Arigo Sacchi, o efsane Milan’ı yaratırken (ki “Efsane Milan” dendiği zaman neden onun takımı akıllara gelmez onu da bilemiyorum), Berlusconi ile bir toplantısında, makineleşen oyunu oynamak ve sahada dinamizmi artırmak için daha yeni diz sakatlığından çıkmış ve 28 yaşına gelmiş (yani o dönem için yaşlı olarak kabul edebiliriz) Ancelotti’nin transferini istediğinde başta Berlusconi olmak üzere herkes çok gülmüştü. Fakat bunlara aldırış etmeyen Sacchi, ısrarları sonucu aldırdığı oyuncusunu orta sahanın ortasında konumlandırmıştı. Liedholm’ün meşhur Roma’sının da dinamosu rolünde muazzam işler çıkaran Carlo artık hocasının ardından ikinci “Efsane Milan”ı yaratacağı kulüpten içeriye girmişti. Ona inananları yanıltmayarak hem futbolculuğunda hem de antrenörlüğünde sorun çözme becerisinin zirvesini temsil ederek, kaldırdığı tek kaşının karizmasıyla her yerin aranan adamı haline geldi. Bayanlar ve baylar, bu yazımızda eşsiz bir kazananın hikayesine odaklanacağız; Karşınızda, Don Carlo Ancelotti!
Çağırmazdım Acil Olmasa
Bir şeyi araştırırken ya da düşünürken sonrasında bunlar üzerine yaptığımız okumalarda en çok sevindiğimiz veya öykündüğümüz şeylerden biri o konunun bizden daha önceki büyük kişiler tarafından düşünülüp formülize edilmiş olmasıdır. Genelde bu düşünme yeteneğinin insanlarda garip bir dışa vurum olarak tezahür etse de biraz ego okşayıcı bir durum olarak ön plana çıkar. Müzik de tam bu noktada kelimelere dökemediğimiz belli duyguları anlatmada muazzam bir yardımcıdır. Ben de yapı itibariyle bir şeyleri müzikle, şarkılarla anlatmaktan zevk alan bir yazar olarak Don Carlo’yu anlatacak en iyi şarkının bir Ebru Gündeş şarkısı olduğunu düşünüyorum: “Gel vefasız, gel vicdansız/Çağırmazdım acil olmasa/Gel vefasız, gel kitapsız/Yanıyorum arzularımla” diye o nameli sesiyle şarkıyı söyleyen Gündeş, sevgilisine duyduğu hasreti ve ona duyduğu kavuşma arzusunu notalara dökerken aynı zamanda Chelsea’nin, Everton’un, Paris Saint-Germain’nin, Milan’ın, Bayern Münich’in ve Real Madrid’in de bu karizmatik şahsiyete duyduğu özlemin sesi olduğunu düşünse ne hissederdi acaba? Ama evet bir yerde saydığım bu büyük kulüpler aynı Gündeş’in sevgilisine duyduğu hasret gibi Don Carlo’yu bağırlarına bastılar.
Kurtarıcı
Hayatın her alanında olduğu gibi futbolun da pek adaleti yoktur. Adaletsizliğin temel ölçütünü ben ve siz bu yazıyı okuyanlar hiçbir şekilde net olarak ortaya koyamasak da “meyve veren ağaç taşlanır” atasözümüzün de bize gösterdiği gibi Don Carlo, onca başarısına rağmen sürekli kovulan adam olma hüviyetinin en efsanevi kişiliklerinden biridir. Efsanevi demişken tüm bu başarısızlıkların altında ve piramidin en tepesinde, benim araştırmasını en sevdiğim mitolojik karakterlerden biri olan Hızır imgesi, belki de Carlo Ancelotti’yi tanımlayacak en berrak motif olarak ön plana çıkıyor. Hikaye hepimizin malumu; biz daha Anadolu kapılarını zorlamamışken Orta Asya topraklarında herkesin yardımına koşan ve sonra kaybolan, yeni doğmuş bebekleri Umay’dan koruyan ve aynı anda başka yerde olma özelliğine sahip Ak sakallı bilge metaforu, yeni din ve özellikle tasavvufla tanışınca mitolojik bir varlığa dönüşmüştür. Hızır yeryüzünün, kardeşi İlyas ise denizlerin hakimidir. Ve her 6 Mayıs gecesi ikisinin kavuşması şerefine ateşten atlanıp, gül ağaçlarının diplerine dilekler gömülür. İşte Don Carlo’yu Hızır diye nitelendirmemin en önemli sebebi budur. Başı sıkışan, başarıyı kovalayan ve futbolun doğrularını isteyen her kulüp ilk onun kapısını çalar. O da Hızır gibi yetişip gemiyi karaya sağ salim yanaştırır. Don Carlo, futbol dünyasının Hızır’ıdır.
