Dergilerde yapılan konu paylaşımı ve planlamasını bilenler vardır mutlaka. Bilmeyenler için kısa bir özet geçelim hızlıca. Ayın mottosu belirlenir, konular netleştirilir, ekip toplantısı yapılır ve konular paylaşılır. “Şampiyonlar Ligi’nde 10 İkonik An” başlığını gördüğüm an bunu benim yazacağımı, yazmam gerektiğini hemen anladım. Podcast serimiz olan The Moment* programında spor tarihinin ikonik anlarına odaklanıyoruz. Her bir başlığı potansiyel bir The Moment bölümü olarak görebiliriz. Hanımlar ve beyler, “Şampiyonlar Ligi Tarihindeki 10 İkonik An”a hoş geldiniz!
10- Olympique Marsilya’nın Şaibeli Kupası
26 Mayıs 1993’de, Münih Olimpiyat Stadyumu’nda, Fransız ekibi Olympique Marsilya ve İtalyan devi Milan, “Avrupa’nın en büyüğü kim?” sorusunun cevabı için karşı karşıya geldiler. İki takımın kadrolarına göz attığınızda, ister istemez etkileniyorsunuz. Fransızların “Capitaine”si Marcel Desailly, oynadığı dönemde kusursuz bir orta saha olarak bahsedilen ve teknik direktörlüğünde Fransızlara Dünya Kupası’nı getiren –ki 98 Dünya Kupası’nda da kaptandı kendileri- Didier Deschamps, 3 kez üst üste “Afrika’da Yılın Futbolcusu” seçilen ve stili nedeniyle Pele lakabını almış Gana efsanesi Abedi Pelé, Alman gol makinası Rudi Völler, sağ bek tarihinin hatırı sayılır isimlerinden Mauro Tassotti, savunma generali ve İtalyan efsanesi Franco Baresi, Maldini hanedanlığından Paolo Maldini, gönüllerin şampiyonu Hollanda’nın üyesi ve Ronaldinho’lu Barça’nın mimarı Frank Rijkaard, sakatlanmasaydı kim bilir bize neler izletirdi diye düşünmeden edemediğim Marco van Basten… İçerisi Şampiyonlar Ligi gibi!
Fakat bu şampiyonluğu listemize almamızın nedeni, tüm bu efsane isimler veya 93 yılının benim doğduğum yıl olması değil. 1986 yılında başkanlık koltuğuna oturan ve kulübü “Astım kestim, dediğimi dedim” şeklinde yöneten başkan Bernard Tapie döneminde mavi-beyazlı kulüp, dört lig şampiyonluğu elde etti. 93 yılında üst üste 5’inci şampiyonluğuna ilerleyen takım Şampiyonlar Ligi’nde de finale çıkmayı başardı. Finalin favorisi Fabio Capello önderliğinde o sezon Avrupa’da peş peşe 10 maç kazanan Milan’dı. Marsilya kulübünün eski oyuncularından Jean-Jacques Eydelie, 1993 Şampiyonlar Ligi finalinde takım olarak dopingli iğne ile sahaya çıktıklarını ve maç boyunca çok enerjik oldukları için kupayı kazandıklarını söyledi. Fransa’da haftalık yayın yapan L’Equipe Dergisi’ne yalnızca Rudi Voeller’in iğne olmadığını anlattı.
Marsilya aynı yıl ligde de şampiyonluğa ulaştı. Ancak kupa maçına konsantre olmak için ligde çıktığı Valenciennes maçında şike yapıldığı ortaya çıktı. Ardından federasyon tarafından küme düşürüldü. Eydelie, o dönemde Valenciennes takımında forma giyen Christophe Robert’in eşine gizlice para verdiklerini ve bu sayede maçı deplasmanda kazanarak ligde arka arkaya 5’inci şampiyonluğa ulaştıklarını itiraf etti. Rakip futbolculara para verildiği ortaya çıkınca şampiyonluk ellerinden alındı. Küme düşürülen ve birçok futbolcusu ceza alan Marsilya’nın kazandığı Şampiyonlar Ligi’nde de şike yaptığı kanıtlanamadı. Ancak, Avrupa kupalarından 1 yıl ihraç edildi. Kulüp başkanı Bernard Tapie’nin adı şike skandallarına karışınca kulüp 2. Lig’e düşürüldü. Tapie’nin siyasi kariyeri de bundan payını almış oldu.
9- Eski Dostum Tanksız Gelmiş
1939 yılında Bob Paisley, Liverpool’a transfer olur. Fakat kırmızı formayı resmi olarak ilk kez giyebilmek için savaşın bitmesini bekler. Savaş biter, Paisley formasına kavuşur ve 300’e yakın kez kırmızı formayı giyer. Yıllar sonra, “Futbol bir hayat memat meselesi değildir; ondan çok daha önemlidir” diyen Bill Shankly canı kadar sevdiği Liverpool’a veda eder. İleride heykeli dikilecek olan menajerden boşalan koltuğa Paisley geçer. Oyunculuk döneminde kaldıramadığı kupaları birbiri ardına heybesine ekler.
