Basketbolcu bir babanın basketbolcu oğlu… Babasının yapmış olduğu ve yapabileceğinden daha fazlasını yapmak için hayatını basketbola adayan, günümüzde basketbol efsanesi olarak herkesin kabul etmiş olduğu ve koca bir şehrin, bir ülkenin ve tüm dünyanın örnek almış olduğu, basketbola başlayan neredeyse tüm basketbolcuların veya basketbolu sevenlerin “Neden basketbolu seviyorsun?” sorusuna ilk cevaplarından birisi… Efsane Michael Jordan’ın “Tüm zamanların en iyi Laker’ı” dediği süperstar; Kobe Bean Bryant.
BİR EFSANE İSMİN DOĞUŞU “KOBE”
Kobe, 1978 yılında Philadelphia’da dünyaya geldi. Babası Joe Bryant, NBA ve Avrupa’da toplam 16 sezon forma giydi. Babasının basketbolcu olmasını aslında onun da bir basketbolcu olmasının temel nedeni olarak sayabiliriz. Kobe, basketbola sadece bir oyun olarak bakmak dışında psikolojik savaş olarak da bakan bir insandı. Sadece yetenek ile bu işin olmayacağını, savaşmanın ve bu savaşı da asla bırakmamanın en güzel örneğini dayısı olan Chubby Cox’ın NCAA’de oynadığı takımında görmüştü. Dayısının takımı, normal sezonun ilk 29 maçını kazanıp son maçlarında kaybederek ve ardından Play-Off maçlarının ilk maçında büyük bir fark yiyip elenerek şampiyonluğu kaybetmişti.
Kobe isminin aslında garip bir hikâyesi de vardır. Annesi ve babası Philadelphia’da bir Çin lokantasında Kobe adlı bir yemek yerken bu yemeği çok sevip daha sonra çocuklarının ismini Kobe olarak koymak isterler. Göbek adı olan Bean ise, babasının lakabı “Jelly Bean”dan gelmektedir. Kobe, henüz 6 yaşındayken babası İtalya’ya transfer oldu ve orada 7 sezon geçirdi. Çocukluğunun bir kısmını İtalya’da geçiren Bryant, yazları Amerika’ya dönüp yaz liglerine katılıyordu. 13 yaşına geldiğinde ailesi ile birlikte kesin dönüş yaparak tekrar Amerika’ya yerleştiler. Babası, döndükten kısa bir süre sonra basketbolu bıraktı. Amerika’ya döndüklerinde ise Kobe, lisede basketbol hayatını devam ettirdi. Aslında İtalya’da bulunduğu süre içerisinde Kobe, basketboldan diğer arkadaşlarına göre geride kaldığını fark etti ve arkadaşları da ona bu konuda hep alaycı ifadeler takındılar. Kobe için bu hep bir motivasyon kaynağı oldu ve daha lise 1. sınıftayken A takıma yükseldi. A takıma çıktığı ilk sezon 24 numaralı formayı giymiş ve bu sezonun ardından 3 yıl boyunca babasının forması olan 33 numarayı sırtında taşıyarak çıktığı maçların hepsinde ilk 5 başlamıştır.
MÜCADELE, HIRS, AZİM VE BASKETBOL TUTKUSU
Kobe lise döneminde oynadığı zamanlarda antrenmanlar haricinde babasıyla her zaman 1’e 1 maç yapardı. Babası Joe, Kobe’ye kendisini yenmesi için hiçbir zaman kolaylık sağlamazdı. Bunu anlamamızın en belirgin örneği ise Kobe’nin babasını 1’e 1 oynadığı maçlarda ilk kez yendiğinde 16 yaşında olmasıydı. Maçlarda babası ona karşı hep sert davranmış ve bu da Kobe’nin basketbola dört elle sarılması için artı bir motivasyon, hırs ve azim olmuştu. Lisede takım arkadaşlarıyla beraber 1’e 1 oynamanın kendisinin kişisel gelişimi için çok yararlı olacağını biliyordu. Ancak hepimizin bildiği gibi 1’e 1 oynanan maçlar genelde 11’de 15’te ya da 21’de biter fakat Kobe’nin oynadığı tüm 1’e 1 maçlar tam 100 sayıda bitiyordu. Bu da aslında onun kolay bir mücadele yerine daha uzun soluklu bir mücadeleyi tercih etmesinden kaynaklanıyordu. İşin ilginç tarafı buna mücadele diyoruz ama bu maçların bitiminde oluşan farklardan en yakını da 100-12 biten oluyordu. Mücadele? Evet, kesinlikle. Hırs? Fazlasıyla. Azim? O fark kapanmayacak. Peki, ya basketbol tutkusu? Hayatının merkezi.
