Diğer SporlarTenisBir Yıldız Doğuyor Gotham Gecelerine

Mukremin Toprak3 sene önce24 dakika

Tarih: 22 Mayıs 1987. İlkbahar sonunun, yaz başlangıcının habercisi olan güzel bir Belgrad günü… Dijana ve Srdjan çifti hariç! Çünkü onlar için endişe, heyecan, sevinç ve mutluluk, yani tüm duyguları aynı anda yaşatan bir tarih bu. İlk çocukları Novak’ın dünyaya gözlerini açtığı gündü Mayıs 87′.

Novak, küçük yaşlardan itibaren arkadaşları arasında sevilen ve farklı özellikleriyle dikkat çeken bir çocuktu. Arkadaşları ona BC “best child” diye seslenirdi. Bu farklı özellikler babasının dikkatini çekmişti ve babası Sırp dağlarının eteğinde spor malzemeleri satan ufak dükkânlarının yanındaki küçük tenis akademisine Novak’ı kaydettirdi. Novak akademide çok şey öğrendi. Bunun en büyük sebeplerinden birisi de döneminin önemli tenisçilerinden olan Jelena Gencic’in akademinin antrenörü olmasıydı. Bu ikili 6 yıla yakın birlikte çalıştı. Daha önce birçok şampiyon ile çalışan Gencic, Novak için şu sözleri söylüyordu: “Monica Seles’den beri gördüğüm en büyük yetenek.

Gencic, Novak’taki cevheri fark ederek kendisiyle ayrı ilgileniyor bütün bildiklerini aktarıyordu. Her şey yolundaydı Novak için; hızlı öğreniyor ve söylenilen her şeyi başarıyordu. Ta ki Yugoslav krizine kadar… Ülke dağılmanın eşiğindeydi. Yugoslavya’nın başkenti Belgrad bombalanıyordu.

İç isyan başlamış ve artık sivil halk sığınaklardan çıkamaz hâldeydi. Ülke dağılıyor, halk sığınaklarda endişe ile bombardımanın bitmesini bekliyordu. Fakat, babası Srdjan bu krizi fırsata çevirdi ve ileride Novak’ın en büyük silahlarından biri olan baskı altında oynama alışkanlığını oğluna kazandırdı. Sığınakta antrenman yapıp karşılıklı oynadılar. Bu küçük bir adım gibi gözükse de tenisin tarihini değiştirecek büyük bir adamın adımlarıydı.

Savaş bitmiş, Belgrad tahrip olmuş bir hâldeydi. Srdjan ve Dijana çifti bir karar vererek bütün birikimlerini sattılar. Kazançlarından elde ettikleri tüm paralarını yeni ve daha önemlisi iyi akademisi olan bir ülkeye gitmek için kullandılar. 1999’un Eylül ayında aile Almanya’ya taşınıp Novak’ı Pilič Tenis Akademisi’ne kaydettirdiler.

İlk Başarı

2001’de Novak 14 yaşındayken Juniors Avrupa Tekler Tenis Şampiyonası’na katılıyordu. İyi oyunları ile maçlardan zaferle dönen Novak, şampiyonluk zincirinin ilk halkasını burada oluşturuyordu. 2007 yılına dek hemen her turnuvada mücadele etse de ikinci turdan yukarısını neredeyse hiç göremedi. 2007 yılı kendisi için çıkış yılının ilk basamağı oldu. Basamakları yavaş yavaş tırmanan Djokovic; önce katıldığı turnuvalarda çeyrek finalleri, sonrasında ise yarı finalleri gördü. İlerleyen zamanda ise ATP sıralamasında ilk 10’a girdi. Bu bir nevi ülkesi olan Sırbistan için bir tenisçinin ulaştığı en yüksek dereceydi.

Novak Djo

13-20 Ağustos 2007 tarihleri arasında Kanada’nın Montreal kentinde Rogers Cup düzenleniyordu. Turnuvada Federer, Nadal, Hewitt, Roddick ve Nalbaldian gibi dönemin en iyileri bulunuyordu ve bir diğer tarafta da Novak… Turnuva önecesi konuşulanlar; Federer ya da Nadal’dan birisinin kazanacağı, sürpriz yapacaksa da Hewitt ya da Roddick’in bunu yapabileceğiydi. Fakat Federer’in o yılki yenilmemezlik serisi ve katıldığı her turnuvadaki ambargosu göz önündeyken sürpriz neredeyse imkânsızdı.

