Site icon Victory Dergi

Pep Guardiola: Mükemmelin Peşinde

“15-20 sene sonra insanlar ne kadar kupa kazandığımızı hatırlamayacaklar, nasıl futbol oynadığımızı hatırlayacaklar.” – Pep Guardiola

Futbolu diğer sporlardan ayıran birçok kilit özellik vardır. En önemlilerinden birisi ise şüphesiz sürprize her zaman açık olmasıdır. Küçük bir kasaba takımı milyar dolar değerinde bir devi yenebilir. Hatta sezon başında küme düşmesi beklenen bir takım şampiyon bile olabilir. Diğer sporlara nazaran çok daha geniş bir alanda oynanan bu oyun, satranç gibi değildir. Çoğu zaman hamlenizi düşünemezsiniz bile. Bir anlık hata rakibe bir gol avantajı demektir. Ve, atılan bir gol her zaman çok değerlidir. Yine diğer sporlardan farklı olarak genelde daha düşük skorlu olduğu için yapılan hataların geri dönüşü olmaz. Saha içinde milyonlarca faktör etkilidir. Ve, hangisinin ne zaman devreye gireceğini öngöremezsiniz. Bu oyunda kazanmak, rakip kim olursa olsun mümkündür. Ancak, sürekli kazanan olmak için mükemmeli yakalamanız gerekir. En iyi takımın en iyi oyunu bile bir veya iki sene içerisinde rakipleri tarafından çözülebilir. İşte tam da bu yüzden, bu oyunda en iyi olmak için sürekli çalışmanız gerekir. Hayatta tepede kalmanın en zor olduğu yer belki de bu oyundur. 

Önyargıları Yıkmak

Tabii ki kimse bu oyunun tepesine defalarca ulaşacak, orada kalmak için her seferinde daha zorlu bir sınav verecek kişinin küçük bir şehirde dünyaya geleceğini bilemezdi. Ancak, futbol hayatı kopyalayan bir şeydir. İmkansız denilen olabilir. En zorlu, taşlı ve sonu görünmeyen yollardan bile kazananlar çıkabilir. İspanya’nın küçük şehirlerinden Santpedor’da dünyaya gelen Pep bile bu yolun sonunda geleceği yere inanamayacaktı. Amatör futbol kariyerine evine sadece birkaç kilometre uzaklıktaki Club Gimnastic Manresa’da başladı. Kısa süre içinde kendisini Barcelona altyapısında buldu. Profesyonel kariyeri başladığında herkes onun özel bir oyuncu olduğunu rahatlıkla gördü. Bir defansif orta sahanın sahip olması gereken bütün özelliklere sahipti. Pas becerisi, oyuna dair vizyonu ve istikrarlı bir şekilde ortaya koyduğu performans; Onu hayallerinin kulübünde kaptan yapacaktı. 10 senelik Barça kariyeri sonunda Avrupa’nın bir numaralı kupası dahil tam 16 kupa kazanmıştı. Bu birçok futbolcunun kariyeri boyunca hayal bile edemediği bir rakamdı. Nihayetinde onunda sahadaki kariyeri bir gün sona erdi. Artık saha kenarına geçmek istiyordu ama işi zordu. Çünkü, futbolda doğru kabul edilen bir yargı vardır: “İyi futbolcudan iyi teknik direktör olmaz.” Öncelikle bunun yanlış olduğunu kanıtlaması gerekiyordu.