Her Hikayenin Mutlak Bir Başlangıcı Vardır
Benim Don Carlo’yla tanışmam ise çok küçük yaşlarda bir gazete küpürü sayesinde oldu (bu hikaye ileride kahramanımızın ne denli önemli olduğuna dair ufak doneler içermektedir, sevgili okuyan). 90’lı yılların sonunda fırtına gibi esen Parma takımının genç çalıştırıcısı Ancelotti, Fenerbahçe’nin yeni seçilen başkanı Aziz Yıldırım tarafından iki sezon önce başlayan Galatasaray hakimiyetini bitirmek için en kuvvetli aday olarak görülmektedir. Teklif kendine gidince duruma bir bakmak ve Fenerbahçe’yi görmek isteyen İtalyan çalıştırıcı İstanbul’a getirilir. Kulüpten ve imkanlardan oldukça etkilense de dönemin gazetelerine göre karısı istemediği için Fenerbahçe’yi reddetmek zorunda kalır. Lakin durum biraz farklıdır. Marcello Lippi’den boşalan koltuğa adayları belirleyen Juventus’un ilk tercihi Parma’da güzel işler çıkartan İtalyan teknik direktördür. Ülkenin en büyük takımıyla, en büyük sahnede olmayı isteyen Ancelotti için bu fırsat kaçamazdı. Ve, Fenerbahçe’yi reddederek Juventus’a imzayı attı. 2 sezon görev yaptığı Yaşlı Hanımefendi’de istediğini bulamaz ve bambaşka bir hikaye başlar. Carlo Ancelotti, 2001’de Milan’ın başına geçmek üzere Milano’ya doğru yola çıkmıştır bile.
Efsane Milan
Yazının başında İkinci Efsane Milan olarak nitelendirdiğim takımı kurmak Don Carlo’ya nasip oldu. Fatih Terim’den koltuğu devraldığında takımda Rui Costa gibi muhteşem bir oyun kurucu, yıllanmış şarap Paolo Maldini, Andrey Shevchenko ve Filippo İnzaghi gibi golcüler, Gattuso gibi bir savaşçı vardı. Tüm bunlardan azade ise Inter’de tutunamayan bir sanatçı olan Andrea Pirlo takımda yer alıyordu. İlk sezonu üçüncü olarak tamamlayıp Şampiyonlar Ligi’nde oynama hakkı elde eden Milan için her şey güzel gidiyordu. Sonraki sezon Şampiyonlar Ligi’nde grup aşamasını lider tamamlayan Milan, ikinci grupları da lider geçerek çeyrek finalde Ajax’ı ve yarı finalde de ezeli rakibi İnter’i saf dışı bıraktı. Rakip, Milan ve Don Carlo için çok tanıdıktır: Juventus.
