Yunan göçmeni bir anne ile yarı İtalyan, yarı Yunan bir babanın oğlu olarak Amerika’da dünyaya geldi. Servis vole tutkunları için yarı tanrı sayılan Pete Sampras, nam-ı diğer “Petros”un, sıradan başlayıp Amerikan rüyasına dönüşen hayatına konuk edeceğim bugün sizi.
Tenisi yakından takip edenler Pete Sampras’ın ne kadar özel bir oyuncu olduğunu bilirler. Atletik yapısı, agresif oyun tarzı, derslik tek el backhand’i ve oyunu rakip için kâbusa çeviren servis voleleriyle, tenis tarihine adını yazdıran efsanelerin başında sayabiliriz kendisini.
Adını ne zaman duysam, kendime hep sorarım; “Acaba muhteşem üçlü Federer, Nadal ve Djokovic’in arasında Sampras da olsaydı nasıl olurdu?” diye. Elbette bu sorunun cevabını hiçbir zaman alamayacağız. Fakat harika olacağını kestirmek çok da zor olmasa gerek.
Hızlı Bir Başlangıç
Pete, henüz 16 yaşında profesyonel tura başladığında diğer oyunculardan farklı olduğunu herkese hissettirdi. Hem agresif bir oyun tarzına hem de içine kapanık ve sadece oyunuyla ilgilenen bir yapıya sahipti. Bu yapısıyla zorlu arenada söz sahibi olacağına önce kendisi inandı. Arkasından, aldığı başarılı sonuçlarla herkesin inanmasını sağladı.
Profesyonel tenis kariyerine başlamasının üzerinden daha 1 yıl bile geçmeden, ilk 100 tenisçi arasına girdi. Bu da kendisinden beklenen başarının boşuna olmadığının bir kanıtıydı. Tüm profesyonel tenisçilerin rüyalarını süsleyen Grand Slam zaferine, 1990’da ezeli rakibi Andre Agassi karşısında ulaşmıştı.
En prestijli turnuvaların başında gelen Amerika Açık’ta rakibine set bile vermeden zafere ulaşmıştı Sampras. Kariyeri boyunca başının belası olacak rakibine karşı üstünlük kurmak istiyordu. Kolay olmayacaktı ama Petros istediğini alacaktı.
İki Farklı Karakter
Amerika’nın kralı kimdi? Las Vegas’tan gelen, haşarı, asi, şovmen Agassi mi? İçine kapanık, nispeten “sıradan”, sadece işini yapmak için çaba gösteren Maryland’in çocuğu Sampras mı?
İstatistikler, profesyonel turda karşılaştıkları 34 maçın 20’sini kazanan Sampras’ı işaret ediyordu. Yine de aralarındaki rekabet sadece rakamlarla açıklanamazdı. Bu ezeli rekabette akla gelen ilk mücadele; tabii ki 1995 Amerika Açık finalidir.
Wimbledon’dan zaferle dönmüş, oldukça formda ve özgüvenli olan Sampras, yarı finalde Boris Becker’i turnuvanın dışına iten Agassi’yi de yenerek Amerika Açık’ta bir zafer daha elde etmek istiyordu. Bu karşılaşmayı daha heyecanlı hale getiren şey ise Agassi’nin de aynı durumda olmasıydı.
Agassi, Becker’i saf dışı ettiği maçtan sonraki röportajda Sampras’a sesleniyordu:
“Pete, bekle! Geliyorum.”
Bir tenis karşılaşmasından daha çok boks müsabakası kıvamında geçen 4 setlik harika maçtan sonra, kazanan taraf Pete Sampras olacaktı.
Agassi bir finalden daha boynu bükük ayrılacaktı. Maçtan sonra da bu finalin kendisi için ne kadar önemli olduğunu şu cümleyle ortaya koyacaktı:
“Arka arkaya 26 karşılaşmayı kazandım ama bu maçı kazanmak için tüm galibiyetleri feda edebilirdim.”
Verimsiz Toprak
Dile kolay, 14 Grand Slam şampiyonluğu!
2 Avustralya Açık, 7 Wimbledon ve 5 Amerika Açık zaferi.
Birçok büyük şampiyonun hayalini bile kuramayacağı müthiş bir kariyer. Ama böyle başarılı bir kariyerde bile bazen eksik bir parça kalabiliyor.
Kariyeri boyunca oyun tarzı nedeniyle hep sert zeminlerde başarıya ulaşmış Sampras’ın elde edemediği tek Grand Slam şampiyonluğu; Fransa Açık şampiyonluğu.
Elbette bu durum Sampras’ın hafızasında mutlaka yer edinmiştir. Ancak; Agassi, Becker, Ivanisevic, Chang, Rafter ve Courier gibi gelmiş geçmiş en büyük tenis efsanelerine karşı kazanılmış zaferler ve elde edilmiş başarılarla dolu bir kariyerden sonra tabii ki Sampras için büyük bir sorun olmasa gerek!
Serdar Sütcü
Tenis Milli Takım antrenörlüğü yapmış bir spor tutkunuyum.Sporun her branşından keyif alıyorum . Profesyonel spor eğitmenleriyle ,hizmet almak isteyenleri bir araya getiren mobilfit.com.tr’nin kurucusuyum .