PHILADEPHIA EYALETİNİN EN İYİ LİSE OYUNCUSU
Kobe lisede oynadığı dönemde eyaletin en iyi oyuncusu olmak istediğini her fırsatta belli etmiştir. Fakat o dönemde lise uzmanları Philadelphia eyaletinin en iyi lise oyuncusunun Donnie Carr olduğunu düşünüyorlardı. Donnie, Roman-Katolik Lisesi’nde oynuyordu ve aslında oynadığı lig, şehir ligi olduğu için Kobe’nin oynadığı banliyö ligine göre daha sert oynanıyordu.
Kobe her zaman en iyisi olduğunu kanıtlamak ve bunu göstermek için hep bir fırsat kovalamıştır ve kovaladığı bu fırsatlar da geri tepmemiştir. Fakat eyalet takımlarından Donnie’nin takımı olan Roman-Katolik ve Kobe’nin takımı olan Lower Merion Lisesi karşı karşıya gelmişti. Bu maç televizyon kanallarında yayınlandı ve neredeyse eyaletin tamamı tarafından izlendi. Bu maç anlayacağınız üzere Kobe Bryant için çok büyük bir meydan okuma ve kendini gösterme maçıydı. Ancak Lower Merion Lisesi, yani Kobe’nin takımı, maçı 6 sayı farkla kaybetti ve rakip takımın yıldızı Carr o maçta 34 sayı attı. Kobe ise Donnie Carr’a nazaran daha kötü bir performansla 30 sayıda kaldı. Bu aslında ilk bakışta Carr’ın daha iyi oyuncu olduğunu gösteren bir istatistik olabilir fakat maçı izleyenler arasında bulunan Philadelphia 76’ers koçu, Kobe’nin çok daha büyük bir oyuncu olabileceğini düşündü ve onu takım antrenmanlarına çağırmaya başladı. Bu, Kobe’nin nasıl daha iyi bir basketbolcu olacağını anlaması için büyük bir gösterge olmuştu. Daha lise öğrencisiyken bir NBA takımıyla antrenmana çıkması ona 1992 yılında, son şampiyonluğunu 50 sene önce yaşamış olan Lower Merion Lisesi ile birlikte eyalet şampiyonluğu yaşatmıştı. Kobe, her fırsatta gösterdiği eyaletin en iyi basketbolcusu olma unvanını o sene elde etti. Bu tabii ki bununla sınırlı değildi ve o sene Kobe, eyalet tarihinin en skorer lise oyuncusu da oldu. En iyi olmaya daha liseden başlayan Kobe, tüm zamanların da en iyisi olma yolunda emin adımlarla yürümeye devam ediyordu.
LİSEDEN NBA’E UZANAN YOLCULUK
Şampiyonluğun ardından herkesin eyaletin en iyi basketbolcusu Kobe’den beklediği, North Carolina Üniversitesi’ne gideceğiydi. O ise herkesin beklediğine değil; kendi inandığı ve başaracağını bildiği, efsanesi olacağı NBA’in draftlarına katılmaya karar verdi. 1996 yılı kelimenin tam anlamıyla efsane bir draft yılı olmuştu; Allen İverson, Ray Allen, Steve Nash, Peta Stojakovic…
Kobe Bryant ilk tur 13’üncü sırada Charlotte tarafından seçildi fakat o yıl hiç forma giymeden direkt olarak Los Angeles Lakers takımına takas edildi. Bu takasın gerçekleşmesini isteyen kişi takımın genel menajeri olan Jerry West’ti. Takımın sahibi Jerry Buss ise bu takasa pek sıcak bakmıyordu. Sıcak bakmadığını net bir örnek ile de belli etmişti. Normalde draft sonrası yapılan ilk yemek veya toplantı olarak adlandırılan, 1’inci turda draft edilen sporcularla yapılan toplantıya gitmeyip kızını göndermişti. Toplantıda Buss’un kızı, Kobe’nin “Madem Los Angeles’te yaşayacağım İtalyanca bildiğim kadar İspanyolca da öğrenmeliyim. Bu dili bilen çok fazla sayıda göçmen var burada” gibi bir cümle kurduğuna şahit oluyordu. Bu olayı babasına, daha 17 yaşındaki bir çocuğun kendisine böyle bir hedef koymuş olmasına şaşırdığını ve dikkatini çektiğini belirterek anlatmıştı. Bu hırs ve azim tabii ki Kobe’nin içinde vardı ve bu durum Buss’un hoşuna gidiyordu. İlk başlarda takasını istemediği Kobe ile günden güne yakınlaşmaya başlıyordu. İstemeyerek yapılan bir takasın aslında ne kadar önemli bir takas olacağını bize gösteren ve daha 17 yaşında liseden direkt NBA yolunu tutan bir süperstar…
NBA ÇAYLAKLAR İÇİN HİÇ KOLAY DEĞİL
1997 sezonu Shaquille O’Neal’ın da Lakers için ilk sezonuydu ve takımda bir çok tecrübeli isim bulunmaktaydı. Aslında bu Kobe için ayrı bir mücadele ve motivasyon kaynağıydı ama takımın koçu Del Harris kadrosunda tecrübeli isimleri tercih etti. Sezonu; 56 galibiyet, 26 mağlubiyet ile tamamlayan Lakers, Play-Off Batı Konferansı Finalleri’nde Utah Jazz takımına 4-1 elendi. Bu seride Kobe tarafından ileride ne kadar büyük bir oyuncu olacağının kanıtı olan olay şu şekilde gerçekleşti; elendikleri serinin son maçında toplam skor Jazz lehine 3-1 iken maçın son anlarında genç yıldız adayı sorumluluk alıp son saniye şutunu kullandı fakat top potaya değmedi. Maç uzatmaya gidiyordu. Uzatmada Bryant 3 tane daha şut kullanıyordu ve yine hepsi air ball… Uzatmada kazanan Jazz seriyi de 4-1 kazanmış oldu. Dönemin Adidas Marka Sorumlusu Sonny Vaccaro, Kobe ile anlaşma yapmak istiyordu. Maç bittikten sonra koşarak Kobe’nin yanına gidiyor ve ona “İyi misin?” diye soruyordu. Normal şartlarda kesinlikle böyle bir durumda hiçbir oyuncu rahat davranamaz ya da büyük bir üzüntü içerisinde olur. Fakat Kobe, ne kadar büyük bir oyuncu olacağının sinyallerini bir kez daha şu sözlerle gösteriyordu: “İyiyim tabii ki ne olmuş ki? Bu topları kullanmak için benden başka kimse sorumluluk almak istemedi”. Bir çaylak için elini taşın altına koyup bu denli cesur olmak herkesin yapabileceği bir iş değildi.
Bir sonraki sezon takımın başında yine Koç Del Harris’le Lakers; sezonu 61 galibiyet, 21 mağlubiyet ile bitirdi. Batı Konferansı Finalleri geldiğinde rakip yine efsane kadroya sahip Utah Jazz’dı ve sonuç yine değişmedi. Lakers bu sefer 4-0’lık daha ağır bir yenilgiyle elendi. Kobe, koca sezonda sadece 6 maçta ilk 5 başlayabilmişti. Ancak onun ne kadar büyük bir yetenek olduğunu anlamamız; bu kadar az sayı ortalamasına rağmen ilk 5 oynaması ve aynı sezon All-Star’a seçilmesiyle belli oluyordu. Bir sonraki sezon olan 99 sezonu yine bir hüsran… Batı Yarı Finalleri’nde bu sefer San Antonio Spurs, Lakers’ı 4-0 eleyerek sahadan süpürüyordu. Bir çaylak adına Batı Yakası Finallerine gelmek tabii ki harika bir durum olabilir. Fakat 3 sezon ve üçünde de finallerde yalnızca tek galibiyet… Çaylak olmak NBA için çok ama çok zor.
İLK ŞAMPİYONLUK VE PHİL JACKSON
Bu denli hem başarılı hem de başarısız sayılabilecek sezonların ardından Jerry West, yine Jerry Buss’un isteksizliğine rağmen zorla ikna etme çabaları sonucunda, 1999-2000 sezonunun başında takıma Koç Phil Jackson’ı getirdi. Lakers; bu sezonu 67 galibiyet, 15 mağlubiyet ile tamamladı. NBA finallerinde de İndiana Pacers’i 4-2 geçerek şampiyonluğa uzandı. Normal sezonu Kobe 22.5, Shaq ise 29.7 sayı ortalaması ile tamamladı. Final serisinde ise Shaq; 38 sayı, 16.7 ribaund ortalaması ile NBA Finalleri’nin MVP’si (En Değerli Oyuncu) oluyordu. Bu tabii ki Kobe için bir büyük rekabetin habercisiydi fakat henüz kimse bunun farkında değildi…
2000-01 sezonuna geldiğimizde Lakers yine iyi bir sezon geçirdi ve 56 galibiyet, 26 mağlubiyet alarak sezonu tamamladı. Finallerde ise bu seferki rakip Philadelphia 76’ers’dı. Kobe için Phila’nın iki anlamı vardı. Birincisi, doğduğu ve babasının basketbol oynadığı şehir olmasıydı. İkincisi de draft olduğu sene 1’inci sıradan seçilen Allen Iverson’u Philadelphia şehrinin bağrına basıp; Los Angeles şehrine giden Kobe’yi ise dışlamalarıydı. Bu tabii ki hepimizin bileceği üzere onun için farklı bir motivasyon, hırs ve mücadelenin habercisi oldu. Final serisinde Lakers, Philadelphia 76’ers’ı 4-2 geçerek üst üste ikinci kez şampiyon olmuştu. Kobe ise sezonu 28.5 sayı ortalaması ile tamamladı. Fakat Shaq, buna rağmen 33 sayı ve 15.8 ribaund istatistiği yaparak yine MVP seçildi. Büyük ihtimal bunu görünce hepimizin içinden bir “Eyvah!” dediği olacaktır. Bunun nedeni tabii ki üst üste gelen ikinci şampiyonlukta katkısı olmasına rağmen kaçan iki MVP ödülüydü.
2001-02 sezonunu Lakers; 58 galibiyet, 24 mağlubiyetle tamamlamış ve yine finallerin yolu gözükmüştü. Bu sefer finallerde rakip New Jersey Nets’ti. Fakat New Jersey takımı tabiri caizse Lakers için çok kolay bir lokma oldu. Lakers, seriyi 4-0 bitirerek bir kez daha şampiyonluğa uzandı. Normal sezonu Shaq 27.2, Kobe ise 25 sayı ortalaması ile tamamladı. Herkes için Shaq – Kobe ikilisi durdurulamaz görünüyordu. Finallerde Shaq 36.3 sayı, 12.3 ribaund ve 3.8 asist ile yine MVP seçilmişti. Bu mükemmel ikili NBA için kesinlikle harika ve sükse yapan bir ikili gibi gözüküyordu. Yine de Kobe üst üste kaçan 3’üncü MVP ödülü için hiç memnun değildi. Koç Phil Jackson aslında bu zamana kadar onları iyi idare ediyordu fakat artık iş çığırından çıkmış durumdaydı. Jackson takımın başına geçtikten sonra arka arkaya kazanılan 3 şampiyonluk herkes için, “Acaba dördüncüsü gelir mi?” sorusunu da beraberinde getirmişti.
KOBE – SHAQ GERGİNLİĞİ ARTIYOR
2002-03 sezonu artık Lakers ve diğer NBA takımlarının çekişmesi değil; Kobe – Shaq çekişmesi haline gelmişti. Kobe ve Shaq’ın o dönem farklı farklı zamanlarda sakatlanması aralarında yine bir gerginlik doğmasına sebep olmuştu. Yaşanan bu sakatlıkların dışında Kobe için geride kalan 3 sezonda Shaq’a kaptırdığı 3 final MVP’si yüzünden aralarındaki rekabet bir savaş haline gelmiş durumdaydı.
Ortada üst üste 3 şampiyonluk vardı fakat bu şampiyonluklar Kobe için asla yeterli değildi. Aralarındaki savaşın en iyi örneklerinden biri de Kobe’nin sezon içerisinde bir demecinde; Shaq’ın her sezona kilolu olarak başlayıp ilk 3 ayında sırf kilo vermek için uğraştığını, sezonun geri kalanını da öyle ya da böyle geçirip finallerde sağlam oynayarak MVP’liği kazandığını söylemesiydi. Aslında şampiyonluk kazanmak tabii ki önemliydi ama Kobe, Shaq’ın gölgesinde kalmak istemediğini her fırsatta belli ediyordu. O sezon Shaq’ın sakatlığını iyi değerlendiren Kobe, yüksek sayı ortalamaları yakalasa da MVP sıralamasında 3’üncü sırada yer aldı. Kobe ile Shaq’ın arasında yaşanan bu büyük gerginlik belki de arka arkaya gelecek olan 4’üncü şampiyonluğu engellemiş oldu. Ve Lakers, Konferans Yarı Finalleri’nde San Antonio Spurs’e 4-2 yenilerek sezonu tamamladı. Şampiyonluk kaçtı, daha da önemlisi iki süperstar “kanlı bıçaklı” hale geldi.