Novak, çeyrek finale kadar zorlanmadan gelmiş ve rakibi Roddick olmuştu. Maç başa baş geçen setler ve tie-breakler sonunda Novak’ın 2-0’lık üstünlüğü ile sona erdi. Turnuvadaki ilk sürpriz gerçekleşmişti ve diğer sürprizler için bir domino etkisi yaratmıştı. Yarı finalde Nadal’ı da geçen Novak artık finaldeydi ve rakibi Federer olmuştu. Novak maçı kazansın ya da kaybetsin bu çok önemli bir başarıydı kendisi için. Fakat Novak gözünü karartmıştı bir kere! İlk seti tie-break ile kazandı. İkinci seti kaybederken artık sonucun belli olacağı son set başlamıştı. Tenis seviyesi üst düzeydeydi. Kalite, her vuruşta ve her savunmada hep artıyordu. Son set yeniden tie-break oldu. 7- 2 ile kazanmıştı Novak. İki kez tie-break yapıp ikisini de kazanmak, ellerin titrediği anda sakinliğini korumak… Sığınaktaki terapi antrenmanının etkisi var mıydı bilmek imkânsız! Bu zafer sonrası Novak Djokovic, şampiyon olan ilk Sırp tenisçi oldu. Aynı yıl Sırbistan’ın en iyi sporcusu seçildi ve Sırbistan Olimpiyat Komitesi tarafından altın madalya ile onurlandırıldı. Bu olay aslında onun soyadını değiştirecek ilk aşamalardan biriydi: Novak DJO!

Tesadüf mü Beceri mi? 2008-09-10 Heybesi!

2007’deki zafer sonrası gözler daha fazla üzerindeydi artık. Tek seferlik bir başarı mıydı -ki bu durum tenis dünyasında çok yaşanır- yoksa devamlılığı olan bir yetenek miydi?

Bunu öğrenmek için zamana bırakmak gerekiyordu. Öyle de oldu. Rogers Cup sonrası ilk büyük turnuva olan 2007 Amerika Açık zamanı gelmişti. Novak, oynadığı iyi oyunlarla maçlarını kazanıp tekrar finale yükseldi. Kendini ispatlıyor, artık ben buraların oyuncusuyum diyordu. Finalde rakip yine Federer’di fakat başarılı tenisçi maça iki kat konsantre olmuştu. Setler içerisinde başa baş mücadeleler olsa da Federer maçı 3-0 gibi net bir skorla kazanarak şampiyon oldu. Bu mağlubiyet onun kendi açıklamasıyla büyümesi ve gelişmesindeki mihenk taşlarından biri oldu. Eksiklerini görerek heybesine attı. Mağlubiyete rağmen bir ilke imza atarak Amerika Açık’taki ilk Sırp tenisçi olmuştu.

2008 yılının ilk Grand Slam’i olan Avustralya Açık zamanı gelmişti. Eksik yoktu; yıldızlar ana tabloya tek tek isimlerini yazdırmışlardı. Novak, zorlu maçların ardından şampiyon olmuş ve ilk Grand Slam’ini kazanmıştı. Bu olay kendisi için bir milattı. Çünkü bermuda şeytan üçgeninin, Big Three’nin tamamlanması anlamına geliyordu: Federer, Nadal ve Djokovic… 2005 Avustralya Açık’tan beri tüm Grand Slam’leri kazanan Nadal ve Federer’i durduran ilk isim olmuştu Djokovic. Batman ve Robin’e dur deyip mabedi haline gelecek olan Avustalya Açık’ı Gotham’a çevirmişti Djoker. 2008 yılının bir diğer önemli başarısı ise James Blake’i mağlup ederek kazandığı bronz madalya idi. 2009 yılı Grand Slam açısından durgun geçmesine rağmen kendisi tam 10 final oynadı ve 5 şampiyonluk elde etti. 4 saat 3 dakika süren modern tenisin en uzun maçını Madrid Açık’ta Nadal ile oynadı. Maçı kaybetmesine rağmen heybesine maraton maç oynamayı da ekledi. 2010 yılı Davis Cup Şampiyonu olan Sırbistan Milli Takımı’nın en önemli parçasıydı. Amerika Açık’ta finali kaybetti ve yine ikincilik ile yetindi. 2010 yılında ayrıca, antrenörü Martin Todd ile yollarını ayırdı. 3 yıl antrenörsüz kendi kendine çalıştı ve kırılması çok zor bir rekor kırdı. Kendisiyle çalışarak 3 yılda tam 8 kupa kazandı, bunların 4 tanesi Grand Slam’di. Aslında bu üç yıl fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Biraz durgun geçti ancak yine de heybesini doldurdu.

Gotham Artık Onun: Djoker

2011 yılı onun için rüya gibiydi. Roland Garros hariç tüm Grand Slam’leri kazanmıştı. Ayrıca Avustralya Açık’ı 2011-2021 yılları arasında sadece 3 kez kazanamadı ve bunlardaki en önemli etken de yaşadığı sakatlıktı. Federer’in evi Wimbledon, Nadal’ın Roland Garros, Djokovic’inki ise Avustralya Açık olmuştu artık. 2012 yılında ATP 1 numarasına yükselmiş ve sonunda en üst noktaya ulaşmıştı. Hanesinde eksik kalan birkaç başarı vardı ve onları da tamamlamak istiyordu. Bunların içerisinde en önemlisi de Roland Garros’tu. 2012-2013 yıllarında çabalamasına rağmen en fazla çeyrek finali görebilmişti. Sert kortlarda daha iyi olduğunu herkes biliyordu fakat toprak zemine uyum sağlayamıyordu.

2013 yılında yaşadığı başarısızlık sonrası, “Ondan öğreneceğim çok şey var ve bana çok şey katacak” diye tanıttığı, döneminin en iyi iki oyuncusundan biri olan Boris Becker ile antrenörlük konusunda anlaştı. Becker ile 2014 yılında 600’üncü galibiyetini alarak Wimbledon’ı kazandı. 2015 yılı yine Roland Garros hariç tüm Grand Slam’leri süpürdü. Fakat hâlâ o noksan giderilemiyordu. 2016 yine AO kupasını kazanarak başladı. Mayıs ayında hayali olan Roland Garros zamanı gelmişti. Turnuva başında kupanın gediklisi Nadal’ın sakatlığı nedeniyle çekilmesi, herkesin olduğu kadar Djoker’in de iştahını kabartmıştı. Djoker turnuvaya iyi başladı. Zorlandığı karşılaşmalar olsa da finale kadar yükseldi ve finaldeki rakibi o dönem formunun zirvesinde olan Andy Murray oldu. İlk seti kaybetmiş fakat tam odaklanmış durumda olan Djokovic maçı 3-1 kazandı. Bu büyük bir başarıydı şüphesiz ve bu başarı kendisinin “Nole Slam” yapmasını sağladı. Bu, 4 büyük turnuvayı da kazanmak anlamına geliyordu. Bunu modern teniste becerebilen sadece 3 oyuncu vardı:  Federer, Nadal ve artık Djokovic.

Harika geçen 2016 sonrası 2017 yılına büyük bir hüsran ile başlayarak Avustralya Açık’ı kaybetti. Roland Garros ve Wimbledon’da da durumlar aynıydı. Başarısız geçen sezonun gerekçesi son büyük turnuva öncesi açıklandı. Önce Amerika Açık’tan çekildi sonrasında ise sakatlığı ile ilgili bilgi verdi. Ocak ayına kadar dinlenerek tekrar kortlara geri döndü fakat durum aynıydı. Önce Avustralya Açık’tan elendi sonrasında ise kötü haberi verdi; ameliyat olması gerekiyordu. Ağrıları çok artmış ve dinlenerek geçmeyecek duruma gelmişti. Ameliyatından sonra Haziran ayında kortlara geri dönen Djokovic, yaptığı basın toplantısında, ”2 yıl sonrasında nihayet ağrısız oynadım” ifadelerini kullanıyordu. Nitekim son 2 büyük turnuvayı kazanması bu sözlerini doğruladı. Novak formunu tekrar yakalıyordu.

GOAT Kim?

2018 yılının sonunda sakatlıktan kurtulmuş ve seneyi formunu tekrar yakalamış olarak kapatan Djokovic, 2019 yılına da 2 yıl ara verdiği Avustralya Açık’ı kazanarak başladı. Roland Garros’a da çok güçlü geldi. İkinci kez ‘Nole Slam’ yapıp en iyisi benim demek için kendisi adına müthiş bir zamandı. Ta ki yarı finalde Thiem’a sürpriz bir şekilde elenene kadar. 2019 yılını, 2020’deki pandemi krizinden bihaber, 2 turnuva ile kapattı. Belki de olacakları bilse daha fazla kazanabilirdi. 2020 yılında Avustralya Açık şampiyonluğu ile her şey güzel başlamıştı. Federer’in en çok Grand Slam kazanma sayısına bir adım daha yaklaşmıştı. Fakat, Ocak ayından sonra tüm dünyada patlak veren pandemi problemi tenisi de etkiledi. Tenis seyircisi tiyatro seyircisine benzer. Varlıklarını hissettirmezler ama yokluklarında oyuncular tam performans veremezler.

2020 Wimbledon, önce ucu açık bir tarihe ertelendi ardından da iptal edildi. Hâl böyle olunca elde kalan son iki Grand Slam olan Roland Garros ve Amerika Açık, Djokovic için zaferle dönülmesi gereken hedef şampiyonalardı. İlk hedef Roland Garros’tu fakat bu hedef çok erken hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştı. Hem de ne hayal kırıklığı! Şampiyona sayılarında önüne geçmek istediği Nadal kazanmıştı. Nadal böylece Grand Slam sayılarını da Federer ile 20’ye eşitlemişti. Djokovic ise 16’da kalmıştı. 2020’nin son Grand Slam zamanı gelmişti. Nadal sağlık güvencesindeki eksiklikler nedeniyle turnuvadan çekildi. Federer sağ dizinden ameliyat olmuştu ve bu sebepten katılamayacaktı. Bu haberler sonrası turnuva şampiyonluğunun Djokovic için tereyağından kıl çeker gibi olması bekleniyordu herkes tarafından. Öyle de başladı zaten… Dördüncü tur maçına kadar sadece bir set kaybetti.

Bu turda rakip Carrena Busta idi. Yine basit bir maç olması bekleniyordu. Öyle de gidiyordu zaten, diskalifiye olana kadar. Oyun içerisinde kaybettiği bir sayı sonrası kendine kızan Djokovic, topa sert bir biçimde vurdu ve o top gidip yardımcı hakeme isabet etti. Uzun süren toplantılar sonucunda Djokovic diskalifiye edildi. Bu onun için büyük bir fırsatın kaçışı anlamına geliyordu.

2021 Avustralya Açık, uzunca süren seyircisiz karşılaşmalardan sonra seyircili bir organizasyona ev sahipliği yapıyordu. Djokovic de bu özlemi hissetmiş gibi oynadı ve tüm karşılaşmalarda rakiplerini süpürerek buradaki 9’uncu şampiyonluğuna ulaştı.

Sayılar ne olursa olsun tenisin GOAT’ı kim? Bu sorunun cevabını vermek çok zor. Grand Slam sayılarına göre mi? Nole Slam sayılarına göre mi? Sempatiye göre mi? Değişkenlik çok fazla. Fakat şu bir gerçek ki tenisin en zirvede olduğu dönem bu üç oyuncu çıtayı o kadar yükselttiler ki bir kişinin bunu alması çok zor. Bir bakıma bu kadar üst düzey olmasının nedeni de rekabet. Bu rekabet olmasa Federer bu yaşında hâlâ oynar mıydı bilinmez ancak 82 kupa ve sayısız zafer kazanan Djokovic’i tebrik etmek gerekir. Bunların haricinde kortlardaki mini şovları ve yardım severliği için ve de ayrıca Sharapova taklidi için teşekkür etmeliyiz!

 

Mukremin Toprak

Kendi halinde bir müşkülpesent.

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin