R. R. Tolkien’in ölümsüz eserlerinden biri olan Hobbit’te kahramanımız Bilbo Baggins, beklenmedik bir yolculuğa çıkar. Bilbo’ya kadar bir hobbitin evinden ve yurdundan o kadar uzaklara gitmesi ve uzunca süre dönmemesi pek alışılagelmiş bir olay değildir. Bu yolculuk esnasında Bilbo tutsak edilir, tehlikeli görevlere atılır, ölümle burun buruna gelir ve savaşlara katılır. Yolculuğu boyunca ise onu en çok zorlayan şey yurduna ve evine duyduğu özlem olur. Unutmamak lazım ki tüm bunlar Tolkien’in Legendarium’unda*, yani fantastik bir edebiyat eserinde karşımıza çıkar. Fakat gerçek hayatta veya futbol sahasında öyle değil!
Her Şeyin Başlangıcı
Şunu da belirtmek lazım, dönemin Cumhurbaşkanı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün silah arkadaşlarından olan İsmet İnönü’nün soyadı stadyuma verilmiş olsa da hayatın her alanını etkileyen siyasi çekişmeler nedeniyle 1952 yılında statta isim değişikliğine gidildi ve Mithat Paşa Stadı adını aldı. 1974 yılında ise tekrar İnönü Stadı ismini alsa da, kısa bir süreliğine Dolmabahçe Stadı olarak anıldı.
Yuvadan Ayrılış
Endüstriyelleşen futbol, sansasyonel transferler, kaçan şampiyonluklar ve ‘FEDA’ dönemi derken ezelden beri kullandığı mabedi Beşiktaş’a küçük gelmeye başlamıştı. Rakiplerinin yeni ve büyük evlerinin hem maç günü, hem de kombine satışlarından elde ettiği geliri hesaba katarsak Beşiktaş’ın deri değişimine ihtiyacı olduğu aşikardı. Yıllardır süre gelen yeni yuva projesine adım atmak cesaret ve aynı zamanda maddi kaynak gerektirirken işin bir de izin ya da izinler kısmı vardı. Tahmin edebileceğiniz gibi boğazın diğer yakasında, Dolmabahçe’nin dibinde bir çivi çakmak bile zordu. Kaldı ki hiçbir macera ve yolculuk için kolay diyemeyiz. Başkent ile görüşmeler, araya sokulan isimler ve bulunan sponsorların ardından Beşiktaş, 2012/2013 sezonunun bitimiyle yeni yuvasını yapmak adına mazisini yıkma kararını zor da olsa alabildi. İnönü’ye veda etmek için 11 Mayıs akşamı Dolmabahçe’ye gelen siyah-beyazlıların hep bir ağızdan “Başın öne eğilmesin, aldırma Kartal aldırma” deyişi, bu yeni yolculuğun bir hayli duygusal olacağını gösteriyordu.
Atiba Hutchinson Çatışmalar Başlasın!***
Sezonun ve dönemin ruhunu biraz da olsa hatırlayalım isterim. Finansal ve sportif gerilemeye hatta çöküşe geçmiş olan Beşiktaş’ta hemen hemen her maç yükselen “Yeter!!! Yıldırım Demirören Yeter!!!” seslerine dayanamayan eski başkanın ardından seçilen Fikret Orman ile yönetimi kulübün içinde bulunduğu durumu ve “Feda” sezonunu çoktan açıklamış, hemen ardından yeni stad projesini duyurmuştu.
O yıllarda Türkiye ise henüz parlementer sistemden vazgeçmemiş, halkın gösteri ve yürüyüş yapma haklarına gasp etmemiş, yasal protesto haklarına yapılan saldırılara ses çıkartan herkesi ‘Terörist’ ilan etmemişti. Sanki bir asır uzaklıktaymış gibi gözüken bu yıllarda artan polis şiddetinin ve otoriter baskının stadyumların içine bile giriyor olması sadece Beşiktaş’ın kendine has taraftar grubu ÇARŞI tarafından değil hemen hemen her kesimden sertçe eleştiriliyor ve karşılığını da sertçe alıyordu. İnönü Stadı’na veda arifesinde olan Beşiktaşlıların hemen hemen her maç öncesi biber gazı soluması sıradan bir olaya dönüşmüş olsa da stadın mimari özelliği ve boğazın rüzgarlarıyla birlikte gazlı havanın stat içinden bile hissedilmesi bazı futbolcuların ve teknik adamların bu duruma tepki göstermesine neden oluyordu.
Hobbit’te de anlatıldığı gibi, olağan dışı durumlar beklenmedik ittifaklar doğurur ve hatta birbirlerinden nefret eden cüceler ile elfler bile omuz omuza savaşabilirler. Yüzyıllık camiaların rekabet halindeki taraftar grupları neden birlikte hareket edemesinler ki? Beşiktaşlısından Galatasaraylısına, Fenerbahçelisinden Trabzonlusuna sosyal medyada başlayan örgütlenme ile sağlanan birlik ‘İstanbul United’ diye anılan o meşhur yürüyüşe ve protestoya ön ayak oldu. Beşiktaş ile Bursaspor arasındaki anlamsız kavgayı bilenler bilir. Peki ya Bursasporlu taraftarların vapurlarla Dolmabahçe’ye gelip Gümüşsuyu yokuşunda “Beşiktaş sen bizim her şeyimizsin” diye bağırmasını duymuş muydunuz? Evet, bunlar kadim zamanlarda yaşanmış ve unutulmaya yüz tutmuş hikayeler ve evet, bunlar yaşanmış öyküler.
Sezonun ardından stadın yıkımına başlanmış olsa da planlandığı gibi ilerlenememesinin temelinde yine dönemin şartları ve ruhu rol oynadı. “Futbol, işçi sınıfının balesidir” sözünü duyanlarınız olmuştur mutlaka. İçinde milyon dolarlar dönen bu endüstride bu tarz romantik söylemlere gerek var mıdır bilmem ama taraftar kitlelerinin oluşturduğu kalabalığı ve etkisini hafife almamanız gerektiğini dile getirmek lazım. Zaten “Spora siyaset karıştırmama” söyleminin de genelde kimler tarafından kullanıldığını bir spor sosyoloğu olan Dağhan Irak’ın çalışmalarında detaylıca görebilirsiniz. Fitili ateşlenmiş taraftar kitlelerinin on yıllar boyunca ilerleyen sokak hareketi ile birleşmesi sonucu tüm ülkeyi kapsayan eşi benzeri görünmemiş bir eylemliğe dönüşmesiyle doğan Gezi Parkı Olayları’nın belki de en sert süreci Dolmabahçe ve Gümüşsuyu’nda yaşandı. Stadın yıkımının aksaması bir kenara dursun, stat inşaatı için getirilen kepçelerle, Toma’ların kovalanması ise ilerleyen yıllarda siyah-beyazlılara bir takım rövanşların alınacağını fısıldar gibiydi.
Evsiz, Yurtsuz ve Yorgun Yıllar
İflas etmiş ve toparlanma sürecine girmiş bir kulüp, genç, tecrübesiz, sürgünde bir takım ve onun en büyük itici gücü olan taraftar grubunun yargılanması…
Beşiktaş tribünlerinin ve Çarşı’nın namını, takımlarına olan katkısını bilmeyen ya da duymayan elbette yoktur. Avrupa ve hatta dünya basınında da zaman zaman kendinden söz ettirmiş ve takımını asla yalnız bırakmamışlardır. Tüm sıkıntılara rağmen takımlarının hala üst sıraları zorlaması ve bunu göze hoş gelen futbolun yanı sıra tırnaklarıyla kazıyarak yapıyor oluşlarına seyirci kalmadılar, kalamadılar.
Fakat futbolcular da dahil olmak üzere kimse Atatürk Olimpiyat Stadı’na bir sezon daha katlanmak istemiyordu. Olimpiyat Statlarını bilenler bilir. Saha ile tribünler arasında koşu pisti bulunur ve taraftarla takımın mesafesi diğer statlara göre epeyce açık olur. Atatürk Olimpiyat Stadı’nın ise kendince başka zorlukları da mevcuttu. Bulunduğu konum ve mimarisi nedeniyle rakip takımın dışında bir de rüzgar ile mücadele etmek zorundasınızdır. Kalecilerin topu oyuna sokmak için degaj vurmalarında topun kornere çıktığı bile görülmüştür. Bunun üstüne Beşiktaş maçlarını Olimpiyat Stadı’nda değil de kapı kapı dolaşarak sürekli başka yerlerde oynamak zorunda kalır. İstanbul’un boğazında bulunan kulüp maçlarını Ankara sınırları içinde dahi oynadı.
Beşiktaş’ın kültüründe yazılı olmayan bazı kurallar vardır. Bunlardan biri de mücadele etmektir ve bu mücadele gücünün temelinde de taraftarından aldığı destek yatar. Vedat Okyar’ın “Ben matematik bilmem. 4-4-2’den 3-5-2’den anlamam. Beşiktaş çıksın, Beşiktaş gibi oynasın, kazanır” sözünün temeli de bu kültüre dayanmaktadır. Evinden çok ama çok uzaklarda, kapı kapı dolaşarak 34 hafta boyunca deplasmanda oynayan Beşiktaş’ın, ligin son 6 haftasına girerken lider olmasını ve bunu da taraflı tarafsız herkesin sempatisini kazanarak yapmasını başka türlü açıklamak pek de kolay değil. Sezon üçüncü sırada tamamlanırken teknik direktör Slaven Bilic de dahil olmak üzere bir çok kişinin düşüncesi aynıydı: “Evimiz olsa şampiyon olurduk.”
Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar
15/16 sezonuna girilirken Beşiktaş’ın bu sezonu da evinden uzakta oynayacağı biliniyordu. Ama sürgünde geçen sezonlarda ortaya konan futbol ve finansal toparlanmalar camia üzerinde olumlu bir havanın yakalanmasına, zor günlerde taraftarların sürekli haykırdığı o sözlere inanılmasına zemin hazırlıyordu. Takımdaki genç oyuncular tecrübelenmiş ve deplasmanlarla geçen yıllar sebebiyle dışarıda oynayabilme kültürü oluşmuştu. Neden oluşmasın ki? 34 hafta 34 deplasman. Teknik direktör Şenol Güneş’in hücum odaklı futbolu da devreye girince henüz daha ligin başında Beşiktaş bu sene bunu başarabilir şeklinde konuşmalar başlamıştı bile. Spor yorumcusu Rıdvan Dilmen’in “Dışarıda oynamaya o kadar alıştılar ki artık her yerde kendi futbollarını oynuyorlar” sözleri pek de haksız sayılmazdı. Bilindiği üzere, Türkiye’de şampiyon olmanın yolu deplasmanda alınan galibiyetlerden geçer. İç saha maçlarını bile deplasmanda oynamaya alışmış olan ve yeniden yapılanma döneminden beri üstüne koyarak ilerleyen bir takım bu düşüncelerin hiç de haksız olmadığını gösteriyordu.
Günler geçtikçe taraftarların içini büyük bir heyecan kaplıyordu. Sayılı günlerin çabuk geçtiği yönündeki metaforu duymuşsunuzdur. Fakat her geçen gün yükselen stadyumun yanına takımın oynadığı futbol ve lider oluşunu da ele alırsak bu metaforun siyah-beyazlılar açısından geçerliliği pek de yüksek sayılmaz.
Stadın açılışı her ne kadar 10 Nisan 2016’da yapılsa da bunun resmi bir açılış olduğunu söylemenin pek de mümkün olmadığını düşünüyorum. İyi günde, kötü günde, şehir şehir dolaşarak takımını destekleyen taraftarların içeri alınmadığı bir açılışın ne kadar resmi olduğunun kararını siz okuyucularıma bırakıyorum. Bürokratlar, yöneticiler ve kimi ünlü simalarla gerçekleştirilen açılış törenini es geçersek takımın gerçekten yuvasına ve taraftarın da mabedine kavuştuğu gün olan 11 Nisan 2016’da kaderin cilvesi olcakki rakip Bursaspor oldu. 38420 biletli seyircinin izlediği maçın 21’inci dakikasında, Beşiktaş, sezon sonu gol kralı olarak tamamlayacak oyuncusu Mario Gómez‘in ayağından bulduğu gol ile kazandı. Gomez’in golü ise Vodafone Park’ta atılan ilk gol olarak kayıtlara geçti. Golün atıldığı an stadyumdan yükselen çoşkulu haykırışlar, semtin her yerine yayılarak yükseldi adeta. Ağaçlıyol’dan Köyiçi’ne, Akaretler’den Şairler Parkı’na…
Sadece son üç maçını Vodafone Park’ta oynayan Beşiktaş, sezonu şampiyonlukla ve yuvasına kavuşmanın coşkusuyla tamamladı. Evinden uzaktaki takımı ne zaman kötü bir sonuç alsa hep aynı şeyi söyleyerek destekleyen taraftarların sözleri gerçek olmuştu. Dedikleri gibi sonunda motorları boğazın maviklerine görkemli bir şekilde sürmüşlerdi. Peki neydi o söz?
“Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz
Şampiyonluk şarkıları söyleceğiz.”
Ait Olduğun Yerde Mutlusundur
Ardından geçen süreçte beklendiği gibi Vodafone Park, Beşiktaş’ın yuvası ve rakiplerin korkusu haline geldi. Uzun süren yenilmezlik serileri ve şampiyonluklar, yürek burkan mağlubiyetlerle ayrılıklar…
Taraftar yarattığı atmosferle rakip takım oyuncusunun maçtan çıkmasına dahi sebep oldu. İhanete uğradıkları düşündükleri hocaların gitmesine de. Her gün mutlu olmadılar belki ama yuvalarına kavuştular. Zaten ev dediğin de biraz böyledir işte. Her zaman mutlu olamazsın ama ait olduğun yer hep orasıdır.
Tolkien’in eseri Hobbit’e dönecek olursak, Orta Dünya’nın en büyük savaşlarından birinin arifesinde; Bilbo Baggins ve arkadaşlarının sahip oldukları tonlarca hazineye rağmen Bilbo’nun istediği tek şey yolculuğu sırasında bulduğu meşe palamutu ile evine dönmek ve onu toprağa gömmekti. Ne Şan, ne şöhret, ne de altın veya başka herhangi bir şey.
Maçlar kazanılır, şampiyon olunur, kupalar elde edilir… fakat bunların hiç biri siyah-beyazlı taraftarları evlerine döndükleri kadar mutlu etmemiştir.
Tıpkı Bilbo gibi.
* Legendarium, Tolkien’in yarattığı Yüzüklerin Efendisi serisinin külliyatına verdiği isimdir.
**Kulüp kaynaklarında Şeref Stadı takımın ilk stadyumu olarak geçmektedir ve hatta bazı taraftar grupları şu an kullanılmakta olan Vodafone Park’a Şeref Stadyumu diye hitap etmekte.
***Beşiktaş taraftarlarının, sahada asla mücadeleyi bırakmayan ve asla geri adım atmayan futbolcusu Atiba Hutchinson’dan ilham alarak attıkları slogan.