“Bunun daha üstünde bir şey yapamam. Muhteşem bir şey yaptığımızın farkındayız. Tüm kulübü ve taraftarları tebrik etmek istiyorum. Şampiyonluğu kazandık ama bu aynı zamanda onu nasıl kazandığımızla da ilgili.” – 2009 Şampiyonlar Ligi Finali sonrası
Şans

Futbolda şans en önemli faktörlerden birisidir. Takipçisinin bu oyunu bu kadar sevmesinin sebeplerinden biride budur. Aynı hayat gibi, ne zaman talihin yüzünüze güleceğini ya da sırtını döneceğini bilemezsiniz. Pep’in yolculuğu da belli noktalarda bu talihle buluştu. Onun ilk büyük şansı tarihin en büyük yeteneklerinden birinin öğrencisi olmaktı. Johan Cruyff, kendi topraklarından bildiği oyunu Barcelona’nın kimliğine ilmek ilmek işlemekle meşguldü. Bu sırada muhtemelen kendisini geçecek olan boynuzu yetiştirdiğinin farkında bile değildi. Pep’in ikinci talih durağı ise teknik direktörlük kariyerinin henüz başında oldu. Yeni görev yerinde ilk durağı yine hayallerinin kulübü Barcelona’ydı. Kendisi gibi yetenekleri yetiştirmesi için Barcelona B Takımı’nın başına geçti. Ne var ki daha 1 sezon tamamlamışken, kulübün bir numaralı koltuğunda oturan Frank Rijkaard’la yolları ayırdı. Medya o dönem için oldukça tartışmalı olan bu karar yüzünden kulübün başkanı Laporta’ya çok ağır eleştirilerde bulundu. Kimse sonrasında olacakları tabii ki bilemezdi. Ancak, başkan çoğunluğun sesini dinlemiş olsaydı bugün bu yazıyı okumayacaktınız belki de. Pep Guardiola birçok teknik direktörün aksine henüz bir şey kanıtlamamışken dünyanın en büyük takımlarından birinin saha içi patronu oldu.  

Leb Demeden Leblebi

İspanyol teknik direktörün şansı burada bitmedi, aksine yeni başlamıştı. Daha kariyerinin başında olan bir genç yetenek onu ihya edecek bir elmas gibi gözlerinin önünde parlıyordu. Bu Arjantinli genç belki de bu oyunun gördüğü en büyük yetenekti. Sahayı sürekli tarayan, sanki haritasını çiziyormuş gibi hareket eden gözleri vardı. Başka tarafa baktığı anlarda bile diğer tarafta kimin olduğunu biliyordu. Kimsenin görmediği boşlukları görebiliyordu. Adeta, arkadaşlarının beynini okuyormuş gibi, ne yapacaklarını önceden anlıyor ve onların işlerini kolaylaştırıyordu. Pep’in bu büyük şansı belki de üzerine çalışması gereken birçok şeyi devre dışı bıraktı. Zaten onun sahada bir şubesi her zaman vardı. Leb demeden leblebiyi anlayan cinsten…

“Onun hakkında yazmayın, onu tarif etmeye çalışmayın. Sadece onu izleyin.” – Messi hakkında
Kararlı

Şanslı olmak nasıl hayatta tek başına işe yaramıyorsa, futbolda da durum aşağı yukarı böyledir. Fırsat ayağınıza gelebilir ama değerlendiremediğinizde hiçbir anlamı kalmaz. Tarih sadece başaranları yazar, “neredeyse” başaranları değil. Daha önce hiç tecrübesi olmayan Guardiola ilk günden şüpheli bakışlara maruz kalıyordu. Daha da önemlisi, elması elinde tutan o olsa da geri kalan her şey çamura batmıştı. Üst üste iki kez ezeli rakibine şampiyonluk kaybeden kulüpte oyuncuların bir kısmı birbiriyle kavgalıydı. Bir de üstüne Ronaldinho, Deco gibi yıldızlar yavaş yavaş yukarıdan aşağıya kayıyorlardı. Pep Guardiola, as takımın başına geçtiğinde kafasında birçok şeyi bitirmişti. Değişim gerekliydi. Ve, bu konuda kararlı olması gerekiyordu. Pedro, Busquets, Thiago gibi genç yetenekleri kendisiyle beraber as takıma aldı. Tıpkı, Cruyff gibi kendi değerlerini kullanarak yükselmeyi istiyordu. Atak futbolu oynamak istiyordu. Hatta takımının savunmayı bile topu ayağında tutarak yapmasını istiyordu. Mantık basitti; onun oyuncularının yapacağı tek şey “topu almak ve pası vermekti.” Bu anlayış hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde Cruyff’un “Futbol basit bir oyundur, zor olan ise basit futbol oynamaktır.” sözünü kavradığını gösteriyordu. 

Mucit

Futbol gibi bir oyunda, özellikle büyük bir takımı çalıştırıyorsanız zaten topa sahip olmanız doğal sonuçtur. En iyiler hiçbir zaman “neyi” iyi yaptıkları üzerinden değerlendirilmemelidir. Aslında mesele her zaman iyi yaptığınız şeyi “nasıl” yaptığınızla alakalıdır. İspanyol teknik direktörün de kariyerine dair en yanlış anlaşılan şeylerden birisi budur. Ne var ki çoğunluğun aksine, Pep Guardiola mükemmeli arayış yolculuğunda yeni bir tez üretmesi gerektiğini biliyordu. En iyi olmaya giden yolda, tüm zamanların en dominant takımını yaratmaya çalıştı. 26-27 yaşında ilk kez teknik direktör olacağını kafasında oturtan birisi için bunlar çok normaldi. Bu uzun süreçte kendisini saha kenarına hazırlayacak birçok fikir buldu.

İstikrarlı

Bu oyunda her şeyin topla yapıldığının bazen unutulduğunu düşündü. Sahada sadece bir tane top vardı ve tek amaç onu kullanmak olmalıydı. Barça’ya yaptığı mucit dokunuşuyla birlikte tüm zamanların en baskın takımını yarattı. Öyle ki, bu takım yer yer yüzde 90’lara varan topla oynama oranları elde ediyordu. Bunu yaparken bazen 40-45 pasta gole gidiyordu. Bazen ise 2-3 pas bile yeterli oluyordu. Onun takımını diğerlerinden farklı kılan en önemli şey ise; skor ne olursa olsun, rakip kim olursa olsun aynı şeyi tekrar ve tekrar yapıyor olmasıydı. Tekrar, tekrar ve tekrar… Bu bazı futbol izleyicileri için ama özellikle rakipleri için can bezdiren bir istikrardı. Guardiola’nın Barçası onunla beraber tam 14 kupa kazandı. Pep, sadece 4 yıllık Barcelona döneminde neredeyse futbolculuk kariyerindeki kupa sayısına ulaştı. Tarihte ilk kez bir yıl içerisinde 6 kupa birden kazanan takımı yaratmayı başarmıştı.

Hatalı

Ancak, Katalan teknik direktörün rüya yolculuğuna burada ara vermesi gerekti. Kulüpte anlaşmazlıklar zirveye çıkınca geriye ayrılmaktan başka çare kalmamıştı. Tabii ki oyunun en ilgi çeken isimlerinden birinin boşa çıkması birçok devi hareketlendirdi. Pep, kapısında sıra olan devlerden -belki de ilk defa hata yaparak- en katı olanını seçti. Alman devi Bayern’le anlaştığında Jupp Heynckes’in üçleme yaptığı bir kadroyu devralıyordu. Bu onun için bile çok iddialı bir hareketti. Bayern’in kuralı gereği Almanca’yı söktü. Takımın başına geçti. Ne var ki Bundesliga macerası çok rahat geçiyor olsa da, Guardiola’nın Bayern’i asıl hedef olan Şampiyonlar Ligi’nde final bile göremedi. Futbolun içinde bulunan herkesin yaptığı gibi o da hata yaptı. Bavyera ekibinin kazanma kültürü Pep’le birleşince ortaya kupa canavarı bir takım çıkması bekleniyordu. Ancak, günün sonunda kulüp efsanelerinin hatta yöneticilerin hedefinde Pep Guardiola vardı.

Pragmatist

Beklentinin altında kalınan yıllar, kaçınılmaz ayrılığı beraberinde getirdi. Guardiola yolculuğunda yine önemli bir detayı daha keşfetmiş oldu. Belki de elindeki oyunculardan daha önemli olan şey, kendisini rahat bırakacak, yöntemlerinde sonuç ne olursa olsun onu destekleyecek bir kulüpte olmasıydı. Bu sorunun cevabı daha önce de yanı yakıla peşinden gelen Manchester City’di. Burada rahat bir çalışma alanı bulan Pep, yapmaz denilen şeyleri de yapmaya başladı. Buradaki ilk sezonu kupasız oldu ve bu onun teknik direktörlük kariyeri için bir ilkti. Ardından yarattığı takım öyle bir noktaya geldi ki geri kalan herkesi sıradan gösteriyorlardı. Premier Lig’in rekabet seviyesinin yüksekliğine rağmen sürpriz hamlelerle herkesi şaşkın bıraktı. Bütün oyun anlayışını topla ilişkileri üzerine kuran Pep, yeri gelince bundan bile vazgeçiyordu. Futbolda da aynı hayatta olduğu gibi keskinlik zararlıdır. Pep bunu kavramıştı ve yeri geldiğinde yolunu değiştirmesi gerekiyordu. Pragmatizm, bir şey fayda sağlıyorsa onun doğru olduğuna yönelik bir felsefi görüştür. Bu yüzden Pep de İngiltere’de tam olarak bunu yapmaya başladı. Yeri geldiğinde faydanın peşinde gitmek gerekiyordu. Hayat yolculuğunda sadece aptallar fikrini değiştirmezdi.

Yeniden Öğrenci

En iyilerin özelliklerinden birisi de her zaman öğrenmeye açık olmalarıdır. Kayıplar onlar için yenilgi değil bir derstir. Guardiola kariyeri boyunca iyi bir öğretmen olduğunu birçok kez kanıtladı. Bunu çalıştırdığı futbolcuların neredeyse tamamını potansiyeline ulaştırmasından anlayabiliriz. Lakin hayat müşterektir ve size bazen yeni bir rol biçer. İlk olarak Almanya’da karşı karşıya geldiklerinde ona tatsız bir karşılama yapan birisi vardı. Jurgen Klopp adındaki o adam, İngiltere’ye geldiğinde Pep’e önemli dersler verecek ve onu yeniden öğrenci yapacaktı. Klopp’un devraldığı Liverpool, City ile olan rekabeti sayesinde futbolseverlere güzel anlar yaşattı. Öyle ki Guardiola bile yer yer yeni formüller denedi.

“Jurgen, bir menajer olarak kariyerimde sahip olduğum en büyük rakibim oldu ve iki takımın da önerdiği şeyin futbol için iyi olduğunu düşünüyorum.“ – Jurgen Klopp ve Liverpool hakkında
Sonuçtan Uzak

Guardiola kariyerinde hep özel işlere imza atan birisi oldu. Her zaman mükemmeli arayacak kadar takıntılı birisiydi. Yeri geldiğinde hatalarından ders de çıkardı, yeni şeyler de sundu. Bazen şansı yaver gitti, bazen ise hataları onu zor duruma soktu. Teknik direktörlük biraz hayat gibidir. Ve, her ne olursa olsun burada mükemmele ulaşmak imkansızdır. Kariyerine zirvede başlayan teknik adam, şimdilerde tahtını yıkabileceği konuşulan Klopp’le mücadele içine girmek zorunda. Mükemmele yakınlığımız işte bu kadar… Her zaman hem çok yakın gibi görünür hem de çok uzaktadır. Yolun sonu nereye çıkacak kimse bilmiyor. Yine de ne olursa olsun Pep Guardiola ve onun yolda bıraktığı izler; mükemmel olamasada mükemmele çok yakındı dedirtecektir.

Exit mobile version