Bizim jenerasyonumuz ona yetişemedi. Ancak, Bruce Lee efsanesinin dünyayı kasıp kavurduğu günlerden 30 yıl sonra doğmuş olan bizler bile o kasırgadan payımıza düşeni aldık. Televizyonda neredeyse yarım asır sonra yayınlanan efsane filmleri ve hatta yeniden yapımlarının etkisini çocukluğunda bir heves dövüş sporlarına merak salan çocukların sayısından görebilirsiniz. Bruce Lee henüz 32 yaşında hayata gözlerini yumdu. Efsanesi ise Amerika Birleşik Devletleri’nde, Çin’de, Türkiye’de ve kısacası dünyanın dört bir yanında hala çok canlı. Bu efsanenin vefatının ardından yarım asır geçmiş olmasına rağmen hala bu kadar canlı olmasının sebeplerini incelediğimizde filmlerden ibaret olmadığını görebilirsiniz.

Dövüşmeden Dövüşmek

Babasının ünlü bir opera sanatçısı olmasının etkisiyle Bruce henüz 1 yaşında sinema ekranlarıyla tanışmıştı. Ancak, genç Bruce için asıl kırılma noktası ekranda gözüktüğü an değil hocası Yip Man ile tanıştığı gün oldu. Daha sonraları stilini “dövüşmeden dövüşmek” olarak niteleyen Bruce o günlerde ise daha çok gençti. Hocasından öğrendiklerini Hong Kong sokaklarında sergilemekten çekinmiyor dolayısıyla başı beladan hiç eksik olmuyordu. 18 yaşına geldiğinde ailesi çareyi onu üniversite için ABD’ye göndermekte buldu.

Bruce Lee 18 yaşında, babasının turnesi sebebiyle dünyaya gözlerini açtığı ABD’ye geri döndü. Buradaki ilk yıllarında sabahları felsefe okuyarak akşamları ise çalışarak geçirdiği günler onu olgunlaştırdı. Çocukluğundan beri felsefeyle yakından ilgili olan Lee buradaki akademik eğitimi ile doğu felsefesi ile batı felsefesini kendi zihninde harmanlamış oldu. Bu ilk yıllar güllük gülistanlık değildi. İkinci Dünya Savaşı’nın etkileri henüz taze iken, Japonların kapatıldığı toplama kampları henüz unutulmamışken, bir Asyalının ABD’de yaşadığı ırkçılığı tahmin etmek çok zor olmayacaktır. Bruce Lee ustası Yip Man’den nasıl dövüşeceğini öğrenmişti. ABD’deki yeni hayatında ise öğrenmesi gereken dövüş artık fiziksel değildi. Bu yıllar Bruce’un ırkçılıkla nasıl mücadele edeceğini öğrendiği yıllar oldu.

Hayatının Dövüşü

Sonunda Bruce Lee Seattle’da kendi dövüş okulunu açtığında mücadele etmesi gereken ırkçılığın yalnızca karşıda değil kendi mahallesinde de olduğunu fark etti. Hiçbir ırk ayrımı yapmadan öğrencilerine bildiklerini anlatırken gelenekçiler karşısına dikildi. Gelenekçi ustalar genç usta Lee’nin Çinlilere özgü dövüş taktikleri ırk ayrımı yapmadan herkese anlatmasında oldukça rahatsız olmuşlardı. Ancak, onlara karşı da dimdik durdu ve aynı şekilde derslerine devam etti. Buradaki günleri böyle geçerken biraz da tesadüf eseri bir deneme çekimi için kamera karşısına geçtiğinde çocukluğundan sonra unuttuğu oyunculuk kariyerini yeniden hatırladı. Hatırladı hatırlamasına ama bu kez belki de hayatının en büyük kavgası Hollywood ile başladı.

Bir süre sonra elinde bir dizi fikri ile yapımcının kapısını çaldığında bu fikir çok beğenildi. Dizinin çekimlerine hemen başlanacaktı ama Bruce Lee ile değil. Warner Bros diziyi çok beğenmişti fakat Asyalı bir oyuncuyu başrol olarak oynatmanın riskini göze alamamışlardı. ’70’leri kasıp kavuracak olan Kung Fu dizisi Bruce Lee içerisinde olmadan başladı. Ve, onun yerine başrol Quantin Tarantino’nun Kill Bill yapımından da tanıdığımız David Carradine’ye emanet edildi.

David Carradine, Kung Fu isimli diziden

Bu olay Lee’nin hayatının en önemli kırılma noktalarından biri oldu. Kendisini beyaz perdede kabul etmeyen Hollywood ile savaşının ikinci perdesi de o andan itibaren başladı. Amerikan sinemasına yanıldığını kanıtlamak için Hong Kong’a dönen Bruce Lee’nin Hollywood stüdyolarına dönüşü yalnızca iyi bir dövüşçü, iyi bir oyuncu olarak değil bir dövüş sanatları fenomeni olarak olacaktı.

Sınırların Ötesinde

Bruce Lee, Hong Kong’a döndüğünde de kırmızı halılar önüne serilmedi. ABD’de bir Asyalı olarak ırkçılığı en derinden yaşayan Lee memleketinde de benzer bir sorunla karşılaştı. ABD’de bir Asyalı iken Asya’da ise artık bir Amerikalı olarak görülüyordu. Bunun yanında Seattle’daki okulunda ırk ayırımı gözetmeksizin anlattığı öğretisi geleneksel Kung Fu ustaları tarafından hiç hoş karşılanmamıştı. Onlara göre bu öğreti Çin ırkına aitti ve başka kimseye öğretilmemeliydi. Bruce Lee ise bu öğretinin insanlığın ortak kültürel mirası olduğuna inanıyordu.

Hong Kong’a döndükten sonra bu ideolojik tartışmaların yanında kendi çalışmalarını da hiçbir zaman bırakmadı. Lee, ABD’de iken de vücudu insan sınırının uçlarında görüyordu. Ancak, Asya sineması için kamera karşısına geçtiğinde artık sınırlarında ötesinde gözüküyordu. Onu beyaz perdede görenler kurşun geçirmez bir vücut ile karşılaştıklarını düşünüyordu.

Burada çektiği filmler önce kendi kıtasında büyük yankı uyandırdı. Sonrasında ise sınırları aşarak Avrupa ve Amerika’da. Kısa sürede bütün dünyayı etkisi altına alan Bruce Lee filmleri tabii ki onu risk olarak gören ve ona güvenemeyen Hollywood sineması hatasından dönerek kırmızı halıyı Asyalı yıldız Bruce Lee için sermesini sağladı.,

Fenomen

Genç yaşta trajik ölümü sinemaya verebileceklerinin çok azının beyaz perdeye yansımasına sebep oldu. Ölümü nedeniyle çekimleri yarım kalan “Game of Death” filmi beş yıl sonra dublörler ve eski görüntülerle tamamlanarak yayınlandı. Bruce Lee’nin bu üç yılda yalnızca dört uluslararası filmi vizyona girdi. Bugünden baktığımızda beyaz perdede bu kadar az gözükmesine rağmen etkisinin bu kadar büyük olması onun filmlerinin bir sinema filminden çok daha fazlası olduğunun, kendisinin bir oyuncudan ve bir dövüş sanatçısından çok daha fazlası olduğunun bir başka göstergesi.

Onun ırkçılıkla mücadelesinin bir başka cephesi olarak görülebilecek kişi eşi Linda, Lee’nin ölümünün ardından onun için “Binlerce yıl önceden kopup gelen ve biz fanileri kısa bir süreliğine ziyaret eden bir ruh” diyor. Ardından ortaya konan efsaneler ve mitler belki de onu anlatmaya kelimelerin yetmemesinden kaynaklıdır. Hakkında ne söylersek söyleyelim ne kelimeler yetiyor onu anlatmaya ne de insanın sınırlı olan dimağı.

Su Gibi Ol Dostum!

Pek çoklarına Bruce Lee’nin bir insan olmadığını düşündüren, yenilmez ve kurşun geçirmez gibi gözüken vücudu. 32 yaşında aldığı bir ağrı kesicinin etkisine yenik düştü ve hayata gözlerini yumdu. Bu şok edici vedanın ardından hakkındaki spekülasyonlar hiç bitmedi. İnsanlar bu yenilmez zihnin ve kurşun geçirmez vücudun ölümü için mantıklı bir açıklama bulmaya çalışıyorlardı. Kimisi Çin mafyasının onu zehirlediğini iddia etti. Kimisi ise onun ölüme yenik düşebilmesi için daha büyük bir güce ihtiyaç vardı ve Lee’nin bir aile laneti ile lanetlendiğini öne sürdü. 1993 yılında oğlu Brandon Lee de trajik bir şekilde hayata veda edince bu komplo teorileri yeniden gün yüzüne çıktı.

Bu iddialar hiçbir zaman komplo teorilerinin ötesine geçmedi ama bir gerçek vardı ki bu dünyadan tek bir Bruce Lee geçti. Ve, kısacık ömründe dünyaya öyle bir imza attı ki hala hafızalarımızda taze kalmaya devam ediyor. Hala onun öğretisi dünyanın dört bir yanında genç öğrencilerin mottosu haline geliyor. Hala insanlar onun sözlerindeki gibi su gibi olmaya çalışıyorlar.

“Zihnini boşalt. Su gibi formsuz, şekilsiz ol. Suyu bir bardağa doldurursan, su bardak olur. Onu çay demliğine doldur; o zaman su, çay demliği olur. Bak, su akar, yayılır, damlar ya da parçalanır. Su gibi ol dostum!”

 

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin