Olimpiyat tarihinin belki de en başarılı sporcularından biri Michael Phelps. Kazandığı sayısız madalya, kırdığı sayısız rekorla olimpiyat tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Peki, biz sporseverler kariyeri rekorlarla dolu bu yüzücüyü ne kadar tanıyoruz? Ekran karşısında gördüklerimiz dışında aslında Michael Phelps kimdir? Antrenör Erkan Mutlu, iki yıl boyunca ABD’de birlikte çalıştığı efsane yüzücüyü dergimiz Victory’ye anlattı.
Amerika yolculuğu ve Michael Phelps ile tanışma hikâyeniz nasıldı?
O dönem Türkiye Yüzme Federasyonu’nda çalışıyor ve A Milli Takım Yardımcı Antrenörlüğü yapıyordum. 2020 Olimpiyatları’na aday olmamızla markaları spor branşlarına yönlendirmişlerdi. Bu markalardan biri de atletizm ve yüzmeye destek veriyordu. O dönemki markanın CEO’su Bob Bowman ve Michael Phelps ikilisi üzerine ne yapabiliriz diye düşünürken, 2012 Dünya Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası, İstanbul’da düzenleniyordu. Bowman da Amerika Milli Takımı’nın özel davetiyle gelmişti. Geldiği zaman kendisiyle bir görüşme gerçekleştirildi ve sonucunda Yüzme Federasyonu ile bir protokol imzalandı. Bu protokolün sonucu olarak buradan bir antrenör ve 5 sporcunun Amerika’ya gitmesine karar verildi. Seçilen antrenör de bendim. Bowman’ın da onayıyla birlikte 5 sporcu ile birlikte çalışmaya gittik. 2013 yılının sonunda Amerika’ya yerleştik. 1 yıl boyunca hem gözlemlerimizi hem de antrenmanlarımızı gerçekleştirdik.
Michael Phelps sizce nasıl biri? Sporculuğu döneminde çevresine içine kapanık biriymiş gibi gözüküyordu. Gerçekten öyle miydi?
Benim de başlarda ön yargılarım vardı. Birçok turnuvada kendisini görmüştüm. Kendini beğenmiş, burnu havada ve çok aksi biriymiş gibi gözüküyordu. En azından dışarıya verdiği izlenim o yöndeydi. Hem hareketleriyle hem de tavırlarıyla… Gittiğimizde ben de aynı kişiyi göreceğimi düşünmüyor değildim.
İlk antrenmanın heyecanıyla havuza vaktinden önce gitmiştik. Haliyle de antrenman saatinin gelmesini bekliyorduk. Phelps, kaşları çatık bir şekilde geldi. Bize baktı ve hiçbir şey söylemeden devam etti. Sonrasında ise Bob Bowman yardımcılarıyla geldi. Phelps kenarda durup bizleri göz ucuyla uzunca bir süre izledi. Isınmalarımızı tamamlayıp antrenmana başladık. Tabii antrenman boyunca o soğuk tavırları devam etti. 1 gün, 2 gün, 1 hafta derken ufak ufak selamlaşmaya başladık. Bizlerden bir zarar gelmeyeceğini anladığında ise örmüş olduğu o savunma duvarını kaldırarak bizlerle sohbet etmeye, yemekler yemeye ve yeri geldiğinde sporcularımızla antrenmanlarda nasıl daha iyi performans verebiliriz diye yardımcı olmaya başladı. Tabii, müsabakalara gittiğimizde o donuk tavrı devam ediyordu.
Bir gün yemekte kendisine, neden böyle hareket ettiğini sordum. Dedi ki; “Kendimi korumanın tek yolu bu. Daha önce kendim olmaya çalıştım ancak her seferinde zarar gören hep ben oldum. Kendimi korumanın bu şekilde doğru olacağı kanısına vardım sonunda.” Dışarıda gerçekten soğuk ve gayet ciddi biri varken antrenmanlarda bambaşka bir Michael Phelps vardı. Bizler de buna saygı duyarak hareket ettik.
İş ahlakı devreye girdiğinde tamamen profesyonel biri çıkıyor karşımıza…
Evet, bu yorumun ile ilgili şu örneği verebilirim; antrenmandan 30 dakika önce havuzda olmanız gerekir. Antrenman öncesi yarım saatlik bölümde espriler, şakalar sınırsız ama herkes suya girdiğinde o gördüğümüz Phelps’ten eser dahi kalmıyor. Grup içerisinde biri antrenmanını iyi yapmıyorsa çıldırma noktasına dahi geliyordu. Antrenmanda gerçekten takıma hükmediyordu.
Yüzmede etkili bir performans ortaya koyabilmek için katı ve sert antrenmanlar yapılır. Amerika’da belki de çok daha katı bir antrenman programı vardır. Phelps de buna uyuyor muydu? Yoksa daha esnek mi hareket ediyordu?
Biz, Amerika’ya ilk gittiğimizde Phelps antrenmanlara yeni başlamıştı. 2012 yılında yüzmeyi bırakmıştı, biliyorsunuz. Sonrasında ise bir olimpiyat daha yüzmeye karar vermişti. Aslında her antrenmanda çok ciddi ve disiplinliydi. Hiçbir zaman ciddiyetten uzak görmedim kendisini. Ancak her sporcu gibi, belirli bir aranın ardından tekrar dönüş yapınca çok zorluk yaşadı. Bowman, başlarda taviz bile vermedi. Aynı antrenmanda birçok olimpiyat yüzücüsü varken Phelps’e de ara vermesine rağmen aynı antrenmanları yaptırdı ve yapması için de zorladı.
Biz daha geleli 2 ay olmadan, bir gün antrenman eksiğinden dolayı Phelps, yapamayacağını söyledi. Bowman, Phelps’i havuzdan çıkartıp “Antrenman yapmayacaksan burada işin yok. Konuşmak istiyorsan git kameralar karşısında konuş” dedi. Orada kimseye herhangi bir taviz yok; aynı antrenman, aynı zorluk…
2009 ve 2014 yıllarında Phelps’in yaşadığı bir skandal var. Birçok sorunla mücadele etmek durumunda kaldı. Sizce Phelps bunların üstesinden nasıl geldi?
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Phelps, stres yönetimi ve mental sağlık konuları üzerinde çok durur. Hatta bu seneki Roland Garros’tan Naomi Osaka çekildiğini açıkladığında Phelps, katıldığı programlarda sporcuların sorun yaşamış ya da yaşamamış olsa da stres yönetimi ve mental sağlık üzerine yardım alması gerektiğini savundu.
2009 yılındaki skandala gelecek olursak kendisi ile konuştuğumuzda Baltimore’da bir ev partisinde olduğunu söylemiş ve normalde o tarz ortamlarda çok bulunmadığını da belirtmişti. 2014 yılındaki olay ise kendisi için tam bir dönüm noktası oldu. Annapolis dönüşü alkollü araç kullandığı için polis tarafından tutuklandı ve cezaevine yerleştirildi. O yaşananlar benim için de farklı bir deneyimdi. Aldığım bazı kararlar ve davranışları tekrar sorgulamama sebep olmuştu.
O dönem Michael Phelps kendi markasını çıkartmaya hazırlanıyordu. Lansman dönemiydi. Olay sabahı antrenmana gittiğimizde havuzda ölüm sessizliği hakimdi. Yardımcılardan birisi bana yaşananlardan haberim olup olmadığını sorarak Phelps’in cezaevine yerleştirildiğini söyledi. 5 dakika yaptığımız kara antrenmanından sonra Bowman, herkesi toplayarak bir konuşma yaptı: “Saklanacak bir şey yok. Phelps’in yaşadığı bu olay hepimize karşı yapılmış bir saygısızlık. Bunun sorumluluğunu tamamen kendisi taşıyacak. Hiç kimse kendisine herhangi bir yardımda bulunmayacak. Kimse ziyaretine gitmeyecek ve arayıp görüşmeyecek. Madem bunu yapmayı kendine uygun görüyor bunun cezasını da kendisi çekecek. Annesi dahil tüm ailesine de aynı şeyleri söyledim. Avukatı ve menajeri dışında hiç kimse onunla iletişime geçmeyecek” dedi. Kendisine, “Ya hapis yatarsın ya 1 – 1,5 ay rehabilitasyon merkezinde kalırsın” şeklinde iki seçenek sunuldu. Phelps de rehabilitasyon merkezini tercih etti. Olimpiyatlar yaklaşıyor ve aynı sene Kazan’da Dünya Şampiyonası’nda yüzecek ve herhangi bir antrenman, hiçbir şey yok! Bir de üzerine Amerika Yüzme Federasyonu 6 ay men cezası verdi.
Cezası mart ayında bitmesine rağmen federasyon Phelps’in milli takım kafilesinden çıkarıldığını açıkladı. Rehabilitasyonun ardından tekrar havuza döndüğünde bir özür konuşması yaptı. Hatta rehabilitasyon merkezinden çıktıktan sonra sosyal medyada bir post paylaşmıştı. Paylaştığı post Mevlana’nın bir sözüydü. Kampta ona, yaptığı paylaşımı sordum. Kendisi, Türk olup olmadığını sordu. Ben de açıkladım. Mevlana’nın, bütün hayatını ve bakış açısını değiştirdiğini ifade etti. Sosyal medya hesabında hâlâ durur o post. Orada yaşadıklarından sonra alkolü de bıraktı. Söylediği şeylerden biri, cezaevinden çıkarılıp rehabilitasyon merkezine gitmeden önce bir hafta evde kalmasına izin verilmiş olduğuydu. Hatta, “4 gün boyunca evden çıkmadım, 1 kişi dahi ziyaretime gelmedi. Annem de buna dahil. Kimseyle konuşmadım. O zaman gerçekten ölmek istedim. Ben nasıl böyle bir şey yaptım diye ölmek istedim ve hâlâ nasıl böyle sorumsuzca davrandım diye sorguluyorum kendimi” dedi.
Ertesi gün gazeteler Phelps’e, meşhur turuncu hapishane tulumunu giydirerek “Phelps’in yeni mayosu” diye manşet atmışlardı.
Aslında oraya da geçeceğim ama bu yaşadığı süreç üzerine, tüm bu yaşananlardan sonra 2016 Rio Olimpiyatları’na gidip 6 tane altın madalya kazanıyor ve o sene kendisi 31 yaşında. Çok farklı bir motivasyon boyutu olsa gerek tüm bu yaşananlar.
Kesinlikle. Zaten sonrasında da inanılmaz bir değişim yaşadı. İyi niyetli bir insandı ama o dönemden sonra daha bir sıcak, daha aileden biri gibi hissettirdi herkese. Eskiden daha çabuk sinirlenirken, döndüğünde o yönünü bayağı törpülemişti. Öfkesini bir motivasyon aracı olarak kullanmaya başladı. Hatta sohbet ettiğimiz zaman şöyle bir cümlesi vardı: “Yüzme bana çok şey kattı. Ben yüzmeye çok şey borçluyum ama henüz bu borcumu ödeyemedim. Bütün hayatım boyunca çalışsam yine de ödeyemem. Bundan sonraki hayatımın en büyük hedefi yüzmeye daha fazla katkı sağlamak olacaktır.”
O yüzden Osaka, yaşadığı stres ile alakalı bir şeyler paylaştığı zaman; Phelps, konuyla alakalı sporcuyu destekleyen bir demeç veriyor veya sosyal medyadan bu durumu ifade ediyor.
Olimpiyatlara dair sizlere anlattığı özel bir anısı var mıydı?
Herkesin bildiği meşhur bir 200 metre kelebek yarışı vardır. Bu yarışta Phelps’in gözlüğü su almıştı. Yarışı da su dolu gözlükle tamamladı. Onun hikâyesi de şöyle; Dünya Gençler Yüzme Şampiyonası’nda, antrenman esnasında Phelps’in kullandığı uğurlu bir gözlüğü var. Antrenman sonuna doğru Phelps gözlüğü kulvar kenarına bırakıyor. Bowman da bunu görerek kendisine bir ders vermek istiyor. Gidip gözlüğü ayağı ile ezip kırıyor. Michael Phelps, şampiyonadaki yarışına gözlüksüz başlamak zorunda kalıyor ve istediği gibi yüzemediği için kaybediyor. Bowman da o gün, Phelps’i her duruma yönelik geliştirmesi gerektiğine karar veriyor. 5-6 ay geçtikten sonra Bowman, bir plan yapıyor.
Michael Phelps, bir gün antrenmana geldiğinde bütün havuzun ışıkları kapalı. Bowman, elektrik panosu patladığı için antrenmanı karanlıkta yapacaklarını söylüyor. Phelps, görmeden nasıl yüzeceğine dair söylenince Bowman, “Kol say” diye yanıt veriyor. Başlarda havuz fayanslarına çarpa çarpa, sonunda her tempoda kulaçlarını sayarak hangi kol sayılarıyla yüzmesi gerektiğini öğreniyor. Bir süre sonra soğuk suda antrenman yapmaya başlıyor. Phelps’in çalıştığı havuz, 1953 yapımı, yani bayağı eski. Bowman, ısıtıcıların bozulduğunu söyleyerek, Phelps’e buz gibi suda antrenman yaptırıyor. Bu şekilde Phelps zor şartlarda yarışabilme temposuna alışıyor. Hiçbir olumsuz ortam Phelps’i etkileyemiyor tabii. Sonrasında ve 2008 Olimpiyatları’nda gözlüğüne su dolmasına rağmen yarışı kol sayarak bitiriyor.
2004 Olimpiyatları’nda meşhur bir yüzme finali vardır. Otoriteler “Yüz Yılın Yarışı” olarak bahsederler bu yarıştan. Bunun sebebi nedir?
3 farklı ülkeden, 3 dünya rekortmeni ve dominant yüzücünün beraber yarıştığı ender yarışlardan bir tanesi. Her zaman 200 metre serbest yarışlarını kimin kazanacağı çok net kestirilemez ama bu yarışta herkes kazanabilir, herkes dünya rekoru kırabilirdi. Kendisiyle o yarışı da konuşmuştuk. Hatta, “100 metre kelebek mi, 8 altın madalya kazandığın 2004 Atina mı? Hangisi çok daha önemli senin için?” diye sordum. Phelps, “Bunların hiçbiri” diye belirtti. 2008’deki 200 serbest finalinin en özel yarış olduğunu söyledi. Çünkü kendisinin bu kadar hazır ve yenilmez hissettiği tek yarışın o olduğunu belirtti.
Orada antrenör olarak bulundunuz. Konuşmamızda yüzücülerimizin de olduğunu belirttiniz. Peki, Phelps’in yüzücülerimizle iletişimi ve onlara olan yaklaşımı nasıldı?
İlk zamanlar doğal olarak herkes çok gergindi. 2 yüzücümüz de henüz 15 yaşındaydılar. Böyle bir isimle aynı havuzda ilk kez bulunacak olmak insanı ister istemez geriyor ve heyecanlandırıyor.
Antrenman esnasında 5 saniye kuralı vardır. Belirli aralıklarla 5 saniyede bir çıkarsın. Bazı sporcular vardır hemen yaparlar bunu. İlk başlarda birkaç defa böyle bir şey yaşandı ve Phelps bundan rahatsız oldu. Hatta bir yüzücümüze, “Düzene göre hareket etmeyeceksen burada antrenman yapamazsın, ülkene geri dönebilirsin” dediği bile oldu. Sadece bize olan bir durum değil bu tabii. Birçok yabancı sporcuya da aynı tepkiyi verdiği oldu zaman zaman. Antrenmanlar hiç kolay değildi. Kıran kırana geçen günler oluyordu ama bu zorluğun yanında Phelps, herkese çok yardımcı oluyordu. Zamanla bir aile ortamı kurulmuştu anlayacağınız. Hatta bir keresinde kendisinden yardım bile istedim. Çünkü bizim çocuklar bazen tempodan düşüyor ve devamlılığı sağlayamıyorlardı. Zaman zaman ben de; “Hadi oğlum az kaldı, bitirebilirsin, sakın bırakma” diye telkinlerde bulunuyordum ama her durumda destek olma şansım olmayabiliyordu. Dolayısıyla ben de yardım istedim ve tereddütsüz kabul etti.
Yemeklerde hep beraber oturuyorduk, sporcumuzla Phelps saatlerce konuşuyordu. Olimpiyat şampiyonu bir yüzücü üşenmeyip her şekilde bizlere desteğini gösterdi. Kara antrenmanlarında bizim sporcular bir hareket yaparken, eğer yanlış yapıyorlarsa hemen gider doğrusunu anlatırdı. Yeter ki elinden geleni yaptığını hissetsin o sporcunun. Öyle zor bir antrenman temposu vardı. Bazen serbest antrenmanlar oluyordu kasları rahatlatmak için. O antrenmanlar bile bizim için hızlıydı. Seviye çok çok yukarıdaydı. Tabii bu antrenmanların etkisiyle Türk yüzme tarihinin ilk A barajı da geldi.
Sizinle özel bir anısı var mıydı?
Amerika’ya gitmemizin üzerinden biraz zaman geçti. Artık antrenmanların nasıl ilerlediği ve yapıldığını öğrendik. Ancak yarışlarda hiç bulunmamıştık. Yarış öncesi ve sonrası beslenme nasıl oluyor diye hep düşünüyordum. Hep basında takip etmiştik Phelps’in 10 bin kalori diyetini.
Bir gün yarışa gideceğiz. Uçak biletleri alındığında herkese biletinin kodu verildi ve “Uçakta görüşürüz” denildi. Haliyle şaşırdım. “Servis bizi nereden alıp götürecek havaalanına? Nerede buluşacağız?” diye sordum. Aldığım yanıt, “Siz kendiniz geleceksiniz” oldu. Ertesi gün havalimanına gittik. Her sporcu gidip kendi check-in işlemlerini yaptırdı ve herkes uçakta buluştu. Uçaktayken de sordum; “Ya uçağı biri kaçırırsa?” diye. Aldığım cevap çok netti: “Bunları yönetip, idare edemeyen zaten yarışı da yönetemez.”
Havalimanına indikten sonra iki servis aldı bizi. Yol üzerinde bir yerde durarak önce kahvaltımızı yaptık, oradan antrenmana geçtik. Sonrasında, akşam dışarıda yemek yiyeceğimizi söylediler. Akşam bir İtalyan restoranına gittik ve herkesin istediğini yiyebileceğini söylediler. Ertesi sabah yine kahvaltımızı yaptık ve ardından her branşın saatine göre servisler gelip, alıp götürdüler. Sonrasında öğle yemeği zamanı geldi. Phelps’in diyetini sonunda öğreneceğiz diye düşündüm kendi kendime. Çocuklara diyorum, “Phelps nereye binerse siz de oraya binin” diye. Phelps’in peşinden servise bindik. “Öğle yemeğinde sandviç yiyeceğiz” dediler. Şaşırdım. O dönemde sandviç yiyeceğimiz restoran; Phelps’in sponsoru. Giydirmeler, camlar hep Phelps’in resimleriyle dolu. Sıraya girdik. Herkes istediği sandviçini aldı ve arabaya döndük. Nihayetinde, “Öğle yemekleri böyle mi oluyor?” diye sordum yardımcı antrenöre, “Evet” dedi. “Bu sporcular, enerjilerini tekrar nasıl kazanıyorlar?” diye sordum. Bir sporcunun odasına gittik ve sporcunun valizini gösterdi. İçinde protein barlar, enerji içecekleri var. Bunların yarış biter bitmez alınması gereken ürünler olduğunu söyledi.
Akşam yemeğinin nasıl olduğunu sordum. O da; öğle yemeğine benzer şekilde isteyenin otelde, isteyenin dışarıda yiyebileceğini söyledi. Yarışlar bitti ve akşam yine Phelps ile beraber bir restorana gittik. Phelps yemeğini aldı ve oturup yemek yemeye başladık. Sonunda dayanamayıp sordum: “Phelps diyeti vardı. 10 bin kalori alınıyordu hani?” diye. Michael Phelps, bunların hepsinin yalan olduğunu söyledi. Ardından anlatmaya devam etti: “Ağır antrenman yaptığım günlerden birinde Amerika’nın en büyük televizyon kanallarından biri geldi. Bizimle bir günlerini geçirmek istediklerini söylediler. O gün de Bowman, televizyon var diye çok sert bir antrenman yaptırdı. Yaklaşık 10 kilometreden fazla yüzdürdü. Antrenman sonunda çok acıktım haliyle. Kahvaltı yapmaya gittik. Çok aç olduğum için ben de her şeyi sipariş ettim ve yedim. Sonrasında televizyon gitti bu durumu ‘Phelps diyeti’ olarak yayınladı. Oysaki öyle bir şey yok. Ben de bir şey demedim tabii.”
Phelps’in emekliliğinden sonra o boşluk doldu mu sizce?
Amerika, bir şekilde her yıldızının yerine başka birini koymayı başarıyor. Caeleb Dressel çıktı ortaya, Katie Ledecky zaten vardı. Phelps’in boşluğunu Dressel ile doldurmaya çalışıyorlar tabii ama Dressel’in olimpiyat macerasını henüz kimse izlemedi. Olimpiyatlarla ilgili ilginç bir istatistik vardır. Neredeyse sporcuların yüzde 80’i en iyi zamanlarını gerçekleştiremiyorlar, oradaki stresi yönetememekten dolayı. Yani 4 senede 1 hakkınız var. O bir hakkı da yaptın yaptın, yoksa bir daha 4 sene sonra… Dressel’in ilk aksiyonu çok başarılıydı. Çok başarılı setler yüzdü ancak kısa kulvardı. Şimdi uzun kulvarda ne yapacağını hep birlikte göreceğiz. Kelebekte ise Macar Kristof Milak var. Oradaki stresi en iyi yöneten kazanan olacak. Bakalım bunu kim başaracak, birlikte göreceğiz!