KOBE’NİN ÜZERİNDEKİ KARABULUTLAR
Bir sonraki sezon aslında bu tartışmaları herkesin bildiğini varsayarsak, tüm spor severler Kobe ve Shaq ikilisinin ayrılacağını düşünüyordu. Ancak Koç Phil Jackson son bir kez bu ikilinin bir arada olması için onları ve takım sahiplerini ikna etti. Son bir şans istedi ve Lakers sezona Karl Malone ve Gary Payton gibi iki büyük ismi daha transfer ederek başladı. Sezona güzel bir başlangıç yapan Lakers; 18 galibiyet, 3 mağlubiyeti yakalamıştı ancak yeni transfer Karl Malone sakatlandı ve bütün sezon boyunca sadece 42 maçta oynayabildi. Shaq, aynı sezon 15 maç kaçırdı. Kobe ise Denver’da bir otel odasında 19 yaşında bir kız ile yaşadığı skandaldan dolayı mahkemelere gitmesi gerektiği için 17 maç kaçırdı. Sezon öncesi büyük umut ve planlamalarla bir araya getirilen bu büyük 4’lü sezon boyunca sadece 20 maçta beraber oynayabildiler. Kobe için mahkemeler 4 yıl müebbet hapis cezası istemine karar verdi. Ancak hapis cezası yerine 25 bin dolar gibi bir parayla kefaret ödedi ve serbest kaldı. Bu sıralarda eşini ne kadar çok sevdiğini ve yaptıklarından dolayı çok pişman olduğunun göstergesi olarak Vanessa Bryant’a 4 milyon dolar değerinde bir yüzük hediye etti. Aslında yüzüğü yapan kuyumcu, Kobe’nin daha bu olaylar yaşanmadan önce yüzüğü yaptırmak istediğini belirtse de Amerikan gazete manşetlerinde bu, “özür yüzüğü” olarak yazıldı.
Bu karabulutların üzerinde dolaştığı sıralarda hem Kobe kendini takımdan dışladı hem de takım kendisini dışlamış oldu. Hiçbir davete katılmadı, hiçbir yemeğe ya da partiye gitmedi ve kendi düğününe de hiçbir takım arkadaşını çağırmadı. Yaşanan Denver olaylarından sonra bir demecinde de “Takım arkadaşlarımdan hiçbirisi bana destek çıkmadı” diye söylemde bulundu. Fakat bunun en büyük sebebinin kendisi olduğunu bir türlü kabullenemedi. 2003-04 sezonu aslında çok da fena gitmemişti fakat karabulutlar bir kere üzerinize geldiğinde kaçışınız pek kolay olmuyor. Lakers, NBA finallerine kadar geldi ancak finallerde karşılarında daha iyi savunma yapan bir takım olan Detroit Pistons vardı. Kadrosunda Mehmet Okur’un da olduğu Pistons seriyi 4-1 alarak şampiyonluğa ulaştı. Karabulutlar tabii ki bununla da bitmedi. Takımın koçu Phil Jackson, sezon sonunda Jerry West’in kovulmasına sebep oldu. Jerry West- Phil Jackson ikilisinin mükemmel bir çıkış yapmasını sağladığı Lakers, arka arkaya 3 sezonu boş geçmiş oldu. Geride kalan bu süre içerisinde Kobe’nin takasını bile düşünmüşlerdi.
“KOBE BRYANT OLMAZSA LAKERS OLMAZ”
Boşa geçen 2003-04 sezonunun tamamlanmasından sonra Jerry Buss takıma verdiği yemek boyunca sadece Kobe Bryant ve eşi Vanessa Bryant ile ilgilendi. Öte yandan Shaq bunun farkına vardığında tabii ki bu durumun kendisi için kötü bir senaryo doğuracağını da biliyordu. O sırada aslında Kobe çoktan takasını istemiş ve hatta Chicago’da ev bakmaya başlamıştı bile. Fakat Buss bunun olmaması için elinden geleni yapacağını söyleyip “Kobe Bryant olmazsa Lakers olmaz” sözünü uygulamaya geçirmeye başlamıştı bile. Shaq tabii ki bu durumdan rahatsız olup önemli bir karar alarak Miami Heat’e takasını gerçekleştirdi. Koç Phil Jackson ise takımdan ayrıldı.
Tüm bu olanların ardından Shaq’a bir mesaj niteliğinde transfer gerçekleşmiş oldu. Vlade Divac, Kobe ile aralarının bozuk olduğu gerekçesiyle; Karl Malone ise “Kobe varsa ben yokum” diyerek takımdan ayrıldığını açıkladı ve sonrasında emekli oldu. Artık bu takım tamamen Kobe’nin takımı olmuştu. İlginç bir hikâyesi olan Kobe’nin lakabının nereden geldiğine kısaca değinirsek, Kill Bill filmini hepiniz biliyorsunuzdur. Filmde bir yılan vardı. “Black Mamba” olarak adlandırılan bir cins. Kobe bu filmden çok etkilenmişti ve ona da artık Black Mamba denmesini istemişti.
Takım Kobe’ye kalmış ve bunu da herkes kabullenmişti artık. Fakat Shaq’ın olmadığı ilk sezonda Lakers son 12 sezonun en kötü istatistiğini yakaladı ve gruplarında 4’üncü olarak Play-Off dahi oynayamadı. Takım, Kobe’nin… Peki ya herkesin gözünde bunun suçlusu kim? Tabii ki KOBE BRYANT!
2005-06 sezonu artık bir şeylerin değişmesi gerekiyordu ve Jerry Buss takımın başına tekrar eski koçları Phil Jackson’ı getiriyordu. Değişmesi gerekenler belliydi fakat Jackson geldikten sonra üst üste iki sezon Lakers Play-Offların ilk turunda elendi. Bunlar olurken bir yandan da Kobe’nin kavgalı olduğu Shaq ise 4’üncü yüzüğünü kazanmıştı bile. Kobe elendikleri sezonlarda çok çok iyi gidiyor, sezondaki istatistik ortalamaları muazzam bir şekilde ilerliyordu fakat sadece Kobe’nin iyi olması Lakers adına pek işe yaramamıştı. Bu iki sezonda da Kobe, MVP sıralamasında sırasıyla 4’üncü ve 3’üncü oldu. Anlayacağınız üzere bunlar da birer meydan okuma nedeni olmuştu Kobe için.
8 NUMARADAN 24 NUMARAYA GEÇİŞ
Kobe ilk yıllarında Adidas ile bir anlaşma yapmış ve numarası olan 8’in de bulunduğu bir ayakkabı modeli üretilmişti. Daha sonraki yıllarda ise Nike ile tam 45 milyon dolarlık bir anlaşma sağladı. Nike, Kobe’nin 8 numarası ile Adidas’ın bağdaştırılmasından şikâyetçiydi. Çünkü bu denli büyük bir sponsorluk anlaşması yapılmış ve Kobe’nin giydiği forma hâlâ Adidas markasını çağrıştırıyordu. Bu yüzden Kobe, bir arkadaşının dediğine göre “Carpe Diem” yani, “1 gün 24 saat ve durmadan çalışılmalı” mantığıyla forma numarasını değiştirdi. Kimileri de Jordan’ın 23 numarasının bir üstü 24’ü seçtiğini söylüyorlardı. Peki neden öncesinde 8 numara? Bunun da cevabının; İtalya’da en sevdiği basketbolcu olan Mike D’antoni’nin 8 numarayı giymiş olmasından kaynaklandığını belirtmişti.
HANEDANLIK TEKRAR KURULUYOR
2008 sezonunda Andrew Bynum’un sakatlıklarından dolayı belki de Kobe’nin ve Lakers’ın kaderini değiştirecek Pau Gasol takası gerçekleşti. Gasol ve Kobe’nin, hanedanlığın en önemli parçaları olacağından kimsenin şüphesi yoktu. O seneki NBA Finalleri’ne kadar yükseldiler ancak karşılarında hiç kolay lokma olmayan ve kadrosunda BIG 3 olarak nitelendirebileceğimiz üçlüyü barındıran Bostan Celtics bulunuyordu. Kimdi bu BIG 3? Yıllar sonra gelen NBA Şampiyonluğu’nun baş mimarları; Paul Pierce, Ray Allen ve Kevin Garnett.
Lakers seriyi 4-2 kaybetti ve Celtics şampiyon oldu. Kobe Bryant şampiyonluğu kaybetse de normal sezonun MVP’si seçilmişti. Muhtemelen hepimizin aklındaki şu soru dolaşıyor olabilir: “Şampiyonluk var, MVP ödülü yok; MVP ödülü var, şampiyonluk yok! Peki ya neden?”. Bunun sorumlusu Shaq mı yoksa Kobe mi? Bu sorunun cevabı için biraz erken diyebiliriz. 2008 yazında olimpiyatlarda belki de Michael Jordan’lı Dream Team’den sonra en yetenekli Amerika takımı boy gösterecekti. Bir sürü yıldız bir aradaydı. LeBron James, Dwayne Wade, Chris Paul, Chris Bosh, Kobe Bryant ve diğerleri… Harika bir kadrodan harika işler bekleniyordu. Fakat bu kadar ego nasıl bir arada iyi anlaşacaktı? İşte bu kesinlikle Kobe’nin başlatmış olduğu bir olayla gerçekleşiyordu. Takım, kahvaltı için sabah 8’de yemek salonunda buluşuyor, bütün yıldızlar birer birer yemek salonuna geliyordu fakat bir kişi eksik. Tahmin edeceğiniz üzere, Kobe…
Ardından kısa bir süre sonra yemek salonuna kan ter içinde iki dizinde buz, yanında koruması ve antrenörüyle beraber Kobe gelmişti. Bunu gören oyuncular şaşırmış ve bir gün sonra ilk iş olarak Dwayne Wade sonrasında ise LeBron James ve tüm takım, antrenörlerin haberi olmadan her sabah 5’te takım antrenmanı yaptılar. Böylelikle bu müthiş egolu takımı, hiç beklenmedik bir şekilde Kobe bir araya getirmiş bulundu ve Olimpiyat Şampiyonluğu geldi. Yıllar sonra kazanılan bir altın madalya… Ardından tabii ki bu durum Lakers için de önemli oldu ve Kobe önderliğinde takım sezona çok iyi başladı. Lakers; 65 galibiyet, 17 mağlubiyet ile normal sezonu tamamladı. NBA Finalleri’nde ise rakip Hidayet Türkoğlu’lu, Dwight Howard’lı Orlando Magic… Lakers, Kobe önderliğinde Orlando’yu 4-1 yenerek şampiyon oldu ve Kobe Hanedanlığı da tekrar geri dönmüş oldu. Bu, Kobe’nin kazanmış olduğu 4’üncü şampiyonluk ve bu şampiyonluğun ayrı bir önemli noktası da Shaq olmadan kazandığı ilk şampiyonluk olmasıydı. Herkesin merakla beklediği o sorunun cevabını Kobe, hem şampiyon hem de MVP olarak vermiş oluyordu; 34.4 sayı, 5.6 ribaund, 7.4 asist ve FİNAL MVP’si…
2009-10 yılı Lakers yine harika bir sezon geçirerek Şef Kobe ile finallere uzandı. Bir önceki sezon yine Lakers gibi kendi yakasında harika bir sezon geçiren LeBron James’li Clevaland vardı. Fakat herkesin beklediği Kobe – LeBron finali iki sezonda da yaşanamadı. Clevaland’ın Doğu Konferansı’nda elenmesi ile birlikte bu kez rakip iki sene önce kaybettikleri Boston Celtics’ti. Bu tabii ki Kobe için ayrı bir meydan okuma olmuştu. “Bir kez kaybetti acaba bu tekrarlanacak mı?” sorusuna en güzel cevabı Kobe’li Lakers finalde Celtics’i 4-3 yenerek veriyordu. Bu üst üste ikinci şampiyonluk ve finallerde ikinci MVP ödülü… İşte bu, Kobe’nin Shaq olmadan bir şeyler başarabileceğinin kanıtıydı. Kobe, sezon sonu verdiği bir demeçte ise Shaq’a sataşmadan duramıyor ve “Shaq 4 – Kobe 5” diyerek, “Shaq olmadan Kobe şampiyonluk kazanamaz” diyenlere de bu şekilde ağzının payını vermiş oluyordu. Peki ya Shaq olmadan arka arkaya 3’üncü şampiyonluk gelir mi? Michael Jordan bile Pippen olmadan bunu başaramadı. Kobe başarabilecek miydi?
HANEDANLIK BİTİYOR MU?
2010-11 sezonunda, Batı Konferansı tam anlamıyla ateşten gömlek misaliydi. Neredeyse tüm takımlar birbirine eşit galibiyet yüzdeleriyle sezonu tamamladılar. İlk turu geçen Lakers, Batı Konferansı Yarı Finalleri’nde Dallas Mavericks ile karşılaştı ve Dirk Nowitzki’li Dallas adeta Lakers’ı sahadan silerek 4-0 gibi bir sonuçla finale yükseldi. Final serisinde ise LeBron’lu Miami Heat’i 4-2 geçen Dallas, şampiyonluğa uzandı. Böylelikle Kobe arka arkaya 3’üncü şampiyonluğunu kaçırdı ve herkesin beklediği “Kobe başarabilecek mi?” sorusuna beklenilen cevap gelmemiş oldu.
Bir sonraki sezon Phil Jackson, Lakers’tan ayrıldı. Sezon başı lockout oldu ve sezon 66 maç üzerinden oynandı. Lakers, sezonu; 41 galibiyet, 25 mağlubiyet ile tamamladı. Kobe, son 4 sezonun en yüksek sayı ortalamasını yakaladı. Fakat bu sefer Konferans Yarı Finali’nde rakip Kevin Durant’li, Russell Westbrook’lu Oklahoma City Thunder’dı. Yedinci maça kadar giden seride Kobe, tam 42 sayı attı fakat yine de mağlubiyete engel olamadı. Thunder 4-3’lük skorla turu geçen taraf oldu. O yaz yine olimpiyatlar vardı ve Kobe yine oradaydı. Eskisine nazaran biraz daha genç olan ABD kadrosunun en yaşlısı Kobe’ydi. Tabii ki yine gelen bir altın madalya… Finalde efsane İspanya kadrosunu 107-100 geçerek şampiyonluğu kazandılar. Kobe önderliğindeki iki olimpiyatta, 16 maçta 16 galibiyet ve iki altın madalya kazandılar.
Bir sonraki sezon Steve Nash ve Dwight Howard takıma katıldı fakat beklenilen o mükemmel takım imajı yine yakalanamadı. Kobe – Howard atışmaları, Jerry Buss’un ölümü, Nash’in sakatlığı derken acaba gerçekten Kobe Hanedanlığı sona mı eriyordu? Kobe tabii ki sona ermeyeceğini göstermek istiyordu. Çok fazla süre ve sorumluluk almak isteyen Kobe, 12 Nisan 2013 tarihinde hepimizin çok iyi hatırladığı belki de hanedanlıktan ziyade bir efsanenin kariyerinin sonunun geldiğini düşündüğümüz o sakatlığı yaşadı. Aşil tendonu koptu. Göz yaşları içinde sekerek yürüyüp serbest atış çizgisinden son sayılarını atarak çıkan Kobe, ne kadar azimli, hırslı ve bu sporu ne denli sevdiğini bütün izleyenlere göstermişti. Kobe olmadan Lakers Play-Offlara kaldı fakat Spurs’e 4-0 yenilerek elendiler.
2014-15 sezonunda geri dönen Kobe ancak 35 maç oynayabildi ve Lakers 21 galibiyet 61 mağlubiyet alarak Play-Offlara katılamadı. Kobe çok çok az maç oynamasına rağmen 22.3 sayı ortalamasıyla takımın en skoreri olmuştu.
2015-16 sezonunu Lakers; 17 galibiyet, 65 mağlubiyet ile tamamladı. Kobe kariyerinin en kötü sezonlarından birini yaşadı fakat her ne kadar Kobe kötü olsa da “Black Mamba” asla kötü hatırlanamazdı. Bunun en güzel örneğini de kariyerinin son maçı olan Utah Jazz karşısında, “Beni böyle kötü hatırlayamazlar” diyerek tam tamına 60 sayı atıp gözler önüne serdi.
MAMBA OUT
Bu yazıyı yazarken gözyaşlarımı tutamamış olmam ve onu ne kadar özlemiş olduğumu sizlere belirtmek isterim. O bütün spor severlerin efsanesi, örnek aldığı kişi, bir idol… Michael Jordan’ın “Beni sadece onunla kıyaslayabilirsiniz çünkü hiçbiri onun kadar çalışmadı”; Shaq’ın “O bir bilimsel antrenman deneyi” diye adlandırdığı isim. Başarmış oldukları, şampiyonluklar, iyi yönleri, kötü yönleri… Çoğunu tek tek anlatmak istedim sizlere. Ölüm haberini duyduğumda biliyorum ki herkes aynı duyguyu yaşamıştır. Buna eminim. Bu haberi ilk duyduğumda saatlerce ağladığımı hatırlıyorum ve bunun sadece bir şakadan ibaret olduğunu düşünmüştüm. Benim ve benim gibi birçok insanın basketbola başlamasının, bu sporu sevmesinin en büyük etkilerinden birisi olan insanın artık hayatta olmayacağını bilmek gerçekten çok acı verici. Buraya kazandığı başarıları yazarak çok daha fazla satır ekleyebilirdim ama yazımın sonunda kendi duygularımı aktarmak istedim. Seni çok özledik ve eksikliğin her gün hissediliyor. Huzur içinde uyu.
* Bu yazı Mart ayında Emre Turtura tarafından yazılmıştır.