti. Antrenörlüğe evi olan Amsterdam’da başlayan Johan Cruyff için böylece yeni bir meydan okuma hikayesi kendiliğinden yazılmaya çoktan başlamıştı. Futbolculuğu boyunca titanlarla mücadele etmeye alışkın bir adam sizce futbolu bıraktığı zaman daha azıyla yetinir miydi? Tarih boyunca farklı kıtalardan ve bazılarına göre uzaydan gelen bir çok farklı oyuncu izleme şansı elde etmiş biz futbol severler biliriz ki iyi bir futbolcu her zaman iyi bir hoca olamaz. Fakat Cruyff bu kavramın içerisinde değerlendirilemeyecek kadar farklı bir karakterdeydi. Johan için futbol kendisinin oyunuydu. Onu değiştirecek olanda geliştirecek olanda yine kendisi olmalıydı. Cruyff total futbol akademisinin ilk mezunlarından olduğu için antrenörlüğe diğerlerinden bir kaç adım önde başlama şansını elde etmişti. O oynadığı dönemlerde bile aslında bir antrenördü. Saha içinde ve dışında sürekli Michels ile vakit geçiriyor. Oyunu daha iyi hale getirmek için fikir alışverişinde bulunuyordu. Sürekli öğrenmeye çalışan bir adamın önünde durmak çok zordur. Hele bir de öğrendiklerini öğrencilerine büyük bir ustalık ile öğreten bir adamın karşısında durmak adeta imkansızdır!

Tekerrür Eden Tarih

1985 yılında Ajax kendisini göreve getirdiğinde Amsterdam’ın incisini tekrar Avrupa’nın en iyi takımlarından biri yaptı. Buna kanaat getirmek çok zor değil çünkü kendileri 1987 yılında Lokomotiv Leipzig’i mağlup ederek (UEFA Avrupa Ligi) Kupa 2’yi kaldırdılar. ”Ulu Zeus” hikayesinde sizlere Johan Cruyff’un oyuncuyken yönetim kuruluyla nasıl ters düştüğünü ve takımdan ayrılmak zorunda kaldığından bahsetmiştim. Efendim tarih bir kez daha Johan için tekerrür etmiş ve yine yönetim kuruluyla ”transfer” konusunda başlayan fikir ayrılıkları onu bir kez daha çok sevdiği Ajax’dan ayırmak zorunda bırakmıştı. 2 sene gibi bir süre içerisinde arkasında Van Basten, Rijkaard, Blind ve Bergkamp gibi dünya futbol tarihine geçecek isimlerin bulunduğu bir jenerasyon bırakan Johan bir başka mücadele sahnesi için Katalonya’ya geçiyordu. O dönemler Barcelona zor zamanlar geçiriyordu. Ve onun kapısını çalmak için geç kalmak istememişlerdi. Cruyff bir takım görüşmelerin ardından ikna olmuş ve bir mentalitenin ana kaynağı olacağı yere 1988 yılında Barcelona’ya doğru yola çıkmıştır.

Değişim Rüzgarları

1988 yılında Johan ilk değiştirmesi gereken şeyin zihniyet olduğunu çok iyi biliyordu. Ajax’daki işi buradakine göre daha basitti. O dönemlerde Ajax‘ın futbol anlayışı Barcelona’ya göre daha üst düzey ve daha saldırgandı. Johan Cruyff’un oyun anlayışına daha yakın ve bu anlayışa uyacak oyunculara sahipti Amsterdam ekibi. Barcelona ise daha kapalı oynayan ve bu doğrultuda buna uygun oyuncular ile donatılmış bir ekipti. Değişime zihniyetten başlayan Cruyff, diğer bir değişim için ise biraz beklemek zorunda kalacaktı.

Taraftar gelmek bilmeyen başarılardan ötürü oyunculara ve kulübe öfkeliydi. İç sahada oynanan bir maçta takım kaptanı Alexanco’nun ıslıklanmasına Johan Cruyff daha fazla dayanamadı ve aniden sahaya fırlayıp mikrofunu eline aldı: ”Böyle devam ederseniz giderim!” Bu ultimatomun sonunda tribünlerdeki inanılmaz sessizlik onun ne kadar büyük bir karakter olduğunun göstergesi gibiydi. En son kupasını 10 yıl önce kazanmış olan Barça için devrim kapıdaydı. Tek yapmaları gereken biraz sesi kısmalarıydı. Tek konuşan Johan olmalıydı. O ve onun yarattığı inanılmaz pas kombinasyonları!

Benim Oyunum

’89/90 sezonuna gelindiğinde Johan artık külüpte daha gerçekçi değişimleri başlatma zamanının geldiğini hissediyordu. İlk olarak, başta Lineker olmak üzere bir kaç yıldızı takımdan göndermeyi tercih etti. Onun için bu hamlenin tek bir cevabı vardı: ”Yaratmak istediğim sisteme uymuyorlar.” Kendisi bir devrim planlıyordu.Ve, büyük devrimlere kolay yollardan gidilmeyeceğini kendisi de zor yoldan öğrenmişti. Aynı sezonda üç kilit futbolcuyla anlaştı. Ronald Koeman, Michael Laudrup ve Hristo Stoichkov…
Bu üç transfere ekrandan biraz uzaklaşıp baktığımızda her bir bölgeye birer tane olduğunu fark edebiliyoruz elbette. Johan Cruyff, bir makine gibi işleyecek olan sistemine ilk dokunuşlarını böylece yapmıştı. Daha sonra klasik 4-4-2’yi terk ederek 4-3-3 formasyonunu benimsedi. Ve asıl sürprizi işte tam bu noktada yaptı…

Yeni Çocuk!

Bayanlar ve baylar karşınızda genç Pep Guardiola! 19 yaşındaki  Guardiola’nın oyun vizyonu ile pas kalitesini hemen fark etmiş ve sistemin ana merkezine kendisini yerleştirmişti Johan. Bu büyük cesaret ilk zamanlarda inanılmaz bir şiddetle eleştirilmişti. Ama Johan’ın sessizliğe ihtiyacı vardı!

Barcelona yönetimi Pep için; savunmayı beceremeyen, hava toplarında etkisiz ve kuvvetsiz bir futbolcu olduğu yönünde görüş bildirirken o bu yönlerin kolayca kazanılabileceğini fakat eyleme geçme hızı, karar alma, soğukkanlılık, teknik ve görüş kısımlarının sadece özel insanlarda olabileceğini savundu. Daha önceleri dediğimiz gibi Johan özel bir adamdı. Ve başka özel bir adam gördüğü zaman onu en iyi kendisi tanıyabilirdi. Saha içerisinde topun kendilerinde kalmasını ve mümkünse her zaman yerde dolaştırılmasını savunuyordu Johan Cruyff. Laudrup ve Guardiola’nın işi de topu yerde tutmaktı. Topun yerde olduğu her an Barcelona için pozisyondu! Topun yerde olduğu her sezonun sonu Barcelona için şampiyonluk demekti! Hem de arka arkaya dört defa. Bunlar dışında 1989’da Kupa Galipleri Kupası ve 1990’da Copa del Rey’i kazandılar.

Unutulmaz 111

Tarihler 20 Mayıs 1992’yi gösterdiğinde Cruyff, futbolun icat edildiği ülke olan İngiltere’ye futbolu ikinci kez icat eden adam olarak gidiyordu. Barcelona, Avrupa Kupası finalinde kadrosunda Attilio Lombardo, Roberto Mancini ve Gianluca Vialli gibi yıldızları bulunan Sampdoria karşısında ilk kez zafer kazanmak için şans arayacaktı. Wembley’de gergin ve ortada giden maça ancak böyle bir son yakışırdı.

Ronald Koeman, 111’inci dakikada efsaneler arasına giren frikik golü ile kilidi açtı. Ve, kupayı Johan’ın kucağına fırlattı. Artık, parti başlayabilirdi. Büyük sessizlik yerini zafer çığlıklarına bırakabilirdi. Katalan ekibi yine Johan ile beraber o eski görkemli günlerine kavuşmanın büyük mutluluğunu yaşarken, Cruyff kupadan bir gün sonra La Masia’yı denetlemek için olması gereken yerdeydi. Futbola aşıktı. Ve, aşkını göstermekten hiç çekinmeyen bir adamdı. Her fırsatta genç futbolcu adayları ile sohbet eder, La Masia’daki antrenmanları sık sık durdurur ve genç yıldız adaylarına sahada yapmaları gereken şeyleri büyük bir dikkatle anlatırdı. Johan işte… Kendisinden daha azını bekleyemezsiniz.

