Wilt Chamberlain, NBA’in gördüğü açık ara en baskın güçtü. Wilt’in gücü, kaba kuvvet değildi. Tıpkı Pegasus gibiydi. Kanatları, çemberin hep en tepesindeydi. Kanatlarıyla her şutu bloke edip savuşturacak bir güce sahipti. Sahada istemediği her görüntüyü engelleyebilirdi, oynanan sert oyunun içinde onun ruhu tıpkı bir pamuk gibiydi. Çünkü kendine inanıyordu ve sağlamlığının farkındaydı. Tüm bu kendine olan inancı, cüssesine rağmen onu hafifletiyordu. Sağlamlık demişken, akılda yer eden büyük sakatlıklar da yaşamadı Wilt Chamberlain. Takdir edersiniz ki bu da her sporcu için, kariyerinde büyük bir avantaj. O, içindekileri ortaya çıkarmak için her zaman şanslı hissediyordu kendisini.
Tıpkı diğer oyuncular gibi o da oyuna nasıl bağlı kalacağının bilincindeydi. Pek tabii bu, her oyuncu için farklı yollardan geçiyordu. Wilt Chamberlain’e göre imkânsız diye bir şey yoktu. Yaptığı istatistikler ve hâlâ kırılmamış olan 100 sayı rekorunun altında yatan şey buydu. Sahada gösterdiği inançlı ama bir o kadar da sakin tavırlarla sanki herkesle dalga geçiyor gibiydi! Sakin oluşunun altındaki en temel dayanağı, kendinden emin oluşuydu. Wilt’in akıl almaz oyunlarının ardındaki güç, sadece boyunun ölçüsünden değil onu öne çıkaran içsel ve kendine has özelliklerinden doğuyordu. Bu farkındalıkla basketbolda ne isterse yapabilirdi ki öyle de oldu.
Heybet
Dev cüssesine rağmen gayet atletikti ve bu atletikliği kendinden emin tavrıyla birleşince ortaya ilahi bir güç çıkıyordu. Onun kahramandan öte, oyun içinde “Zeus’un ta kendisi” olduğunu düşünmenize neden oluyordu. Sihirli bir hikâyeydi onunkisi. En güzeli de, nasıl kahraman olacağını biliyordu çünkü her şeyden önemlisi Wilt kendinin kim olduğunu biliyordu.
O, zamanın çok ötesinde bir oyuncuydu ve dayanıklılığı kelimenin tam anlamıyla eşsizdi. Hızı ve çevikliği onu bir hücum makinası ve aynı zamanda heybetli bir savunmacı yapıyordu. Büyük bir NBA oyuncusu olduğunuzu ve uykusuz bir şekilde maça çıktığınızı düşünün… Performansınızın yüzde kaçını sahaya yansıtabilirsiniz? O, 100 sayılık performansını böyle bir günde gerçekleştirdi ve hâlâ kırılamayan bir rekorun sahibi Chamberlain.
Zaman akıp gider, her şey değişir. Haliyle, Chamberlain’in de oyunun sabit olduğu söylenemez. Bu yüzden, ona her zaman aynı şekilde savunma yapmak imkânsızdı. Rakiplerine sorarsanız onunla oynamak korkutucuydu. İnsanlar onun ne kadar büyük olduğunu anlamıyorlardı. Daha önceki yazımın olan Kareem Abdul Jabbar’ın, Wilt hakkında söylediklerine yer vermek istiyorum: “Wilt Chamberlain, gelmiş geçmiş basketbolcular arasında kesinlikle en iyilerden biridir ve onun gibisini bir daha asla göremeyeceğiz”
Kimine göre ‘görüyoruz’ kimine göreyse ‘gördük’ denebilir ama inanın basketbolu basketbol yapan işte bu adamlar. Onun büyüklük duygusu özüydü, özündeydi. O, bu farkındalıkla manzaraları dilediği gibi değiştirebilirdi. Bunu, oyunlarındaki asla geçit vermeyen bloklardan anlamak da mümkün.
Pegasus
O, basketbol dünyasının kalbini fethetmiş isimlerden biri. Evet, çoğu kesim tarafından pek sevildiği söylenemez ama sevilmemek sizin oyununuzun kötü olduğu anlamına da gelmez. Wilt de onlardan biriydi işte… GOAT tartışmalarına dahil olabilmiş, hatta “Majesteleri” ile mukayese edilmiş dev bir isim. Wilt Chamberlain, her şeyden önce iradesinin yöneticisi olmayı becermiş ve bunu da parkeye yansıtabilmiş bir insandı. Bu oyunu seviyorsanız, tüm bu kıyaslamalara dahil olan oyunculara elbette ki saygı duymak gerekir. Çünkü onlar bu oyunu oyun yapan, kök salmış, ışıl ışıl parlamaya devam eden birer pırlanta.
Elbette, Wilt de diğer siyahi sporcular/insanlar gibi ırkçılığa maruz kalmıştı. Siyahilerin ikinci sınıf muamelesi gördüğü, ırkçılığın yoğun bir şekilde arttığı yıllarda Dallas’ta NCAA turnuvası düzenlenmişti. Turnuvada yıldız isim olarak görülen Wilt de ırkçı söylemlerden kaçamadı. Çok ağır hakaretler ve davranışlarla karşılaştı. Tüm bu yaşananlara rağmen ben onu; hâlâ göğü süsleyen, gösterişli, -abartarak söylemek istiyorum- bembeyaz dev kanatlı bir Pegasus olarak nitelendireceğim.
* Bu yazı Oya Ulusoy tarafından yazılmıştır.