Editörün SeçimiFutbolMaradona & Castro: Kahramanlar da Düşer

Yuşa Şahin3 sene önce13 dakika

30 Ekim 1960 günü, Buenos Aires’in gecekondu semti Villo Fiorito’da bir bebek dünyaya geldi. İçme suyunun ulaşılamaz olduğu, asfalttan yoksun yollara sahip olan semtte kaderi çoktan yazılmıştı. Hayatın onun için bir kavgaya dönüşeceği daha en başından belliydi. Kavgada onu öne geçirecek şeyse daha çocukluğunda ortaya çıktı. Meşin yuvarlakla arasında doğuştan bir bağ olan çocuğun adı Diego’ydu. Bu saçları kıvır kıvır, kirli yüzlü afacanın yeteneği görenleri mest ediyordu.

Kuzeyliler ve Güneyliler

Onun dar sokaklara sığmayan yeteneği, kısa sürede tüm dünyayı saran bir fırtınaya dönüştü. Bir çalım diğerini takip etti ve en son kendisini İtalya topraklarında buldu. Avrupa’nın en yoksul şehirlerinden birine geldiğinde, dünyanın en pahalısıydı. Diego, burada Kuzeyli nefretiyle karşılaştı ama şaşırmadı. Ata toprağında da aynı şeyleri yaşamış, Güneyli olmayı kendi karakterinin bir parçası saymayı öğrenmişti. Zaten hayat onun için bir kavgadan ibaretti. Nereye giderse gitsin mücadele bir şekilde onu buluyordu, ya da tam tersi… “Vezüv onları ateşinle yıka!” diyenlere, kendi ateşiyle karşılık verdi. Nihayetinde bunların hepsi, hayatının en büyük Kuzeyli-Güneyli kavgasına sadece bir hazırlıktı.

13 Ağustos 1926’da Diego’nun doğumundan yıllar yıllar önce, yoksul Mayari şehrinde bir bebek dünyaya geldi. Varlıklı bir babanın gayrimeşru çocuğunun kaderi çoktan yazılmıştı. Hayatın onun için bir kavgadan ibaret olduğu, daha en başından belliydi. Kavgada onu öne geçirecek şeyse daha çocukluğunda ortaya çıktı. İnsanları etkileme konusunda doğuştan bir yeteneği olan çocuğun adı Fidel’di. Dev cüssesiyle yaşıtlarından sıyrılan çocuğun isyankârlığı görenleri ürpertiyordu. Varlıklı babasının yoksul işçileriyle beraber büyümesi, içindekileri kısa sürede bir fırtınaya dönüştürdü. Kuzeylilerin insafına kalan ülkesinde, Güneyli olmanın ne demek olduğunu daha çok erken yaşlarda öğrenecekti. Nereye ayak basarsa bassın mücadeleyi bir şekilde buluyordu, ya da tam tersi… En sonunda bunların hepsi, hayatının en büyük kavgasına sadece bir hazırlıktı.

Yumruk

Fidel ve ülkesi özgürdü ancak özgürlükleri Kuzeylilerin iyi niyetine bağlıydı. Bu onun hayatının atağını yapması için yeterli bir sebepti. Doğaçlama ve biraz da amatörce aksiyon almayı seven bu adamın her hareketi çılgıncaydı. 1959 Ocak ayında yumruğunu sıkacak ve hayatının kavgasında galip gelecekti. Fidel olmasaydı Birleşik Amerikalılar, çoktan Patagonya’ya yerleşmiş olurdu. Yine de bu zafer kalıcı olmayacak, her insan gibi o da yenilginin tadını acı şekilde tadacaktı.

Tarihler 1986’yı gösterdiğinde hayatının atağını yapma sırası Diego’ya gelmişti. Görünüşe bakılırsa Dünya sadece futbol maçlarında, zayıf ülkelerin güçlü olanları yenip tatlı bir intikam alabildiği bir yere dönüşmüştü. Güneylilerin küçük kuşlar gibi ezilmesinden 4 yıl sonra yapabileceği tek şeyi yaptı. Kendi deyimiyle bir savaş kazanmayacak ama en azından bir İngiliz’in dolu cüzdanını çalmış gibi hissedecekti. Maçın 51. dakikasında yumruğunu sıkacak ve hayatının kavgasında galip gelecekti. En azından o öyle sanıyordu ancak hayatta kalıcı bir zafer yoktu. Her insan gibi o da kaçınılmaz mağlubiyeti yaşayacaktı.

Maradona
Yo Soy El Diego adlı otobiyografisinden: “Maçtan önce futbolun Malvinas [Falkland] Savaşı ile hiçbir ilgisi olmadığını söylemiştik. Orada pek çok Arjantinli çocuğu öldürdüklerini, onları küçük kuşlar gibi öldürdüklerini biliyorduk. Ve bu intikamdı”
Büyük Düşüş

Diego’nun adı artık herkes için Maradona olmuştu. Herkes onu göklere çıkarıyordu. Onu yeryüzüne, hatta yerin dibine indirecek zehir ise o zamanlar çoktan kanına girmişti. Hayatı boyunca verdiği mücadelenin altında ezilmeye başladı. Bu zehir onu iyi hissettirmektense, giderek içine hapsediyordu. Öyle ki kızının “Sen ölemezsin!” haykırışlarını bile duyamayacak kadar komadaydı, bir ölüydü. Kuzeylilere karşı savaşını kazanmış ancak kendi evindeki savaşı kaybetmişti.

Karayipler’de de kısa sürede kaçınılmaz mağlubiyet Fidel’i bulacaktı ya da artık herkesin dilindeki adıyla Castro’yu… Hayatının en büyük kavgasından sonra daha da büyüğünün kendisini beklediğinden habersizdi. Kuzeylilerin sayısı bir iken iki oldu. Ne kadar kaçarsa kaçsın; günün sonunda biriyle dost, diğeriyle düşman olmak zorundaydı. Özgürlüğünü elde etmek zordur. Onu kalıcı hale getirmek daha da zor… Bölgesini koruyan canavar, aldığı darbelere karşı koyamaz oldu. Nihayetinde kendi evindeki savaşı kaybetmişti.

Hayatları birazcık hile ve bolca dehadan ibaret olan ikili, kaderin de yardımıyla bir araya geldi. Maradona ve Castro olarak değil, Diego ve Fidel olarak tanıştılar. Diego babası gibi göreceği kahramanıyla tanışmış, Fidel ise asil bir arkadaş edinmişti. Hayatları böylesine çetrefilli ikili bir araya gelince, sohbetin de sonu gelmedi. Kazandıkları, kaybettikleri, pişmanlıkları, sevinçleri ve dahası…

“1987’de Fidel Castro ile tanıştım. Amerikalılar ve Kübalılar bana ödül vermek istedi. Amerikalılara ‘Ödülünüz sizin olsun. Ben Küba’dakini alıyorum.’ dedim.” Diego Armando Maradona
Kahramanlar da Düşer

Diego, zehrin pençesinde geçen yılları boyunca sessiz yardım çığlıklarını birçok kez tekrarladı. Maradona yaptığı her hareketle adeta “Ben de sizin gibi bir insanım” demeye çalıştı. Acılarını, sorunlarını, pişmanlıklarını hiç saklamadı. Ülkesinde tedavi için başvurduğu klinikler ona kapısını kapatıyordu. Kimselerin duymadığı o yardım çığlığını, sadece can dostu Fidel duydu. Arjantin’de kapanan kapılar, Karayipler’deki adada açıldı. Bu Diego’nun tedavisinin başlangıcıydı. Yıllar sonra onun yakınlarının da ifade edeceği üzere Fidel, yakın dostunun hayatını kurtaran müdahaleyi yapan isim oldu. Ne kadar mücadeleci olsa da, ne kadar bir insandan fazlası gibi hissettirse de kahramanlar da kaybeder. Diego da bir kahraman olduğu hayatta, bir düşmana dönüşecek kadar uzun yaşamıştı. Onun yaşadıklarını ancak benzer yolları arşınlamış olan birisi anlardı.

Diego’nun “Benim için bir baba gibiydi” dediği Fidel, 25 Kasım 2016’da hayata veda etti. Kaderin onları bir arada tutma alışkanlığı ölümlerinde bile sürdü. O da kahramanından 4 yıl sonra, yine bir 25 Kasım gününde hayata veda etti.

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin