Site icon Victory Dergi

Filenin Sultanları: Miras

2012 yılında ülke olarak unutulmaz bir heyecan yaşadık. Çünkü, tam 52 yıl sonra ilk kez “Filenin Sultanları” ülkemizi olimpiyatlarda temsil etme hakkı elde etti. 2012 Londra Olimpiyat kadrosunun takım kaptanı Esra Gümüş Kırıcı ile dergimiz Victory adına, hem 2012 Londra’yı yâd ettik hem de 2020 Tokyo’yu değerlendirdik.

Sizler Türk spor tarihinin en özel kadın sporcularısınız. Tam 52 yıl sonra, takım sporlarında olimpiyatlara gitme hakkını sizin sayenizde elde ettik. Bu tarihin bir parçası olmak sizi nasıl hissettiriyor?

Öncelikle şunu söylemeliyim ki; milli formayı giymek ya da milli takımın antrenörlüğünü yapmak ayrı bir gurur kaynağıyken, biz bir tık daha yukarı çıkardık çıtayı. Ve bir ilke imza atıp, tarih yazdık. Şimdi voleybol tarihinde ilk olimpiyatlara giden takım kadrosunu açtığınızda bizim isimlerimiz yazıyor. Bu benim için inanılmaz bir gurur kaynağı. Eminim ki takım arkadaşlarım adına da öyle… Çünkü o dönemi, o süreci çok net hatırlıyorum. Çok farklı motivasyon kaynağımız vardı. Biz, bir önceki olimpiyatlara da çok hazırlandık ve gitmek de istedik. Zaten, “Filenin Sultanları”nın başladığı o 2003 yılından sonra tek hedefimiz olimpiyatlara gitmekti.

2004 Olimpiyatları’nı yanlış hatırlamıyorsam Almanya mağlubiyeti ile kaçırdık. 2008’de ise Neslihan hamileydi. Biliyorsunuz ki takımımızın en önemli hücum silahı kendisiydi. Onun olmaması motivasyonumuzu düşürmüştü ama o bize gelip ”Kızlar ben hamileyim ve takıma katılamayacağım” dediğinde onun adına çok mutlu olmuştuk. Çünkü bu onun kararı ve hayatıydı. Biz elimizden geleni yaptık ama bu yeterli olmadı. 2012’de ise çok daha tecrübeli bir ekiptik artık. Zaten elemeler öncesi gideceğimizden çok emindik, tarih yazmak istiyorduk. Öyle de oldu.

Elemelerdeki final maçınız ve tribünler ay yıldızlı bayraklarla dolu, oturacak yer yoktu. Maçı kazandığınız an deyim yerindeyse Başkent Spor Salonu yıkıldı. Ve o anda kimi mutluluktan, kimi de gururdan gözyaşı döktü. O anları bize anlatır mısınız? Mesela 24’üncü sayıda son kez ortaya toplandığınızda ya da son molada ne konuşuldu?

Açıkçası, son molada ve sahada son toplandığımızda ne konuşulduğunu hiç hatırlamıyorum ama turnuvanın en başından beri mottomuz şuydu: ”YA GİDECEĞİZ, YA GİDECEĞİZ!”

Çünkü bir sonraki olimpiyatlara kadar ne olur bilinmez ama biz bu jenerasyonla kesinlikle gitmek istiyorduk. Günbegün performansımızı katlayarak yolumuza devam ettik. Çok önemli mücadeleler oynadık. Avrupa voleybolundan söz sahibi ülkeler çıktı karşımıza. Finalde ise Polonya geldi. Biraz klişe olacak ama biz bu turnuvadan çıkacağımıza çok emindik. Tüm takım bireysel olarak mükemmeldi ama takım içerisindeki iletişim de bir o kadar kuvvetliydi. Turnuvanın en başından beri aynı motivasyonla, aynı mantaliteyle ilerlemek çok zor bir iş ama biz bunu başardık. Bir sporcunun, antrenörün hatta bir camianın gitmek isteyeceği en üst yer olimpiyatlardır ve biz de bunu hak ettik. Zaten ev sahibi olduğumuz için tüm rakiplerimiz maça endişeli çıkıyorlardı. Sonuçta üstlerinde bir baskı söz konusuydu. Aynı zamanda herkesin kulüplerinden formda dönmesi, sakatlıklarımızın da az olması gibi tüm etkenler bizden yanaydı. Turnuvanın Ankara’da olacağını öğrendiğimizde ise, ”Tamam, bu iş bizde!” demiştik. Ankara’da birçok kez milli maç oynadık ve oranın inanılmaz bir seyircisi var. Uğurumuz olmuştu artık Ankara.

Polonya da bizden çok çekti! Hem 2012 elemelerinde hem de 2020’de…

O dönem biz de 2003’ün rövanşını almış olduk. 2003 Avrupa Şampiyonası’nda onlara yenilip ikinci olmuştuk hatırlarsanız. 2012’de onları hüsrana uğratan taraf bizdik. Tokyo elemelerindeki maç ise çok fenaydı cidden. Yerimizde duramıyorduk; uğurlarımızı gönderiyoruz, dualar okuyoruz… Hop oturduk hop kalktık o maçta da. İnanın izlemek, oynamaktan çok daha zor. Ama kızlarımızın o günkü motivasyonu da inanılmazdı. Zaten motivasyon yüksek olduğunda ben şunu söylerim: Sporda şans faktörü diye bir şey gerçekten var. Sıkı çalıştıysan, inandıysan ve gerçekten motivasyonun çok yüksekse bu şans da senin yanındadır. Yani top seni seviyor cidden. Hep bir zincir söz konusu. Motivasyonun yüksekse şansın da senin yanında, şansın yanındaysa galibiyetin de kaçınılmazdır!

Bize olimpiyat evlerinin olduğu atmosferden bahsedebilir misiniz?

Aklımızda soru işaretleri ve çok büyük hayallerle gittik biz oraya. Türklere ait bir bina var ve olimpiyat vizesi almış tüm sporcular orada kalıyor. Ama bizim nerede olduğumuzu anladığımız asıl yer yemekhane oldu. Farklı branşlardan dünyanın en iyi sporcuları bir arada orada sonuçta. Yemekhaneye girdikten sonra Michael Phelps yemek yerken yanından geçtik ”A! Michael Phelps! Kızlar, biz gerçekten olimpiyatlardayız. Burası bambaşka bir yer.’ dedik kendi aramızda. (Gülerek)

Dünya Şampiyonası voleybola özgü bir turnuva keza Avrupa Şampiyonası da öyle. Ama olimpiyatlar en üst seviyedeki tüm sporcuların bir arada bulunduğu bir ortam. O yüzden yemekhanede gördüğümüz her sporcuyla fotoğraf çektirmeye, selam vermeye çalıştık. İnanılmaz bir atmosfer… Anlatılmaz yaşanır dersem, yanlış söylemiş olmam! Şimdi bizden sonraki jenerasyon gitti olimpiyatlara. Onların adına da çok heyecanlıyım. O olimpiyat köyünün havasını soluyacakları için ayrıca mutluyum. Kesinlikle başka bir vizyon, başka bir bakış açısı, hem branşın için hem de yaptığın sporun için.

Dünyanın en iyileri ile olimpiyat açılışında bir arada olmak sizi ayrı motive etmiştir diye düşünüyorum…

Olimpiyat açılışında ABD Basketbol Milli Takımı sıralamada bizim önümüzdeydi. Uzaktan da olsa Kobe Bryant’ı, LeBron James’i ve diğer özel sporcuları da gördük. Kendi aramızda, ”Allah Allah! Biz hakikaten olimpiyatlardayız kızlar” dedik. (Gülerek)

Bir gün Gülden Kayalar ile beraber yemekhaneden dönüyorduk. Sokağın köşesinde Kobe Bryant’ı Tony Parker ile sohbet ederken gördük. Ben, ”Gülden, o Kobe mi?” dememe kalmadan, ”Hadi fotoğraf çektirmeye gidelim” dedik. Telefonlarımızı yanımıza almamışız, koşa koşa binaya döndük. Geri geldik ve fotoğraf çektirmek için onların sohbetinin bitmesini bekledik. Bizi fark etti ve ”Fotoğraf mı çektireceksiniz? Lütfen buyurun!” dedi. Ve biz Gülden’le o sırada şoktayız! NBA yıldızı, dünyanın en bilinen ve tanınan basketbolcusu bize ”Gelin fotoğraf çekilelim” dedi. Biz o sırada mutluluktan havalara uçuyoruz. Daha sonra fotoğraflarımızı çekildik ve teşekkür edip ayrıldık oradan ama tüm gün boyunca çok mutluyduk. Gördüğümüz herkese, ”Biz, Kobe ile fotoğraf çekildik” diyorduk. Çünkü her sporcuyla fotoğraf çekilemiyorsunuz, bizimki biraz da şanstı. Fakat Kobe Bryant gerçekten çok özel bir sporcuydu. Kimseyi kırmadan teker teker herkesle fotoğraf çekildi. Ama işte olimpiyatın farkı burada çıkıyor. Kobe’yi bir daha nerede görüp fotoğraf çektireceğiz sonuçta. Ancak onun maçına Amerika’ya gideceğim de öyle göreceğim! Öte yandan, olimpiyatlarda Kobe de, ben de eşit sporcularız. Bunun motivasyonu anlatılamayacak derecede güçlü. Ben tüm bunların hepsini arkamıza alamamış olmamıza ve olimpiyatlardaki tecrübesizliğimize veriyorum. Zaten başarabilmiş olsaydık muhtemelen madalya ile ülkemize dönerdik. Bir rüya içerisinde kaybolduk.

O dönemde takımın, ‘‘Tarih yazdık ama sosyal medyada trend listesine bile giremedik’’ tarzında bir açıklaması vardı. Elde edilen başarı ne yazık ki normal bir galibiyetmiş gibi davranıldı. Bu sizin performansınızı ya da motivasyonunuzu olumsuz etkiledi mi?

Motivasyonumuzu düşürmedi çünkü bu ilgisizlik alışık olduğumuz bir durum maalesef. Ülkemizde, hatta dünyada spor denilince akla ilk gelen cinsiyet; erkek. Fakat bu düşünce bizim ülkemizde çok daha yaygın. Baktığınızda erkek futbolu, erkek basketbolu vs… O yüzden biz hep arka plandaydık ama çok daha başarılıydık. Dolayısıyla olumsuz etkilenmedik ama üzülmedik de değil! Medya bize daha fazla yer verebilirdi, daha fazla ön plana çıkarabilirdi. Gerçi o zamanın sosyal medya kullanımı ile şu an kıyaslanamaz ama o dönemde de yine çeşitli sosyal medya mecraları oldukça popülerdi.

Fakat şöyle de bir durum var. Futbolda, milli takımdan bahsetmiyorum elbette herhangi bir kulüp şampiyon olduğunda otobüs turları, meşaleler, kutlamalar yapılıyor, takım kadroları neredeyse ezbere biliniyor. Ben milli takım kaptanıydım, sokağa çıktığımda voleybolu takip edip izleyen belli başlı insanlar beni tanıyordu sadece.

Bir gün bir tedavi merkezinde, Süper Lig’de oynayan futbolcu bir arkadaşım ile karşılaştık. Kendisi bana, ”Bu nasıl iş? Koskoca milli takım kaptanısın ama sokağa çıksak beni daha çok tanırlar” dedi. Maalesef ki futbolun popülaritesinden bu böyle. Fakat bizi de kendi popülasyonumuz takip ediyor ve ben voleybol seyircisini çok seviyorum, elit bir seyirci kitlesine sahibiz. İnşallah artarak devam eder ki gidişat da o yönde. Ek olarak bizim jenerasyonumuzun da şöyle bir özelliği vardı: Başarıya aç bir ekiptik!

“Kazandık ve bitti” olmadı hiçbir zaman. Yeni başarılar gelsin, yeni zaferler elde edelimin peşindeydik. Bizi farklı kılan da buydu. Mutluyum çünkü şu anki jenerasyon da aynı yoldan ilerliyor. Tabii ki daha fazla iş birlikleri var. Hepsi voleybolu daha fazla kitleye nasıl ulaştırabileceklerinin peşinde. Bizim dönemimizde böyle şartlar yoktu, o yüzden elimizden ne geliyorsa daha fazlasını yapmaya gayret ettik. Bunun için hiç olumsuz etkilenmedik ve yolumuza devam ettik.

Sizin de söylediğiniz gibi şu an voleybola olan ilgi ve alaka oldukça fazla. Belki de şimdiye kadar görülen en yüksek seviyede. Bunun en büyük faktörü nedir sizce? Gelen başarılar mı, antrenörler mi, yönetim mi yoksa değişen oyun sistemi mi?

Sosyal medyanın etkisi günümüzde oldukça fazla. Herkes, “Sosyal medyayı nasıl profesyonel bir şekilde kullanırım” diye düşünüyor. Her kulübün kendine ait sosyal medya hesapları var ve kendi seyirci kitlesine ulaşmak için çok büyük projelere imza atıyorlar. Aynı şekilde federasyonumuz da Filenin Sultanlarını bilmeyen kim varsa onlara tanıtmak için çok büyük bir çaba sarf ediyor. Çünkü artık dünya değişiyor, daha modernleşiyor ve bizim de bunun gerisinde kalmamamız gerekiyor. Aslında çok doğru bir yoldayız.

Buna ek olarak, voleybolun, spor ekonomisindeki yeri değişti. Oldukça fazla yatırımlar ve sponsorlar yer alıyor. Bunun örneğini daha önce yaşadık. İtalya ekonomik bir krize girdiğinde, ülkenin yıldız voleybolcuları ülkemize geldiler. O dönem başlayan yatırımlar, şimdi de artarak devam ediyor. Kulüpler her sene, mevkisindeki en iyi oyuncuları transfer ediyorlar. Çünkü artık antrenörlerin ve sporcuların ellerindeki şartlar da değişti. Yabancı antrenörlerin ülkemiz voleybolundaki hakimiyetini göz ardı edemeyiz. Hepsi tanıdık yüzler aslında. Geliyorlar, birkaç sene çalışıp gidiyorlar. Ardından iki sene sonra tekrar geliyorlar. İtalyan, Sırp, Brezilyalı antrenörler çoğunlukla! Demem o ki; yabancı antrenörlerin hepsi Türk voleyboluna hakim, Türk kadın sporcusunu en yakından tanıyan antrenörler. Bu bakımdan da Türk voleybolu gelişiyor ve gelişmeye devam ediyor.

Sizin de bulunduğunuz jenerasyonla birlikte bir neslin kız çocukları voleybola başladı. Bu şekilde bir yeniliğe vesile olmak, insanların hayatlarında önemli bir dönüm noktası olmak sizi nasıl etkiledi?

Her şeyden önce, yaptığım işin meyvelerini olumlu geri dönüşlerle toplayabilmek beni en mutlu eden şey. Ben voleybolu bırakalı dört sene oldu. O zamanın jenerasyonu ya da o jenerasyonun anneleri ile babaları beni takip ettiler ve izlediler. Takip eden kesim, beni dışarıda gördüklerinde hâlâ, ”Ellerinize sağlık ne güzel işler başardınız. Sizler başka bir jenerasyondunuz” ya da ”Sizin sayenizde çocuklarımızı voleybola başlattık” diyorlar. Kim bilir o zaman sayemizde voleybola başlayıp ne cevherler, ne yetenekler çıktı aralarından. Bu benim için en tatmin edici şey. İnsanlara ışık olabilmek, hayatlarına dokunabilmek…

Sonuçta sporcular olarak rol modeliz ve topluma mal oluyoruz. İnsanlara karşı sorumluluklarımız var. Bazen başarı da yeterli gelmiyor. Halk, gittiğimiz her turnuvada bizden bir şeyler bekliyor. Başarısız olduğumuzda da bir o kadar üzülüyorlar. Biz bunun bilincinde olan sporculardık. Eminim şimdiki jenerasyon da öyledir. Kızları çok iyi tanımıyorum ama televizyondan izlediğim ve camiadan arkadaşlarımın anlattıkları kadarıyla sorumluluk bilincine sahip ve akıllı sporcular her biri. Bu yüzden de gelişmeye çok açık bir branşız.

Olimpiyatlarda maalesef gruptan bir puanla çıkamadık. Kore’ye kaptırdığımız puan yüzünden başka bir maçın sonucunu beklemek zorunda kaldık. Gruptan çıksaydık kürsü için son bir maçımız kalacaktı. Peki gruptan çıkabilseydik şansımızı nasıl değerlendirirdiniz?

Bizim grubumuz cidden çok zor bir gruptu; aksine diğer grup da oldukça zayıf takımlara sahipti. Grubumuzdaki takımları ilk öğrendiğimizde ”Biz bu gruptan çıkarsak kesin madalya alırız” diyorduk kendi aramızda. Çünkü gruptan çıktıktan sonra rakip gruptan gelecek takımlar çok daha zayıf takımlar olacaktı. Sonuçta madalya alan takımlara şöyle bir bakın; Brezilya, Amerika, Çin… Bunların hepsi de bizim grubumuzdaydı. Buradan yola çıkarak ne kadar zorlu bir grupta olduğumuz anlaşılıyordu zaten.

Elbette pişmanlıklarım var. “Keşke şu hataları yapmasaydık, böyle yapmasaydık” dediğimiz şeyler de oldu. Ama baktığınızda kimsenin böyle bir tecrübesi yok. En iyi oyuncusunun da, antrenörünün de, takım menajerinin de hatta federasyon başkanının bile olimpiyat tecrübesi yoktu. Keşke diğer grupta olsaydık işler çok daha farklı olurdu ancak biz bulunduğumuz gruptan bile çıkabilirdik. Belki ilk gün Brezilya’ya yenilmeyip 3-2 biz kazansaydık gruptan çıkacaktık. Hem daha motive devam edecektik hem de psikolojik anlamda daha rahat olacaktık. Kaldı ki Brezilya grup aşamasında oldukça verimsiz bir ekipti, sonradan toparlandılar ve final oynayıp şampiyon oldular. Biz kaybettiğimiz ilk günün ardından da çok eleştiri aldık, bunun da etkisi oldu. Neslihan’ın bayrağı taşıması bile eleştirildi ki gurur kaynağıdır kendisi. Bir kadın sporcu Türk kafilesinin bayrağını taşıyor… Ama bunların hepsi olumsuz birer etken oldu bizim için.

Tokyo Olimpiyatları’nda B grubundayız ve grubumuzda Amerika, Çin, Rusya, İtalya ve Arjantin var. Oldukça zor bir gruptayız. Siz bunun hakkında ne söylersiniz?

Genç oyuncularımızın yanında tecrübeli oyuncularımız da var. İkisinin karışımı ile harika bir jenerasyon yakaladık. Altyapıdan gelen genç oyuncularımız da baktığınızda kendi yaş kategorilerinde U19, U20 gibi organizasyonlarda şampiyon olup rüya takımına seçilmiş oyuncular. Onlar da bir bakımdan tecrübeli aslında. Ablalarının tecrübeleri de eklenince o seviyede kalabilmek için uğraşıyorlar. Türk sporu için önlerinde örnek alabilecekleri Eda ve Naz var. Artık onu da takımın ablalarından sayabileceğimiz Kübra var. Motivasyon konusunda herkes birbirine itici bir güç uyguluyor. Başta Kaptan Eda olmak üzere inanılmaz bir motivasyon kaynağına sahibiz.

Avrupa Elemeleri’ni ya da Kıta Elemeleri’ni geçmek hiç kolay bir şey değil. Onlar Kıta Elemeleri’ni inanılmaz maçlar oynayarak geçtiler. Biz olimpiyat sihri ile istediğimiz hedefe ulaşamadık ama kızların hedefi umarım madalyaya uzanmak olur. Ben kızlarımıza tüm kalbimle inanıyorum. İstediklerinde harika oynuyorlar ve gruptan çıkarsak madalya almak hiç zor olmayacaktır.

Madalya istiyorsak ne yapmalıyız?

Çok tecrübeli bir antrenöre sahibiz. Vakıfbank’ta ve milli takımda şimdiye kadarki başarılarıyla kendini ispatlamış birisi. Onun seçtiği sistem ya da kadro, en iyisi olacaktır. Hem kendi kariyeri için hem de milli takımın gidişatı için en iyisini isteyecektir. Kızlarımızın ise, madalya alması için yapması gereken üç şey var: Birincisi sistematik ve disiplinli çalışmak, ikincisi tecrübe, üçüncüsü de şans. Zaten sistematik çalıştıklarını biliyoruz, bunda bir sıkıntı yok. Televizyon önünde izlenilen başarıların yarısı da aslında arka alanda çalışan ekibe ait. Masöründen tutun psikoloğuna kadar hepsi gelecek başarıların ya da geçmiş başarıların bir parçası. Tecrübe konusunda da bir sıkıntımız yok baktığınızda. Olmasını istediğimiz tek şey, topun bizi sevmesi. (Gülerek)

İlk olarak gruptan çıkmayı hedefleyelim. Daha sonra diğer gruptan gelecek olan rakibimize bakalım. Çünkü çapraz maçı kaybettiğin zaman turnuva bitmiş demektir. O maçtan sonra madalyayı düşünmeliyiz. Tekrar kızlarımızın madalya alacağına dair inancım tam.

Son olarak siz de Olimpiyat Komitesi’nde görevlisiniz ve aynı zamanda öğretim görevlisi olarak çalışıyorsunuz. Küçüklüğünüzden beri insanlara öğretmenlik yapmak, bir şeyler öğretmek en büyük hayalinizdi. Şimdi de sporcu bilincini, olimpik sporcu ruhunu ve tecrübelerinizi öğrencilerinizle paylaşıyorsunuz. Bu sizi nasıl hissettiriyor, bize anlatır mısınız?

Eskiden beri içimde öğretme içgüdüsü vardı. Küçükken bana, ”Büyüyünce ne olacaksın?” dediklerinde; ”Öğretmen olacağım” derdim. Sonrasında fikirlerim ne kadar değişse de içimde hep vardı bu. Geriye dönüp baktığımda ve düşündüğümde, 22 yıllık spor hayatımda edindiğim her tecrübeden bir şeyler aktarmaya çalışıyorum. Zaten hayatımın bir parçası olmuş ve bunu da anlatıyorum. Amacımız olimpiyat felsefesini yaymak ve spor kültürünü genişletmek. Ama baktığınız zaman ülkemizde sadece futbol kültürü var ne yazık ki! Her branşın spor kültürünün oturması lazım öncelikle. Olimpiyatlara gittiğimden beri böyle bir şeyin parçası olmak istiyordum zaten.

Her şeyden önce öğrencilerim, zamanında elde ettiğim başarılara ve kariyerime çok saygı gösteriyorlar. Benden ne kadar çok şey öğrenebileceklerini düşünüyorlar. Ben de onlara farklı perspektiften baktırmaya çalışıyorum. Çünkü hepsi lisanslı ya da profesyonel sporcular değiller. Bu yüzden onların bakış açısını değiştirmeye çalışıyorum. Öğrencilerim adına baktığımda da onlar için çok büyük bir fırsat. ‘‘Çok şanslıyız hocam. Sizin tecrübelerinizi dinliyoruz” diye söylüyorlar hep. Bu çok mutlu ediyor beni. 22 yıllık kariyerim, spor vizyonu açısından bana çok şey kattı. Ben de onları öğrencilerime aktarıyorum. Anlatırken de hem mutlu oluyorum hem de zevk alıyorum. Aynı zamanda spor kültürü açısından çocukların vizyonunu geliştirmek, onlara vizyon katmak benim için en önemlisi. Onun dışında etik değerlere de değiniyorum. Bu da çok çok önemli bizim için. Yaptığımız işin etiğini ve hayatlarını konuşuyoruz. Ben onların hayatlarına neler katabileceğimi düşünüyorum.

Exit mobile version