Herhalde süper güç olmak farklı dinamikleri de beraberinde getiriyor. Eğer dünyanın en baskın ülkelerinden biriyseniz ve küresel anlamda her kesime yön vermeyi başarıyorsanız, yalnızlık kaçınılmaz oluyor. Yalnızlık derken, kapalı toplumu kastetmiyorum elbette. Dünyanın her tarafıyla ilgilenirken, bütün gelişmeleri takip ederken bir süre sonra güçlü devletler için tüm alanlardaki haberler, insanları hissizleştirebiliyor. Medyanın her dalında, bir zaman sonra kendi gündemine odaklanma gibi bir durum oluşuyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde de durum pek farklı değil aslında. Televizyonda haberleri açtığınızda fark edersiniz, sizin etkilendiğiniz bir haberle, onların etkilendiği haberler arasında dağlar kadar fark vardır.
İster kapitalizm deyin, ister globalizm deyin; bazen size değersiz gelen bir olay, hakkında hiçbir fikriniz yokken bile baskın duruma gelebiliyor. Bu tarz etkileşimler Amerika’da olduğu gibi bir anda dünyanın gündem maddesi haline geliyor. Dolayısıyla 90’lı yıllarda önce Amerika’nın sonra bütün dünyanın gündemini meşgul eden O. J. Simpson olayını, biraz da medya üstünden beraber okuyalım.
Beyaz Şövalye
Halkın baş harfleri yüzünden “Orange Juice” (Portakal Suyu) dediği Oranthel James Simpson, bilinen adıyla O. J. Simpson, 1947 yılında California’da doğdu. Daha küçük yaşlarda D vitamini eksikliğinden kaynaklanan raşitizm hastalığıyla mücadele etti ve hastalığı yendi. Çocukluğu mahallelerde, sokak aralarında geçtikten sonra gençlik yıllarında çetelerin gözdesi oldu. Hayatı tepetaklak giderken lisede çok çalışması ve üniversite bursu kazanması sayesinde NFL’nin kapıları ona sonuna kadar açıldı.
Pozitif ve sempatik davranışları nedeniyle sevilen sporculardan biri oldu. Medyanın ilgisi de bir an için eksik olmadı genç adamdan. 1970’lerin sonuna doğru geçirdiği sakatlık sonucu kariyeri sona erdi. Fakat onun için bambaşka bir kariyer başladı. O da; sinema ve reklam filmleriydi. Halkın gözünde itibarı olan biriyken, medya tarafında da attığı adımlar sayesinde daima olumlu ve magazinsel bir izlenim bıraktı. Bu durum 90’lı yıllara geldiğimizde değişecekti. Amerika’nın batısında, California’da aydınlık taraf solmaya başlarken, Simpson’un uyumakta olan karanlık tarafı uyanacaktı.
Bir Zamanlar Amerika
90’lı yıllarda Türkiye’de biz Rafet El Roman’ın yorumuyla Macera Dolu Amerika’yı dinlerken, Birleşik Devletler kendi macerasına kolları sıvamak üzereydi. Henüz 1991 yılında polislerin, siyahi aktivist Rodney King’i sebep yokken aşırı şiddet kullanarak dövmesi sonucu Los Angeles ayaklanması başlamıştı. Tabii medya ellerini ovuşturuyordu. Bütün kanallarda, yazılı ve görsel alanda olay kullanılmaya başlandı. Polislerin serbest bırakılması büyük tepkiye neden oldu ama olayın etkisi de fazla sürdü diyemeyiz.
Medya, asıl büyük piyangoyu 1994 yılında vuracaktı. Los Angeles sakin bir gün yaşarken, küçük bir kasabadaki bir evin bahçesinde bulunan 2 cesetle herkes şok olmuştu. Kadın kurbanın boğazı kesilmişti, erkek kurban ise defalarca bıçaklanarak öldürülmüştü. Bu durum ilk anda cinayet haberi olarak yayıldı. Ama kurbanların Nicole Brown Simpson ve sevgilisi Ronald Goldman olduğu anlaşılınca deyim yerindeyse yer yerinden oynadı. Çünkü Nicole Brown, O. J.’nin eski karısıydı. Ayrıca olay yerinde bir eldiven ve kan izleri de mevcuttu. Bütün bulgular O. J. Simpson’u işaret ediyordu.
Şovun İlk Ayağı
Tüm şüphelerin ünlü birini hedef aldığı noktadan itibaren işler kontrolden çıkmaya başladı. Artık kaos durdurulamaz bir hal aldı. Tıpkı Satürn’ün halkalarındaki gibi bir karmaşa ve olaylar silsilesi başlamış oldu. Artık aklınıza gelen tüm iletişim kanalları bu olay üzerinde mesai harcıyordu. Polis, kendisini şüpheli ilan ettikten sonra teslim olma çağrısı yaptı. Simpson teslim oldu mu? Hemen değil tabii ki. Önce eski takım arkadaşının kullandığı bir arabayla kaçmaya başladı ve yanında silahı da vardı.
Bu durum üzerine polis, kaçağın yerini tespit etti ve filmlerden alışık olduğumuz nefes kesici bir kovalamaca başladı. Amerikan haber kanalı CNN, bu durumdan yarar sağladı ve canlı yayında kovalamacayı bütün dünyaya servis etti. Binlerce insan bu yayını takip etti, kendilerince çıkarımlar yaptı fakat sonunda kazanan yayıncılık oldu. Uzun uğraşlar sonucu teslim olan Simpson, mahkemeye çıkarılacağı güne kadar tutuklu kaldı. Böylece şovun ilk ayağı sona ermiş oldu.
İntikam
Mayıs 1995’te başlayan mahkeme tam anlamıyla fiyaskonun doruğa çıktığı bir sahneye dönüşmüştü. Artık daha medyatik ve ününe ün katan şüphelimizi, devasa bir avukat ordusu temsil ediyordu. Hatta bu ekibi basın, ”Rüya Takımı” diye adlandırmıştı. “Rüya Takımı”nda Simpson’u savunması için Robert Kardashian ve Johnnie Cochran da vardı. Bu iki isim özellikle Birleşik Devletler’in en sağlam ve pahalı avukatları arasındaydı. Duruşma tam altı ay sürdü. Binlerce iddianame, sayfalarca savunma, kanıtlar ve niceleri ortaya çıktı. Basın ve medya bu arada boş durmamış, neredeyse herkes hakkında en ince detaya kadar haber yapmıştı.
Bu haberlerin en önemlisi de davayı yöneten polislerden birinin ırkçı olduğu yönündeydi. Artık olay cinayet davasından çok siyah-beyaz kapışmasına doğru yol almıştı. Dünyada ise bu olayları artık yüz milyonlar izliyordu. Yukarıda belirttiğim gibi, olay yerinde bir eldiven bulunmuştu ya… İşte, o eldivenin eşi de Simpson’un evinde ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine önceden belirtiğimiz bu iki avukat, olay yerinde bulunan eldivenin denenmesini istedi. Yani beraat etmek için son kurşun atılıyordu. Milyonların izlediği canlı yayında Simpson eldiveni denedi ve eline olmadı. Sizin anlayacağınız üzere trajikomik bir sahnede, olayın iyice suyu çıkmıştı. Bunun üzerine kendisi suçsuz bulundu ve altı aylık bu uzun maraton sonlanmış oldu! Bu davada gerçek etken eldiven midir bilinmez ama şüphelinin suçsuz bulunmasında jürinin çoğunluğunun siyahilerden olmasının etkisi de yadsınamaz. Görünen o ki; siyahilerin çoğunlukta olduğu jüri, Rodney King’in de intikamını almış oluyordu.
Huylu Huyundan Vazgeçmiyor
Bu dava, zamanında çok etki yarattı. Hatta etkileri şimdilerde bile çeşitli tartışma platformlarında konuşuluyor. Öte yandan televizyonculuk ve basın açısından irdelenmesi gereken bir konu. “Algı yönetimi nasıl yapılır?”, “Gündeme nasıl yön verilir?” gibi konular açısından yazılı ve sözlü alanlar için çok önemli bir örnek. Çünkü gördüğünüz üzere bu sürecin kazananı kesinlikle medyadır. Onun çizdiği senaryo üzerinden kişi veya kişiler bu işin ekmeğini yemiştir! Örneğin; Cochran bu davadan sonra avukatlığı bıraktı ve kendine televizyon sektöründe kariyer yaptı. Robert Kardashian ise… Eh, Kardashian ailesini tanımayan yoktur herhalde!
Aynı zamanda bu durum, adalet sisteminin ne kadar yozlaştığını gözler önüne sermişti. O. J. Simpson’a gelirsek; huylu huyundan vazgeçmiyor. 2008 yılında soygun ve adam kaçırmaktan tutuklandı. Bu sefer onu “Rüya Takımı” bile kurtaramadı. Otuz üç yıl hapis cezasına mahkum oldu. Dokuz yıl yattıktan sonra şartlı tahliye edildi. Hâlâ iki cinayetten dolayı gerekli cezayı almadığını düşünen hatırı sayılır bir kitle var.
Sonuç olarak iki masum insanın kanı yerde kaldı. Irkçılık gibi konular buna alet edildi, medya bu durumdan haddinden fazla nemalandı. Geride bıraktığımız süreçte akıllara tek bir soru geliyor: Suç kimde?