Avrupa’nın göbeğinde Stade de France’da pek çoklarına göre kıtanın en büyük organizasyonunun finali yarın gerçekleşecek. Her yıl olduğu gibi bu yılda Mayıs ayının son haftasında devler arasından sıyrılmayı başaran iki takım Avrupa’nın en büyük tacının sahibi olabilmek için yeşil sahada mücadele verecek. Bu ünvan için bu sezon son kez sahneye çıkmayı başaran iki dev Real Madrid ve Liverpool’dan başkası değil. Son yıllarda avrupa futbolunu domine eden iki takımdan biri olan Liverpool ile bitti denilen yerde kültüründen aldığı güçle her zaman buralarda olmayı başaran Real Madrid mücadelesi için artık nefesler tutuldu. Finalin adı belli olduğu günden itibaren bu maça dair pek çok söz söylendi, incelemeler dinledik ve analizler okuduk. Bu yazıda ise final bu kadar yaklaşmışken durup birkaç dakika soluklanmanız için maça dair öngörülerimizi değil Şampiyonlar Ligi mücadelesinin neden bu kadar büyük olduğuna dair bir tartışma sunmak istiyoruz.
Ruhunu Ararken
1955 yılında düzenlenen 1’inci UEFA Kongresi’nde L’Equipe Gazetesi Editörü Gabriel Hanot hazırladığı turnuva taslağını sunarken bütün kıtanın gözlerini dikeceği bu turnuvayı hayal etmiş midir bilinmez. Ancak, tarih bilimi dönemin Avrupa’sını öğrenmemize olanak sağlıyor olacak.
Kongrenin yapıldığı yıllar Avrupa için arka arkaya gelen iki dünya savaşının yaralarını sarmaya çalıştığı günler olarak ilk bakışta karşımıza çıkmaktadır. Bir taraftan savaşın getirdiği dehşet hafızalarda tazeyken iki kutuplu bu dünyanın girdiği soğuk savaş dönemi yeni bir tehdit olarak Avrupa’yı titretmeye devam ediyordu. Avrupa, barışı nasıl sağlayacağını tartışırken bundan birkaç yıl sonra 1957 yılında kurulacak ve Avrupa Birliği’nin temelini oluşturacak olan Avrupa Ekonomik Birliği’nden önce cevap futbol sahalarından gelecekti…
1955 yılında kıta bu tartışmalar içerisinde bir doğum sancısı çekerken kurulan; avrupa ligleri şampiyonlarını bir araya getirmeyi hedefleyen Şampiyon Kulüpler Kupası, bu yolda olgunlaşmış fikirlerin ortaya çıkardığı bir organizasyon olmasıyla akla çok yatkındı. Ancak, bu kongrenin teorik tartışmaların olgunlaşması için kararlar alındığı ve sıranın pratik uygulamaya geldiği fikriyle toplandığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü, Şampiyonlar Ligi’nin temellerinin atıldığı bu kongre oyunun mucitlerinin kibri ile karşı karşıya gelecekti.
Avrupa’nın İnşası
İngiltere Milli Takımı’nın bugün bile dönüp baktığında utanç vesilesi olarak gördüğü Macaristan mağlubiyetleri bir domino etkisi yaratmıştı. Wembley’de oynanan ilk maçı 6-3 kaybeden İngiltere, Budapeşte’deki rövanşı 7-1 kaybettiğinde ülkede yarattığı etkiyi tahmin etmek için o günlere dönmeye hiç gerek yok. Daha sonra Macaristan’ın, Dünya Kupası finali oynaması İngiltere’de bu mağlubiyetleri de normalleştirmedi. Bunun yerine intikam duygularını güçlendirdi ve sonuç olarak birkaç ay sonra oynanan özel maçta Wolverhampton, Macaristan Milli Takımı’nı 3-2 yendiğinde ertesi gün çıkan tabloid manşetlerini tahmin etmek zor değildi: “Dünya Şampiyonu Wolverhampton”. İngiliz tabloidlerin verdiği bu ünvanı ciddiye alan diğer Avrupa ülkelerinin gazeteleri buna karşı çıktı. Dünya şampiyonu tartışmalarına ilk karşı çıkan L’Equipe Gazetesi ise bu bir dünya şampiyonluğu değil demekle yetinmedi bir de şampiyonu belirlemek için özel bir turnuva önerdi.
Bu öneriyi UEFA belirli kurallara bağlayarak Şampiyon Kulüpler Kupası’nı oluşturdu. Liglerini şampiyon bitirerek ülkelerinin en büyük apoletini kazanan takımlar Avrupa’nın tacını kazanmak için mücadele etmeye başladı. Yıllarca kıtanın her köşesinde hemen hemen her an savaşan Avrupa’nın artık barış içinde yaşamanın yollarını aradığı dönemde imdadına futbol yetişti.
Hepsine Hükmedecek Tek Turnuva
Şampiyon Kulüpler Kupası’nın erken dönemleri tam da planlandığı gibi avrupa liglerinin şampiyonlarını bir araya getirerek 16 takımla oynanmaya devam etti. İlk günden itibaren kıtada öyle etkili oldu ki bu turnuvaya katılmak takımların nihai hedefi haline daha o günlerde gelmeye başladı. Hal böyle olunca beklenen oldu ve UEFA bu turnuvayı daha fazla takımla oynatmaya dolayısıyla pastadaki payı daha fazla takıma dağıtmaya karar verdi.
Ancak, pasta o kadar büyüdü ki alınan bu karar artık yeterli gelmiyordu. Kitle iletişim teknolojilerinin önlenemez yükselişi televizyonun yıldızı Şampiyon Kulüpler Kupası’nı bambaşka bir boyuta taşıdı. Büyük kulüpler bu turnuvanın getirisinden artık memnun değillerdi. Şampiyon Kulüpler Kupası öyle başarılı olmuştu ki bu başarı artık organizasyonun sonunu getiriyordu. Organizasyon başarısıyla televizyon ekranlarından taşmaya başlamış ve artık misyonunu tamamlamıştı.
1991 yılında beklenen oldu ve UEFA yeni turnuva formatını duyurdu. Şampiyon Kulüpler Kupası artık tarih olmuştu. Onun yerini renkli televizyon ekranlarına daha uygun, kulüplerin istediği hatta daha fazlasını kazanabilecekleri, reklam anlaşmalarıyla kasaların dolup taşacağı ve bütün bunlar için daha fazla maçın oynanacağı yeni bir format devreye giriyordu.
Bir Marka Doğuyor
Şampiyonlar Ligi bugün zihinlerde nasıl canlanıyorsa ilk tanıtıldığı gün de benzer stratejilerle görücüye çıkmıştı. Organizasyonun tanıtımını üstlenen pazarlama şirketi TEAM kendi ifadesiyle Şampiyonlar Ligi’ni premium bir ürün olarak nitelendiriyordu. Bu algıyı güçlendirebilmek için üç yeni sembol belirlemişlerdi. O semboller hemen aklınıza gelen hepimizin karşılaştığında içinde farklı duygular uyandıran sembollerdi.
Kıtanın farklı noktalarındaki şampiyonları temsil eden 8 yıldızlı top, Şampiyonlar Ligi dendiğinde akla gelen o üç sembolden biri olacaktı. O topu görmek demek Şampiyonlar Ligi’ni görmek demekti. O topun üzerindeki yıldızlardan biri olabilmek ise çok daha fazlası anlamına geliyordu. Bir diğer sembol Şampiyonlar Ligi topunda da gördüğümüz renkler olacaktı. Lacivert ve gümüş renklerin tercih edilmesi de basit bir tesadüf değildi. Tarihi, asaleti, aristokrasiyi ve otoriteyi temsil eden bu renkler turnuvanın sağlam köklerini işaret ederken şampiyonlara ne kadar yüce bir makamda olduklarını da hissettirmek istiyordu.
*Die Meister, Die Besten…
Ve, son sembol ise tüyleri diken diken eden o marş. Şampiyonlar Ligi marşı aslında İngiltere Kralı’nın taç giyme töreni için hazırlanan Zadok the Priest isimli marştan esinlenilmiştir. Mutlak iktidarı ve yeni bir tacı müjdeleyen bu marş Tony Britten tarafından yeniden aranje edildi ve Avrupa’nın dolayısıyla UEFA’nın resmi dilleri olan İngilizce, Fransızca ve Almanca seslendirilerek Şampiyonlar Ligi’nin resmi marşı ortaya çıkartıldı.
Bu semboller öyle bir hale gelecekti ki bir Şampiyonlar Ligi maçı Paris’te de oynanıyor olsa Kiev’de de oynanıyor olsa statlardan aynı marş yükselecek, aynı renkler kullanılacak ve televizyon ekranlarında aynı grafikler hatta aynı reklamlar dönecekti. Kısacası yer neresi olursa olsun Şampiyonlar Ligi markası hep aynı kalacaktı. Avrupa’nın en büyük kupası bu strateji ile ortak kültürün belki de en önemli markası haline gelmişti.
Kırmızı Pazar
Şampiyon Kulüpler Kupası’nın çocuğu olan Şampiyonlar Ligi beklendiği gibi çok daha başarılı bir organizasyon olarak yoluna devam etti. Ve, kulüpler istediğini aldı. Ancak, bu turnuva sayesinde güçlenen kulüpler her zaman daha fazlasını talep etti. UEFA’da onları neredeyse hiç kırmadı. 1997 yılında turnuvayı kökten değiştirecek o kararı verdi ve büyük liglerin ikincileri de Şampiyonlar Ligi’ne katılmaya hak kazandı. Daha sonra bu karar emsal teşkil etti, tavizler artarak devam etti.
Bugün geldiğimiz noktada ise Şampiyonlar Ligi, Avrupa’nın birkaç büyük liginden takımların kendileri arasında oynadığı diğer ülkelerin ise devler sahnesinde figüran olarak yer aldığı bir organizasyon haline geldi. Şampiyonlar Ligi’nin gittikçe güçlenen güçlendikçe kabına sığmayan devleri ile UEFA arasında pamuk ipliğinde ilerleyen ilişkileri herkesin malumuyken geçtiğimiz sene Nisan ayında Şampiyonlar Ligi’nin önündeki en büyük tehdit Avrupa Süper Ligi ortaya çıktı. İlk günden beri sözleri kanun hükmüne gelen kulüplerin karşısına çıkan direnç ise beklemedikleri yerden geldi. Kendi taraftarlarından yani Avrupa’nın direkt kendisinden geldi. Ve, kulüpler Avrupa Süper Ligi projesinden geri adım atmak zorunda kaldı. (!)
Ada’da doğduğu iddia edilen bu oyunun köklerinin nereden geldiği konusu tartışmaya açık olsa da şu bir gerçek ki futbol, Avrupa kültürünün içinde doğdu ve bu kültürün ulaştığı her yerde kendi şeklini aldı. 1991 yılından beri durmadan değişen statüsü ve son değişiklikler göz önüne alındığında Şampiyonlar Ligi’nin geleceği nereye gidiyor bilinmez. Ancak, Avrupa halkları geçtiğimiz sezonda bize bir umut aşıladı. Ve, kendine ait olan oyuna ve kendi organizasyonuna sahip çıktı. Öyle görünüyor ki bu deneyim oyunu kurtaracak pratikleri ortaya koymaya devam edecek.
* Die Meister, Die Besten: Futbolun Efendileri, Futbolun En İyileri
KAYNAKÇA:
*https://www.uefa.com/MultimediaFiles/Download/uefaorg/General/02/59/07/69/2590769_DOWNLOAD.pdf
* Holt, Matthew. “Global success in sport: the effective marketing and branding of the UEFA Champions League.” International Journal of Sports Marketing & Sponsorship, vol. 9, no. 1, Oct. 2007, pp. 51
* http://uclbranding.uefa.com/
* https://ng.opera.news/ng/en/sports/28f9356ddedef0ffe6b16700471ab814