0-0 biten normal sürenin ardından uzatmalarda da eşitlik bozulmaz ve penaltılara giden maçı 3-2 kazanan Milan, Şampiyonlar Ligi’ni dördüncü kez kazanır. Don Carlo ise ilk Şampiyonlar Ligi zaferine ulaşmıştır. Sizin anlayacağınız, Milan’da işler tıkırındaydı. İleride tüm kariyerinde göreceğimiz gibi Ancelotti, oyunculara dokunup onların performansını üst seviyeye çıkaran bir hoca olarak ilk sezonunda çok fazla şans vermediği Genç Pirlo’yu 03-04 sezonuyla beraber 10 numaradan savunmanın önüne çekti. Baklava 4-4-2’nin savunma önü oyun kurucusu yani Regista olarak oynattığı Pirlo’yu bir futbol fenomenine dönüştüren Ancelotti, Şampiyonlar Ligi zaferinin ardından Serie A’yı da kazandı. Bu dönemde takıma katılan Kaka’yla birlikte, herkesin kadrosunu ezbere saydığı Efsane Milan da yaratılmış olur.
İstanbul Travması
04-05 sezonu hem Milan, hem Liverpool, hem de futbol tarihi için çok önemli bir dönüm noktasıdır. İngilizlerin İstanbul Mucizesi adını verdikleri maç hala hepimizin hafızalarında mümtaz bir yer teşkil ediyor. Maça muazzam bir atak oyunuyla başlayan Milan, ilk yarı bittiğinde kaptan Maldini ve Crespo’nun iki gölüyle soyunma odasına 3-0 önde giriyordu. O zamanlar 14 yaşında olan ben, annem ve babamın “haydi yat artık, bu maç buradan dönmez” telkinleri ve dayanılmaz bir uykunun tesiriyle uyumuştum (tabi daha sonra tüm maçı bu yaşıma kadar belki 10 kere izlemişimdir, orası ayrı).
Ertesi sabah uyandığımda maçın 3-3 olduğunu ve uzatmalarda Liverpool’un kazandığını öğrenmem benim için tam bir yıkım olmuştu. Beni bile bu kadar etkilediyse kim bilir Don Carlo ve Milan’ı nasıl etkilemiştir diye uzun zaman düşündüm. Ama gördüm ki 2 sene sonra bu sefer Atina’da bu iki takım tekrar karşı karşıya geliyordu. Tabi ben de bu kez maçı son düdüğe kadar izlemiştim ve maç bittiğinde iki sene öncesinin travmatik kaybedeni Carlo Ancelotti, kupayı hiç olmadığı kadar keyifle kaldırıyordu. Milan ve Ancelotti yeniden zirvedeydi. Tabi her güzel maceranın bir de sonu vardı…
Kovulmadığım İçin Şanslıyım
Sonraki iki sezon Don Carlo ve Milan için işler pek iyi gitmedi. Mayıs 2009’da 8 senelik bu muazzam yapı çöktü. Yardım butonuna ise bu kez İngiltere’den basılmıştı. Mourinho’nun ayrılmasından sonra Avram Grant, Scolari ve Hiddink gibi hocalarla çalışan fakat istediğini bir türlü bulamayan Chelsea adeta “Yetiş ya Hızır!” nidaları eşliğinde İtalyan çalıştırıcının kapısını çaldı. Ülke dışına çıkma kararını çoktan almış olan kurt hoca soluğu Londra’nın puslu ve yağmurlu havasında aldı. Lampard’lı, Essien’li, Anelka’lı, Drogba’lı, Carvalho’lu ve Terry’li Chelsea yönetilmesi zor bir oyuncu grubu gibi görünse de Don Carlo’nun esas ihtisas alanı böyle kadroları yönetmekti. Ve bunu da başardı. Muhteşem bir 4-3-3 takımı yaratıldı. Drogba sezonu 26 golle tamamlarken, takımın oyun kurucusu olarak oynayan Frank Lampard ise 22 golle kariyerinin en iyi sezonunu ortaya koydu. Chelsea ise takım halinde bir rekor kırarak sezonu tam 103 golle tamamlamıştı. Don Carlo yine gönüllerdeydi. Fakat ikinci sene işler pek iyi gitmiyordu. “Kovulmadığım için şanslıyım” açıklamasını yaptıktan kısa bir süre sonra görevine son verildi. Hızır, işini yapıp bir macerayı daha noktalamıştı ama görev burada sona ermiyordu.
Paris Yolları
2010’ların ortalarında körfez sermayesi tarafından satın alınan Paris Saint Germain, ciddi paralar harcayarak bir takım kurma niyetindeydi ve bunu da kısmen başardıkları söylenebilir (o dönem için). Thiago Silva’lı, İbrahimovic’li, Lavezzi’li takım bir sene önce şampiyonluğu Montpellier’ye kaptırınca işlerin umdukları gibi olmayacağını anladılar. Ve, 2012-2013 sezonu için Don Carlo’yu “Acil!!!” notuyla Paris’e çağırdılar. Aslında 11-12 sezonunun devre arasında takıma katılan Don Carlo yarım sezonluk bölümde pek bir etkide bulunamamıştı. Ancak, 12-13 sezonunda takımı, Fransa’nın zirvesine koydu. Yalnız PSG’nin asıl hedefi ligi kazanmak değil Şampiyonlar Ligi’ni kazanmaktı. Don Carlo yıldızlarla bezeli bu takımı her ne kadar muazzam yönetse de istenen başarı gelmediği için hazin sondan kaçamadı ve kovuldu. Yeni durak ise İspanya’ydı…
Yarım Kalan Hikaye
Real Madrid dendiğinde aklımıza gelen ilk şey Los Galacticos kavramıdır. Tarih boyunca hep yıldızlarla donatılmış Real Madrid, şüphesiz her oyuncunun ve her hocanın çalışmak isteyeceği bir kulüp olma özelliğiyle tüm futbol severlerin ilgisini çekmiştir. Bu akademik ve bir o kadar da doğru tanımlama yine bir post-Mourinho sendromu yaşayan Real Madrid’i, Ancelotti’ye yönlendirdi. 12-13 sezonunda Üçüncü Sezon Bunalımı’nı tekrarlayan Portekizli teknik adam görevi bırakınca, gidilecek adres belliydi: Futbolun Hızır’ı Don Carlo Ancelotti! Son sezonunda takımdaki birçok yıldızla sorun yaşayan Mou’nun ardından yıldızlarla çalışma konusunda dünyanın en iyilerinden biri olan Ancelotti, Real Madrid’e ve futbolculara adeta ilaç gibi gelmişti.
Tabii ki amaç belliydi, Barcelona hakimiyetini yıkmak. Kadroda, Benzema, Mesut Özil, Luka Modric, Ramos gibi yıldızların yanı sıra yaşayan efsane Cristiano Ronaldo da bulunuyordu. Plan basitti, şampiyon olunacaktı. Don Carlo’nun elinde yağ da vardı, un da, şeker de. 13-14 sezonunda Real Madrid tam 104 gol attı, Ronaldo 31 golle gol krallığını aldı, Şampiyonlar Ligi’nde ezeli rakip Atletico Madrid ile epik bir maçın ardından kupaya uzanıldı. Don Carlo oyuncularla muazzam anlaşıyordu, fakat ufak bir eksik vardı; La Liga. Ligi, Şampiyonlar Ligi finalinde yenilen ezeli rakibi Atletico’ya kaptırılmıştı başkent ekibi. Belki de en çok yakıştığı yerden kovuldu. (daha sonra buraya döneceğiz, çünkü yazımızın esas paragrafı burasıdır sevgili okuyan).
Bavyera Günleri
Real Madrid sonrası çok yorulan Don Carlo bir süre dinlenmeye karar verdi. Bu dinlenme bir başka efsane için bozuldu. 3 senelik macerasını noktalayan Guardiola’dan boşalan koltuğa oturmak üzere Munich’e yolunu tutan Don Carlo, Alman efsanesinin başına geçti. Bayern Munich daha önce çalıştığı kulüpler içinde en gelenekçi kulüp olma hüviyeti ve Müller, Hummels, Neuer, Lewandowski, Ribery ve Robben gibi yıldızlarıyla tam onun yönetebileceği bir ortamdı. Ayrıca Guardiola döneminde aşırı tutkudan çok bunalan oyuncular, tıpkı Real Madrid’te olduğu gibi rahat nefes alma özlemiyle yanıp tutuşuyorlardı. Rahat bir nefes de aldılar. Carlo Ancelotti, oyunculardan maksimum verimi alma konusunda bir dâhiydi. Ve asıl becerisi taktiksel bilgisinin yanı sıra takımıyla kurduğu iletişimindeydi. Bayern Munich çok mutluydu, belki haber değeri taşımıyor ama şampiyon da oldular. Yalnız oyunculara sağladığı bu rahatlık bir süre sonra başına bela oldu. Guardiola döneminde fazla çalışmaktan şikayet eden oyuncular, bu seferde acaba az mı çalışıyoruz diye homurdanmaya başladı. Bu Don Carlo’nun bavullarını hazırlaması anlamına geliyordu. Ülkeye dönüş vakti gelmişti.
Gittim ve Döndüm
Sarri sonrası hüviyetini kaybeden Napoli kapıyı çaldı, Hızır gibi yetişen Don Carlo bir senelik macerasında Napoli’ye oynattığı pozitif futbolla artık bitti diyenleri yanıltmıştı. Fakat buradaki macera çok kısa sürdü. İngiltere’de yılların kaybedeni Everton, “Bizi Kurtar” diye yana yakıla Carlo’nun kapısını çaldı. James, Richarlison gibi oyunculardan kurulu ekibe bir de her zaman yaptığı gibi enteresan bir dokunuş yaptı Don Carlo. Potansiyeli hep tartışmalı olan Dominic Calvert-Lewin’den ligin en efektif golcülerinden birini yaratan İtalyan, Liverpool’un mavi tarafı için bir ilah konumundaydı. Bu konfor sadece yarım kalan bir hesabı kapatmak için bozulabilirdi. Madrid’teki son sezonunda koltuğunu bıraktığı Zidane’ın ayrılığı sonrası, kapıyı çalan eski dostunu kıramadı ve Don Carlo Ancelotti, Real Madrid’e geri döndü. Yukarıda açtığım parantezde oraya geri döneceğimi söylemiştim, hatırlarsanız…
Real Madrid için en çok yakıştığı yer derken kastettiğim şey buydu. Işıltılı anlarla bezeli ve kupalarla dolu kariyerinin en çok yakıştığı kulübe geri dönmek herkese nasip olacak bir şey değildir; tabii adınız Carlo Ancelotti değilse. Gol rekorları kırarak Şampiyonlar Ligi kupası alarak bıraktığı Real, bugün o bıraktığı takım değil. Çünkü, Ramos yok, Cristiano yok, Özil yok ve Modric artık yaşlı. Geriye kalan Benzema ve onun yanında oluşturacağı takım, belki de en Real Madrid’e benzemeyen Real Madrid takımı kimliğinde! Hayatını bu oyuna adamış ve türlü yerlerde, türlü yıldızları idare etmiş Ancelotti için ilginç bir macera olacağı daha şimdiden belli, ama bunlar işin detayları ve asıl olan şey eve dönüş metaforu. Don Carlo, dünya tarihinin en nev-i şahsına münhasır teknik direktörü olarak yıllar önce istemeden ayrıldığı takıma geri döndü. Yeni yıldızlar yaratmak, yeni taktikler üretmek ve devinimi kesilmeyen dünyanın en spektaküler oyunu için söyleyecek sözleri olduğunu kanıtlamak için. Yazımı dünyanın en çok kovulan en iyi teknik direktörlerinden birine saygı ve sevgiyle bitirirken sanırım takım çalıştırmadığı dönemde Chelsea ile sezona kötü bir başlangıç yapan Jose Mourinho için söylediği şu sözünü buraya eklemek onu anlatmak için en iyi cümle olabilir:
“Bazen nedenini anlayamadan bir şeyler kötü gider. Bir açıklama yapamazsınız. Bir gizem gibi… Biz nasıl Milan ile İstanbul’da Liverpool’a karşı kaybettik?”