Sevgili Victory Dergi okuyucuları, sizinde izninizi alarak muazzam bir kariyeri dilim döndüğünce anlatmadan önce bir kaç söz belirtmek istiyorum. Doksanlarda doğan biz futbolseverler bir çok farklı yıldızı izleme şansı elde ettik. Fenomen olabilmiş, sokakların yıldızlarına isimleri verilmiş bu oyuncuları sizlere kendime has bir üslupla aktarırken enteresan bir büyüye kapılıyorum. Yıllar önce televizyon başında bizleri kilitleyen ve bir gün sonra yapılacak olan mahalle maçının havasına girmeden belki bir kaç yeni hareket öğreniriz umuduyla izlediğimiz bu yıldızların her birisinin hayatına dokunmak ve sizlerle paylaşmak çok farklı bir haz unsuru. İşte, bu duyguların içerisinde kulaklarımızda hala Levent Özçelik’in sesiyle çınlanan bir adam: Thierry Henry!
Les Ulis’de Bir Gece Vakti
Paris’in, Les Ulis banliyösünde Fransızların deyimiyle gettoda daha sonraları plase vuruşların en büyük ustasına dönüşecek olan bir çocuk dünyaya geldi. Kendisi, her ne kadar istemese de babasının yoğun baskısı ve yakından takibi ile futbolla tanışan bu çocuk, kariyerini bu yolda ilerletmeye pek niyetli değil gibiydi. Fakat, evren çalışmaya başladığı zaman bir şeyi isteyip istemediğinizi pek umursamaz. Henry’nin de hayatı bu kural doğrultusunda şekillenecekti. Bilirsiniz, bazen iktidar kucağınıza düşer sevgili arkadaşlar. Önceleri telaşlanıp elinize yüzünüze bulaştırabilirsiniz ama ne olursa olsun hükmetmek için doğanlar sonunda mutlaka başarırlar. Thierry Henry her ne kadar kariyerinin hemen başlarında çuvallamış olsada onu çok başka bir seviyeye çıkaracak olan bir adamla tanışacak ve onun dönemi başlayacaktı tabii biraz yardımla…
Kurtuluşun Anahtarı
Sıkıntılı bir çocukluğun ortasında babasının kendisine uzattığı eli bir süre sonra sıkıca tutan Henry, sanatını sokaklarda icra ediyordu. Ve, diğer çocukların yanında o zamanlarda bile parlamayı başarıyordu. Babası, ona pek fazla seçenek bırakmamıştı. Kariyer planı doğrudan futbola odaklanacaktı. Çünkü, böyle yerlerde çocukları beladan uzak tutmanın tek yolu onlara gün boyu uğraşacakları bir meşguliyet vermekten geçiyordu. Kısa süre sonra sokaklarda keşfedildi küçük Thierry. Les Ulis ve Palaiseau gibi yöresel takımların altyapısında diğer çocuklardan farklı bir cevher olarak göze çarpıyordu. Bu çocukta bir şeyler vardı. Daha o zamanlarda bile kısık seslerle büyük bir yıldızın geldiği kulislerde konuşuluyordu.
Futbol bir çok açıdan içinde büyük hikayeler barındırır. Bütün sevinçlerin, hüzünlerin arkasında oyuncuların hayatlarında büyük iniş çıkışların ana gündemini belirleyen bu oyun, kimileri için alt tabakanın kimileri içinse elitlerin bir oyunudur. Henry gibiler için futbol kurtuluşun anahtarıdır. Yetenekli bu çocukların hikayeleri, futbolu her zaman olduğundan daha da güzelleştirmiştir. Bu durum bizi yeniden Henry’ye götürdüğünde ise on dördüncü yaşını yeni kutlayan bu yetenek Fransa Futbol Federasyonu’na bağlı olan Clairefontaine Akademisi’ni kazanıyordu. 3 yıl bu akademide top koşturan Thierry Henry, Arsenal’da birlikte çok büyük başarılar kazanacağı Arsene Wenger’in kendisini keşfetmesiyle Fransız devi Monaco’ya transfer olacaktı.
Elbet Bir Gün Buluşacağız
Wenger ile Monaco macerası kısa sürdü yıldız futbolcunun. Çünkü, Fransız teknik adam o senenin sonunda takımdan ayrıldı. Yerine ise Monaco, Fransa futbol tarihinin en büyük yıldızlarından birisi olan Jean Tigana’yı getirdi. Tigana ile beraber 4.5 yılda Henry, 1 Fransa Ligi şampiyonluğu kazanırken, 1996 yılında Fransa’da yılın en iyi genç futbolcusu seçildi. 1998 yılında ise Fransa’nın ev sahipliği yaptığı ve aynı zamanda kazandığı Dünya Kupası’nda sahne aldı. Gösterdiği performansla devlerin gözü bir anda Henry’nin üzerine çevrilmişti bile. O sezonun devre arasında Marcelo Lippi yönetimindeki İtalyan devi Juventus’a transfer olmuştu Thierry Henry. Ancak, taktiksel uyumlulukta zorlandığı için İtalya macerası kısa ve sancılı sürdü. Henry bu tarihlerde sağ kanat oyuncusu olarak oynatılıyor ve İtalyan teknik adam kendisinden takım savunmasına katkı yapmasını bekliyordu.
Elindeki cevherin farkına bir türlü varamayan Juventus’un kapısına Premier Lig temsilcisi Arsenal dayanmıştı. Wenger’in aklı hala ondaydı. Ve, bu sefer planları kendisi için bir hayli farklı olacaktı. Yeniden yapılanmaya giden Juventus’da takımın başına geçen Carlo Ancelotti, Henry’yi takımında düşünmediğini belirtti. 1999 yazında Wenger’in ısrarlı tavrı onu ikna etti ve efsanesi olacağı Arsenal macerası böylece başlamış oldu.
Şanssızlıklar Silsilesi
Thierry Henry, klasik bir kanat oyuncusunun bütün özelliklerine sahipti. Üst düzey bir hız ve bu hızına göre bir hayli teknik kapasite. Çok rahat adam geçebilen genç Henry, gol vuruşlarında bir takım sıkıntılar yaşıyordu. Wenger, geldiği ilk yaz ona sadece son vuruş çalıştırdı. Çünkü, onun Henry ile ilgili çok parlak bir fikri vardı. Ve, bu fikri Henry’ye de kabul ettirecekti. Arsene Wenger, pivot forvet olarak kullandığı Kanu’nun yanında Henry’ye serbest forvet rolü vererek daha komplike bir hücum gücü oluşturdu. Kanu bir pivot forvetin olması gereken bütün özelliklere sahipti. Ayrıca, artısı çok mücadele etmesiydi. Yanında oynayan partneri Thierry Henry ise çok süratli ve çok rahat adam geçebiliyordu. Böylece Kanu’da olmayan özellikleri Fransız tamamlıyordu. Bu ikilinin arkasında ise takımını beyni rolünü üstlenen Hollanda futbol efsanesi Denis Bergkamp oynuyordu. Wenger, inanılmaz bir hücum üçlüsü oluşturmuştu.
En büyük şanssızlıkları ise belkide tarihinin en iyi Manchester United takımıyla mücadele ediyor olmalarıydı. Arsenal o seneyi United’ın arkasında 2’nci sırada bitirecek ve sezon finalini Kopenhag’da Galatasaray ile yapacaktı. Ortada geçen 90 dakikanın sonunda maç uzatmalara gitmişti. Uzatma devresinde neredeyse kupayı Arsenal’a getirecek vuruşu arka direkte kafasıyla yapmış olan Henry’ye, Taffarel’in muazzam kurtarışı ”Hayır, bugün senin günün değil” demişti. Penaltılara giden maçı Galatasaray kazanınca Henry ve arkadaşları elleri boş bir şekilde Kopenhag’dan ayrıldı. Forvete geçtiği ilk sezonda tüm kulvarlarda 25 gol atan Henry için işler kupalar haricinde yolunda gidiyordu. Wenger ile birlikte bambaşka bir kimlikte verdiği ilk mücadeleden hem kendisi hem de taraftarlar bir hayli memnundular. Fakat hala o seneyi kupayla bitirmesi için elbette bir şansı daha olacaktı: Euro 2000…
Euro 2000: Bir İhtimal Daha Var
Fransa Milli Takımı turnuvaya son Dünya Kupası şampiyonu unvanıyla geliyordu ve kupanın mutlak favorisiydi. Euro 2000’i o tarihlerde izlediğime dair şüphelerim olduğu için bu muazzam Fransa takımını tekrar seyretmek adına ekranın karşısına geçtim ve belki de Brezilya’nın o baskın ’70 Dünya Kupası takımıyla yarışır bir performansa tanıklık ederken buldum kendimi. Fransa, bırakın mağlup olmayı beraberlik dahi almadan hatta hiç zorlanmadan herkesi sırasıyla yeniyordu. Henry ise bu turnuvayı 3 golle tamamlamıştı ve horozlar uzatmalarda Trezeguet’in altın golüyle İtalya’yı finalde mağlup ederek kupayı müzesine götürmüştü. Başrollerden birisi olan Henry için 2000 senesi birçok açıdan kusursuz sona ermişti.
Eldekileri Kaybetmeden Zafer Kazanılmaz
Arsenal ise yeni sezonda Wenger ile birlikte çok büyük bir yapılanma geçiriyor ve bu yapılanmanın içinde şüphesiz Henry ana odak noktası oluyordu. Kendisi hücum alanında bir joker görevi görüyor, kanatlarda ve kaleye yakın her yerde her an tehdit oluşturuyordu. Wenger ona hücumda inanılmaz bir serbestlik tanımıştı. Bu serbestlik Henry için gol veya goller atmak anlamına geliyordu. Üst düzey çalım kabiliyetinin üzerine Wenger ile birlikte doruğa çıkardığı inanılmaz plaselerini de ekledi. Hücumda devrim yapıyor ve durdurulamaz bir adam haline dönüşüyordu. Ayrıca, futbol literatürüne Ronaldinho ve kendisiyle özdeşleşen ”No Look” pasını da eklemişti. Bu dönüşüm Arsenal için kupa kazanma zamanının geldiğini işaret ediyordu. Sonunda, 2001 yılında Manchester United hegemonyasına son verdiler. Henry ise 44 maçta 31 gole imza atarak kusursuz bir sezonu geride bırakmıştı. Arsenal ile birlikte ilk şampiyonluğunu kazanan Thierry Henry için işler yolunda gidiyordu. Ancak, 2002 Dünya Kupası’nda Fransızlar büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor ve grup aşamalarında turnuvaya veda ediyordu. Bu turnuvadaki hüsrana bir de Premier Lig’de şampiyonluğun tekrar Manchester United’a kaptırılması izlendi…
Hükmetmek İçin Doğanlar Sonunda Mutlaka Başarırlar
Değerli okuyan Arsenal’ın geri dönüşü inanılmaz olmuştu. ’03-04 Premier Lig sezonu bir ilkin habercisiydi. Henry ve arkadaşları oynadıkları hiç bir lig maçını kaybetmeyerek isimlerini bir daha silinmeyecek şekilde dünyanın en büyük liginin tarihine yazdırmayı başarmışlardı. Arsenal 90 puanla namağlup şampiyon oluyor ve Henry herkesi bir makine edasıyla ezen bu takımın skor yükünü omuzluyordu. Sağ veya sol ayağıyla fark etmiyor, attıkça atmaya devam ediyordu. Şut atma şekillerine her maç farklı kombinasyonlar ekliyordu. Kaleciler ona ve stiline hiç bir zaman ayak uyduramıyordu. Çünkü, bir yaptığını tekrar yapmıyordu. Büyük bir futbol literatürüne sahipti. Çok büyük oynuyordu.
Her Masal Mutlu Bitmez
Sonraki sezon Henry ve arkadaşları değişen futbolun ters bir tokatıyla karşı karşıya kaldılar. Jose Mourinho’nun, Premier Lig’e ayak basmasıyla oyun ve oyuncu grubunu tamamen değiştiren Chelsea’nin arkasında kalmakla yetindi Arsenal. Mourinho, 3’lü orta saha kurgusu ve sert savunmasıyla Premier Ligi domine etmeye geldim diyordu. Henry ve arkadaşları ise gözlerini Şampiyonlar Ligi kupasına dikmişlerdi. 2006 yılındaki finalde Frank Rijkaard ile beraber eski kimliğini tekrar kazanan Katalan devi Barcelona ile karşılaşacaklardı. Stade de France’da karşılaşan iki ekibin maçı, Arsenal daha en başta 10 kişi kalmasına rağmen ortada geçiyordu. Henry ve arkadaşları ikinci bir Avrupa finalini daha şanssız bir şekilde son 15 dakika içinde yedikleri 2 gol ile beraber 2-1lik skorla kaybettiler. Belki bu kupayı o sezonda kazanmış olsalardı Henry ve Arsenal için her şey daha farklı bir hikayeye evrilebilirdi. Ama, kaybettiler. Ve, Arsenal artık günden güne gerilemeye başlayacaktı.
Aynı sezon, Henry’ye bir başka hüsranı bu kez İtalya, Dünya Kupası finalinde yaşatacaktı. Hala Zidane’nın, Materazzi’ye attığı o meşhur kafayla aklımıza gelen finali Fransa penaltılarla kaybetti. Henry için işler yolunda gitmiyordu. Aynı yıl içerisinde hem Şampiyonlar Ligi hem de Dünya Kupası finali oynamış ve ikisinide kaybetmişti.
Total Futbol Devrimi
Artık, Henry ve Arsenal yol ayrımına gelmişti. Geride 4 kez zirvede olduğu gol krallığı; 2 Premier Lig şampiyonluğu, 3 FA Kupası ve 5 Community Shield şampiyonluğu bırakarak Henry, Londra’dan ayrıldı. Transfer olduğu Katalan devi Barcelona ile ilk sezonu tam bir kabus gibiydi. Ligde şampiyonluğu Real Madrid’e kaptırdılar ve Şampiyonlar Ligi’nde ise Manchester United’a gol atamadan yarı finalde elendiler. Barcelona yönetimi aldığı cesur bir kararla Cruyff’un futbol dünyasına hediyesi olan Pep Guardiola’yı takımın başına getirdi. Guardiola’da ustası Cruyff gibi takımı ve takım kimliğini değiştirerek işe koyuldu. Takımın süper starı Ronaldinho ile yollar ayrıldı. Ve, bu görev Lionel Messi’ye atfedildi. Barça bu yenilenmenin meyvelerini beklenenden çok daha hızlı topladı. Henry, Messi, İniesta ve Xavi gibi yıldızlarıyla birlikte sırasıyla; La Liga, Kral Kupası ve Şampiyonlar Ligi’ni kazandılar. Durdurulamıyorlardı. Total futbol evrim geçirmişti…
Eski Bir Dosttan Mesaj Var
Barcelona ile 1 sezon daha mücadele edip kupa koleksiyonuna yeni parçalar ekleyen Thierry Henry sürpriz bir karar vererek MLS’in yolunu tuttu. Değerli okuyan, Henry’nin MLS günleri adeta öğretmenlik edasıyla geçiyordu. Hem kendisi oynanan oyundan keyif alıyor hem de Amerikalılar’a ”Bakın beyler bu toptur” diyordu. Futbolun üst düzey rekabetinin dışında artık daha sakin bir hayat geçiriyordu. Ancak, 2011-12 sezonunda Afrika Kupası’na 2 forvetini birden gönderen Arsene Wenger acil durum camını kırdı ve Henry’ye: “Sana ihtiyacım var” dedi.
Henry için son bir meydan okuma ayağına gelmişti. Artık eskisi kadar hızlı değildi, eskisi kadar seri bir şekilde adam geçemiyordu ve rekabetten bir süre uzak kalmıştı. Fakat, ne olursa olsun her şeyin başladığı yerde ona ihtiyaç duyulduğunda dönmemek onun gibi bir adamın fıtratında yoktu. FA Kupası’nda oynanan bir Leeds United maçında tabela kaldırıldı ve Henry bir halk kahramanı edasıyla müthiş bir sevgi seliyle birlikte gözyaşları içinde oyuna girdi.
Arkadaşlar, futbol içerisinde aynı anda birçok hikayeyi barındırabilir. Sevinçler ve hüzünler… Hikayemizin bu kısmı belki de yukarıda anlattığımız her şeyden çok daha fazlasını vaat ediyor. Eğer sıfırdan bir adama kariyer yazacak olsaydım kendisine her şeyi kazandırır sonra efsane olduğu yere döndürür ve ilk maçında onu golle tanıştırırım. Henry benim hayal gücümle yarattığım kurguyu gerçek hayatta Emirates Stadyumu’nda binlerce insanın önünde başarıyordu. Arsenal, Henry’nin sol çaprazdan attığı muhteşem plase ile maçı kazanıyordu.
Ardında bıraktığı muhteşem kariyer, jeneriklik gollerden çok futbolun içindeki hikayeye yaptığı muazzam katkıyla saygıyı sonuna kadar hak eden bu büyük karakteri izlemenin ve yazmanın büyük sevincine şu şekilde veda etmek istiyorum: ”ŞUT ATMAK BİR SANATTIR” ve büyük sanatçılar egolarından arınarak sanatlarını toplum için gerçekleştirirler.