Dokuz senede 6 şampiyonluk, 3 Şampiyon Kulüpler Kupası (Şampiyonlar Ligi), 3 FA Cup, 1 Uefa Kupası, 1 Süper Kupa, 5 Charity Shield kazanır. Ayrıca tam 6 kez de İngiltere’de “Yılın Teknik Adamı” ödülüne sahip olur. 1977 yılında, Roma’da, Alman ekibi Borussia Mönchengladbach’a karşı oynadıkları Şampiyon Kulüpler Kupası final maçı öncesinde gazetecilerin “Ne düşünüyorsunuz?” sorusuna, “Almanlar’a karşı İtalya’da en son mücadele ettiğimde bir tankın içindeydim” der. Bu cevap belki de kupa tarihinde verilen en net mesajlardan birisi olur. Maçtan önce futbolcularına, “Ben Almanlarla, II. Dünya Savaşı’nda savaştım ve onları bu şehirden kovdum. Şimdi sıra sizde” demiş midir bilinmez ama 3-1’lik galibiyetin ardından kupayı kaldırdıklarında; “Bu gece Roma’da sadece iki kişi ayık kalacak: Papa ve ben” demeyi de ihmal etmez.
8- Amsterdam Rüyası
“Total Futbol“un icadına baktığınızda ortadaki fikri ve Ajax’ın altın neslini net olarak görürsünüz. Total Futbolu daha oynadığı dönemde bile düşleyip, Guardiola Barça’sının fikir babası olan Cruyff önderliğinde Neeskens, Muhren, Rep ve Kaizer’li Ajax, 70’li yıllarda adeta bir altın çağ yaşadı. Cruyff’un futbol düşünürlüğünde de payı olan Stefan Kovács, Ajax’ın, 71, 72 ve 73’de kazandığı 3 Şampiyon Kulüpler Kupası’nın ilk ikisini de oynattığı güzel futbolla müzeye getirtmişti. Bir hoca, bir fikir ve kusursuz bir jenerasyonun birleşiminden doğan sonuç ise Pep Guardiola’ya kadar ulaşarak futbol tarihini değiştirdi.
7- Hala Madrid
Real Madrid’in kabul görülen büyüklüğünün temeli, Zidane ile 3 yıl boyunca Şampiyonlar Ligi’ni kapatması değil. 2000’lerin başından gelen Los Galacticos felsefesi de değil. Franco’nun desteğini veya kraliyet takımı olması tartışmalarını ise sizlere bırakıyorum. Ama 1955’ten 1960’a kadar Avrupa’da kimseye kupa bırakmayan Gento’lu, Ferenc Puskas’lı ve Alfredo Di Stefano’lu Real Madrid’in önünde saygıyla eğiliyorum. La Liga’da çok da matah bir performans izletmeyen Zinédine Zidane Madrid’inin 3 yıl boyunca kimselere Şampiyonlar Ligi’ni vermemesi saçmalığını ise konuşmak istemiyorum!
6- Geri Dönüşler
Futbolun en güzel yanlarından biri de destansı geri dönüşlere sahne olmasıdır. Avrupa’nın en şatafatlı ve bir numaralı kupasında da bolca efsaneye ve koca karı masallarına rastlayabiliyoruz. 90 dakika boyunca Münih’in topla oynamasını izledikten sonra son birkaç dakikada attığı 2 golle kupaya uzanan Manu; İstanbul İkitelli’de, hepimizin ezbere saydığı efsane Milan kadrosuna karşı, ilk yarısını 3-0 geride kapatmalarına rağmen kupaya uzanan Liverpool; kaderin cilvesine bakın yine İstanbul, yine ilk yarı 3-0 geriye düşen bir takım ve Cenk Tosun’un şahane volesi ile geri dönen Beşiktaş; ilk maçta 3 gol yediği maçın rövanşında Barça’ya 4 atan Liverpool; Lucas Moura büyüsü ile olmazı başaran Tottenham ve tabii ki Sergi Roberto’nun son saniyelerde havada süzülüşü…
5- Bir Devrin Sonu
2 Kasım 2005’te Şampiyonlar Ligi’ndeki ilk golünü attı Lionel Messi. O günden bu yana Messi, kimilerine göre tarihin en iyisi oldu. Kimilerine göre ise tarihin en iyi takımındaki yıldızlardan biri oldu. Öznel yaklaşımlardan sıyrıldığımızda ise Leo bizlere enteresan bir kariyer bıraktı. Öyle ki, saçma sapan istatistikleri her sezon yapıyor olmasına nasıl alıştığımızı unutur olduk. “Ne kadar büyükse o kadar gürültülü düşer” diye bir söz vardır. Leo’dan da daha azını beklemek olmazdı. 14 Temmuz 2020 gecesi, pandemi nedeniyle ertelenen Şampiyonlar Ligi yarı final maçları başladı. Messi’nin karşısında, kan kokusunu aldığı an avına bir saniye rahat nefes aldırmayan Bayern Münih vardı. Uzatmalar da dahil yaklaşık 100 dakikada, maçın berabere olduğu an bile hiç tedirgin olmadı Bayern. Baştan sona üstün götürdükleri, Messi’yi sahadan sildikleri maçta tam 8 gol attılar. Kurt kocadı, maskara oldu!
Not: Maçın oynandığı sezon olan 2019/2020 sezonunu Messi; 31 gol, 27 asist ile tamamladı.
4- Irkçılığa Hayır
2019/2020 sezonunda Süper Lig’de şampiyonluğa uzanan Başakşehir FK, Şampiyonlar Ligi’ne direkt katılım hakkı kazandı. Zor ve çetin bir gruba denk gelmişti Türk temsilcisi. Elinden gelen tüm gayreti göstermelerine rağmen bütçe ve kalite farkına karşı koymalarını kimse bekleyemezdi onlardan. Fakat Şampiyonlar Ligi gruplarında Fatih Terim Stadyumu’nda oynayacakları son maç olan PSG maçında sadece onlardan değil, herkesten beklenen tepkiyi ve dayanışmayı rakip futbolcularla birlikte göstermekten de çekinmediler. Maçın dördüncü hakemi, Pierre Webo’yu işaret ederek ırkçı bir söylemde bulundu. Her ne kadar kendi memleketinde bunun ırkçı bir söylem olmadığını dile getirse de iki takım oyuncuları haklı ve insani bir tepki göstererek durumu protesto ettiler. Ardından soyunma odasının yolunu tuttular. Dünyanın öbür ucunda, ABD’de, Black Lives Matter** protestoları sürüyordu. Aynı dönemde Avrupa’da da durumların aslında farklı olmadığını görmüş olduk.
3- Her Şeyi Değiştiren Final
2004 sezonun Şampiyonlar Ligi finalini iki sürpriz ekip yaptı. Bir sezon önce Jose Mourinho önderliğinde UEFA Kupası’nı kaldıran Porto, Fransız ekibi Monaco ile karşılaştı. Porto’nun makine düzeni 3-0 ile kupanın sahibi oldu. Fakat bu finalin etkileri çok daha büyük oldu. Avrupa futbolunun başındaki isimler “Bir daha böyle bir final oynanmayacak” diyerek Şampiyonlar Ligi’nin tüm formatını, katılım sayılarını ve kura prensiplerini değiştirdi. Şampiyonlar Ligi, kuşkusuz çok büyük ve lezzetli bir pasta. Bu pastanın kreması ise büyük takımlar ve onların rekabeti. Eh, dolayısıyla aslan payı da onların hakkı. En azından artık öyle.
Finalin futbol tarihi açısından bir diğer önemli detayı ise; önce Uefa’yı, hemen ardından da Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Jose Mourinho’nun sezon sonu Chelsea’nin başına geçmesi diyebiliriz. Mou’nun Chelsea ile geçirdiği ilk yıllarında EPL’yi bile şekillendirdiğini göz önüne alırsanız abartmadığımı fark edebilirsiniz.
2- Kulakları Sağır Eden Uğultu
Şimdi, 6 Aralık 2017 tarihine, Dolmabahçe’ye gözümüzü çeviriyoruz. Şenol Güneş yönetiminde bir önceki sezonu şampiyon tamamlayan Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi kuralarında kendinden bekleneni yapmıştı! Gidip 4’üncü torbadan Alman Leipzig takımını çekmeyi başarmıştı. Fakat başlığımızın konusu, yapılanması ve sürekli yukarıya yükselen grafiği ile Leipzig değil. Hatta, Beşiktaş’ın içeride dışarıda kendi oyununu oynayarak grubu yenilgisiz lider tamamlaması da değil! Takımı ile bütünleşen Beşiktaş taraftarları ve Dolmabahçe’nin o boğuculuğundan bahsedeceğiz. Bir takım, taraftarlarından ne bekler? Onları iyi günde, kötü günde desteklemesini mi bekler? Rakipleri için caydırıcı güç olmasını mı bekler? Yoksa, desibel rekorları kırarak global bir ün kazanmasını mı bekler?
Aslına bakarsanız bunların hepsini başarmış ve namını dosta düşmana duyurmuş bir kitle Beşiktaş taraftar grubu. Fakat çıkartılan uğultu ile rakibin en önemli oyuncusunun oyundan çıkmasını sağlamaları akıllardan geçmezdi. Timo Werner’in başını döndüren o uğultu sırasında kulağına tıkaç tıkadığı anın görüntüsü ve ardından gelen “Genç Werner’in acıları” şakalarını uzun süre hafızamdan silebileceğimi düşünmüyorum. Dürüst olalım, mevcut şartlar ve kurallar düşünüldüğünde taraftarlarınızdan alabileceğiniz maksimum verim budur.
1- Heysel Faciası
Şunu belirtmek isterim ki, diğer maddelerin numaralandırması herhangi bir sıralamaya göre yapılmadı. Yerlerini ve sıralamasını dilediğinizce değiştirebilirsiniz. Fakat 1 numara kesinlikle Heysel Faciası’na ait olacaktır. 29 Mayıs 1985’de, Belçika’nın başkenti Brüksel’de Liverpool ve Juventus arasında oynanacak olan Şampiyon Kulüpler Kupası final maçı başlamadan önce İngilizlerin İtalyanlara saldırması ve çıkan panik sonucu çöken duvar, tel örgülere sıkışan taraftarlar… 38 İtalyan ve 1 Belçikalının öldüğü hazin bir olaydı Heysel. Brüksel sokaklarında, özellikle İngiliz holiganların başını çektiği olaylarda pek çok kavga çıktı. Maç başlamadan kısa süre önce, arada güvenlik bariyeri olmadığı için holiganlar, İtalyanların bulunduğu bölüme saldırmıştı. Ancak kendilerini korumak isteyen İtalyanların kaçış noktasındaki büyük duvar taraftarların kaçışını engellemişti.
Olayları öğrenen Mark Lawrenson, Alan Hansen ve Kenny Dalglish sahaya çıkmak istememişlerdi. UEFA ve kulüp yetkilileri ise araya girerek oyuncuların sahaya çıkmalarını sağlamışlardı. Tüm bu olaylara, 39 kişinin ölmesine ve boş tribünlere rağmen oynanan maçta Juventus, Michel Platini’nin penaltı golünden gelen 1-0 galibiyetle kupanın sahibi oldu. Olayların ardından UEFA’nın Liverpool’a vereceği cezayı az bulan Demir Lady Margaret Thatcher, “Bu hayvanların cezasını ben vereceğim!” diyerek ülkesinin takımlarını Avrupa kupalarından 5 yıl men etti. Thatcher’ın, Liverpool’un Avrupa kupalarından süresiz men edilmesi isteğine karşın UEFA, cezayı 5 yılla sınırladı. Uygulamak da zorundaydı. İngiliz Başbakan, UEFA 5 yıllık men cezasını da uygulamazsa, İngiltere’nin, FIFA ve UEFA üyeliğini feshedeceğini belirtmişti.
Bonus: Guttmann Laneti
Giriş kısmında da dediğim gibi, bu başlıkların her birini potansiyel bir The Moment bölümü olarak düşünebilirsiniz. Özellikle de sona bıraktığım bu bonus başlığı! Diğerlerinin aksine hikâye olarak en ilgimi çeken ve anlatımının da en keyifli olacağına inandığım başlık bu. Macar çalıştırıcı Béla Guttmann’ın gazabına uğrayan Benfica hikâyesinin her detayıyla anlatılmaya değer olduğunu düşünüyorum. Milan, São Paulo, Porto, Benfica ve Peñarol gibi birbirinden önemli takımlara hocalık eden Béla Guttmann, 1961 ve 62 senelerinde Benfica’ya iki kez üst üste Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazandırır.
Guttmann, Benfica ile yeni sözleşme için masaya oturur. İşleyen demir ışıldar mantığıyla sonuna kadar hak etmiş olduğu zammı talep eder. Benzerine çok sık rastladığımız bir yönetici vizyonu ile Béla Guttmann’ın talebi kabul görmez. Haliyle yeni sözleşme de yapmazlar. Bu duruma anlam veremeyen Guttman o meşhur cevabı verir; “Benfica, 100 yıl boyunca Avrupa kupası kazanamayacak”.
Sayılı gün çabuk geçer derler. Benfica’ya edilen bedduanın üstünden, kabaca bir hesapla, 60 yıl geçti. Evet, hâlâ Avrupa’da kupa kazanamadılar!
* The Moment: Sporun ikonikleşmiş anlarının anlatıldığı, Victory Dergi’nin podcast içeriği
** Black Lives Matter (Siyahilerin Hayatı Önemlidir): ABD’de yaşayan Afro Amerikan kökenli halka karşı uygulanan şiddete ve ırkçılığa karşı kurulmuş sivil toplum hareketidir.