Sinir bozuyor bu adamlar. Yok, hakikaten.
İskandinav kültüründen midir, huyundan suyundan mıdır, dağından taşından mıdır bilemiyorum artık. Ama bir farklı bu adamlar.
Balığın en iyisini onlar yesinler, 5 saat çalışmasınlar da efendim 4 saat çalışsınlar… Aman azizim Avrupa Birliği’ne girip de ne yapacağızlar, çocuklarımıza temiz hava solutmazsak bizlere yazıklar olsunlar…
Böyleler işte. Ne yapalım? Utanmaları da yok. Bir de bir sporcular yetiştiriyorlar üstüne, kimisi adını tarihe geçiriyor. Ice- Borg diye.
Biri sorarsa İsveç ne yetiştiriyor diye; cevaplar “Öffff bee!” dedirtsin diye midir nedir? Yapar bunlar!
Björnlü Börglü
Bu kadar fark vurgusu yaparken boş atıp dolu tutmuyoruz elbette. 60’ların modası yerini 70’lere bırakırken sarı uzun saçları, çılgın giyimi ve elbette İskandinavya’nın farklılığını tüm hücrelerinde taşıyan tarzıyla bir İsveçli adını tarihe yazdırmak için gün sayıyordu. Bu yakıştırmayı elbette bizim bakış açımızla yapıyoruz. Çünkü bu “farklı” adam, ne muazzam bir sayı aldığında seviniyor ne de imkânsız bir topu çıkarttığında çığlıklar atıyordu. Sanki bir yemek sofrasında “Ne olacak bu İsveç’in mükemmelliği?” sohbeti yaparcasına kayıtsız, lezzetli somonuna çatal batırırcasına tepkisizdi. Bu farkı onu farklı yapmaya yetecekken, tenis ve dünya sporu Björnlü Börglü bir karmakarışıklığın içine çekiliyordu.
Tarzı tenis sporuna tepki gibiydi. Meşhur ettiği Donnay marka tahta raketi, elbette ki o raketi tutuş biçimi, bir garip backhand vuruşları, çıkmaz denilen topu eşi görülmemiş topspinlerle karşılayışıyla İskandinav gıcıklığına gıcıklık kattı. Tenis, 2 oyuncuyla oynanan bir oyundaki klasik tanımlamalarından çıkarak Björnlü Borglu telaffuzu zor bir oyun haline gelmek üzereydi.
“Top Karanlıkta Bile Beni Bulur”
“Çift el backhand kralı” bu lafı edecek kadar arsızdı. Ancak kendine güvenini laflarından duymaya alışık olamayacağımız kadar İsveçliydi. Kimi zaman Stockholm Sendromu’nun fikir babalarından olacağından şüphe duymak haklı bir sebepti.
Björn, 7 yılda tam 6 Roland Garros, 5 Wimbledon kazandı. Tenis aşıkları Djokovic – Nadal finalinde hâlâ bir yerlerden çıkıp gelmesinden korkuyorlarsa onsuz bir Wimbledon finaline alışmanın zor olmasından kaynaklanıyordu. Björn, Wimbledon’u 5 sene üst üste kazanan son sporcu olarak hâlâ ruhunu kortlarda dolaştırıyor.
Sporseverler çok iyi biliyor… Ancak yine de kısa bir makale havası vermekten imtina etmeyeceğim; sporun öyle adamları vardır ki ansiklopedi yazsanız yazarsınız onlar adına. Ancak yine de yetmez. Kimisi de vardır ki kısacık bir ifadeyle onu tanımlarsınız. İşte Björn’ü farklı kılan bir unsur da bu. İfadelere sığamayacak farkı taşıyor oluşu can sıkıntısına sıkıntı katıyor. Çünkü Björn Beyimiz şu kısa sürede şunları yapıyor;
17 yaşında ilk kez Grand Slam’e katılıyor.
18 yaşında ilk büyük turnuvasını, Roland Garros’u kazanıyor.
25 yaşına kadar 11 Grand Slam kazanıyor.
Amerika’da 4 kez final oynuyor hiç kazanamıyor.
Tatil yapmayı sevdiği için Avustralya Açık’a sadece 1 kez katılıyor, onda da zaten 18 yaşında ve 3. turda eleniyor. Daha da katılmıyor!
4 büyük turnuvadan birini umursamayarak, gelmiş geçmiş en çok Grand Slam kazanan 5. tenisçi oluyor.
Ve ne mi yapıyor? 26 yaşında emekli oluyor!
Suçu İsveç’e atacağız bak, gıcık adam!
Elektrikli Süpürge
Şaka bir yana, bu farklı tarzı belki de onun rekabete bu kadar erken doymasının bir gerekçesiydi. İskandinav rahatlığı esprimize konu olsa da, bilim; sporcunun dışa vurmadığı duygularının büyük bir problem olduğunu haykırıyor. Onun en önemli maçındaki dahi çelik gibi gözüken sinirleri, tepkisizliğinin ya da hafif reaksiyonlarının normal karşılanmasını pek mümkün kılmıyor ve açıklamıyor.
Borg, tenise veda ettikten sonra Ice-Börg lakabını ne yazık ki “Elektrikli Süpürge” ye bırakıyordu. Kokain ve hızlı hayatı tercih eden bizim İskandinav, maçlar uzadıkça kazanma yüzdesi artan çelik sinirli bir efsaneyken, hayat uzadıkça geriye giden bir adama dönüşüyordu.
Tarihin iltimas geçişi İskandinavlara özgü değil elbette. Bu yüzden buralara değinmek onun gelmiş geçmiş en özel tenisçisi olduğu gerçeğini değiştirmeyecek. Efsane Björn Borg, “Acaba 35’e kadar oynasaydı ne olurdu?” sorularının yaşadığı müddetçe o tarifsiz “farkını” ilelebet koruyacak.
Burada tarihin de yapabileceği pek bir şey olmayacak anlayacağımız…
Bu arada… Björn ismi İsveççe’de “Ayı” anlamına gelmekte. Bu İskandinav’a bir had bildirmek gerekirse bu ona olan nefretten değil, bizleri bıraktığı uzun yıllar süren mahrumiyetten dolayı pek gayet olabilir derim.
26 yaşında emekli olan ve hâlâ en çok Grand Slam şampiyonu 5. Tenisçi olan bu adama başka ne denir ki?
“Vay Björn oğlu Björn vay!”