“Johan herkese aitti ve pek çok insana ilham verdi. Diğer hususların yanı sıra böyle de hatırlanmalı.” – Jordi Cruyff*
Başlangıcı Olan Her Şeyin Bir De Sonu Vardır.

Her güzel şeyin bir sonu olur derler. Cruyff içinde son yine bir İtalyan takımıyla ve yine bir Avrupa Kupası finalinde gerçekleşiyordu. Fabio Capello yönetimindeki Milan o sene fırtına gibi eserken kendilerini devirecek tek takımın Johan’ın Barcelonası olduğu dünya kamuoyunda hemfikirlik yaratmıştı. Barça ile neredeyse her kupayı kazandıkları 5 mükemmel sezonun sonunda Johan ve futbolcuları belki de artık doyuma ulaşmışlardı. 18 Mayıs 1994’te, Maldini, Savicevic, Donadoni ve Massarolu Milan ilk bir saat içinde Johan’ın ekibini paramparça etmiş ve Şampiyonlar Ligi Kupası’nı efsanenin elinden adeta söküp almıştı. Johan ve ekibi alışılagelmişin dışına çıkıp topu yere indirmek ve alan daraltmak yerine tam tersi bir strateji deneyince fizik olarak daha üstün olan Milano ekibi Barcelona’yı sürklase edip çok rahat bir galibiyet almıştı.

Kendisi bir süre daha Barcelona’nın başında kalsa da bu mağlubiyeti hiç bir zaman unutmadı. Bir dönem Hollanda Milli Takımı’nın başına geçmesi beklendi. Ancak, federasyonun onun yerine Dick Advocaat’ı tercih etmesini hiç sindiremedi… 1974 ve 1978’de kaybettikleri Dünya Kupası’nı koleksiyonuna eklemeyi hiç olmadığı kadar istiyordu Johan. Ve, takımın yıldızları olan Ruud Gullit, Marco Van Basten, Ronald Koeman ve Frank Rijkaard gibi oyuncularda onunla aynı hevesi paylaşıyorlardı. Buradan iyi bir hikaye çıkabilirdi sevgili okuyan fakat bir başka hayranı olduğumuz futbol adamı Rinus Michels bizimle aynı hisleri taşımıyormuş. Gerçekleşmedi ve bu serüven daha başlamadan bitti.

Ulu Bilge, Athena!*

Büyük futbol adamı öldüğü güne kadar her zaman futbolun içinde kalmaya devam etti. Arkasında muhteşem bir futbol kariyeri ve çok uzun süre unutulmayacak bir miras bıraktı. Onun dokunduğu, özel olarak atfettiği futbol adamlarından birisi olan ve yine onun en büyük mirasçısı Pep Guardiola’ya bakın! Onun geliştirdiği futbolu çok başka bir seviyeye çıkardı. Ve taraflı tarafsız herkesin takdirini kazandı. Kendisi; ” Cruyff’ü tanımadan önce futbol hakkında hiç bir şey bilmiyordum” der. Büyük hocaların her zaman büyük öğrencileri olur derler öyle de olmamış mı? Bu sorunun cevabını size bırakacağımı bilmenizi isterim.

Sevgili dostlar Johan benim için büyük bir orduya komuta eden ve her zaman kazanmayı amaçlayan büyük bir komutandır. En başında başladığımız gibi bitirelim isterim.
Sevgiyle, saygıyla ve özlemle…


Johan Cruyff, 2017, Benim Oyunum, 1. Basım, Domingo Yayımevi, İstanbul, Sayfa: 304

Athena, Yunan Mitolojisi’nde bilgelik, zeka, sanat ve barış tanrıçasıdır.

 

Batuhan Kaçar

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin