Site icon Victory Dergi

Sporsever “Harmoni” Orkestrası

Psikologların şarkılara düşkünlüğü diye bir kanun yok. Ama şarkıların dilini iyi çözümlediğimizi iddia edebilirim. Belki de onca çözüm arayan her psikolog gibi ben de notalarda dolaşıp duruyorum.

Elbette “fa diyez mi, si bemol mü?” yorumlarını yapacak müzik eğilimim yok. Ancak hangi şarkının ne amaçla yazıldığını gözünden anlarım.

Bir de veda şarkıları var tabii… İşte o şarkılar psikolojik bir teşhise gerek duymazlar. Bir giden vardır, bir de kalan. Ya giden haykırır sözlerini apaçık; ya da kalan anlatır ya içli içli. Bir veda var anlayacağınız. Bir terk ediş. Bir kopuş.

Sporcunun vedası peki? Veda mı? Yoksa kalıcılık mı? Hangi şarkıyla açıklayabiliriz biz bu vazgeçişi? 7 nota yeter mi? Vedaya verilen tepki ne kadar büyükse o sporcu da o kadar büyük mü? Bu nasıl bir psikoloji?

Veda Busesi

Bir Fransız’ın Sezen Aksu’yu dinleyip anlayamaması hep sıkmıştır canımı. Ya da ne bilsin bir Kanadalı evinin önündeki karları temizlerken “Karlar düşer, düşer düşer ağlarım” dizelerinin anlamını? Cristiano Ronaldo’nun Barış Manço dinleyemediğini düşünsenize! Sanki hep eksik bir tarafları o muhteşem adamların.

Yine de veda şarkıları sporcular için pek iyi bir fikir değil.

Sporcu gittiğinde bir terk edişten söz etmek mümkün olmuyor çünkü. Bu yüzdendir ki yıllarını branşına veren sporcu aslında yalnızca bir larvadan çıkan kelebek misali sadece ismini bırakıyor sahalarda, kortlarda, salonlarda…

Onların gidişi, bizim gibi her sporsever için sadece bir devrin kapandığını hatırlatıyor. Yoksa bir yere gittikleri yok ki! Hatta daha da kalıcı hale geliyor efsaneler. Oysa veda şarkıları öyle mi? Jübile bir veda busesi kondurmaktan ötede değil mi?

Roma Makamı

Şarkılar her ne kadar kötü gidişlere yazılıyor olsa bile, sporcunun aktif spor hayatını bırakışı aslında neşeli olmalı. Spor, tıpkı hayat gibi iz bırakma sanatı üzerinde kurulu. Başarı ya da başarısızlık ismin önüne yalnızca bir sıfat getiriyor.

Sıfatlara sığmayacak Totti ve saz arkadaşları hariç elbette…

Asil Romalı, AS Roma için milyon dolarları reddetti. Onun için “Real Madrid’in kaldıramadığı tek kupa” diye boşuna denmedi. Roma metrosunu kaçıracak kadar ateşli olan Lazio taraftar grubu Irriducibili vardı karşısında elbette. Dile kolay yirmi yıl boyunca kendisine kök söktüren İtalyan efsanesini hiç rahat bırakmadılar. Ona küfürlü besteler yaptılar, evinin önünde ses bombaları patlattılar. O kadar ki, Irriducibili, Totti’nin çocuklarını yazdıracağı okulun müdürüne bile baskı kurdu, çocuklar okula alınmadı. Bu, böyle bir düşmanlıktı..

Aynı Irriducibili, 20 yıl sonra Totti, Roma’ya veda ederken ona pankart açtı. Hep bir ağızdan bağırdılar ona, haykırırcasına “Ömür Boyu Düşmanların, selamlıyor seni Francesco Totti!*

Yetmedi, İrriducibili zaman zaman raftan indirilip tekrar tekrar okunası bir mektup kaleme aldı. Bu mektup, “Senin en güzel düşmanların” imzasıyla son buluyordu. Bu veda, tuttuğun takımın çok sevdiğin sporcusuna değildi. Bu veda baş düşmanının efsanesine edilmişti. Vedalar sadece çok sevdiğimiz kişiler söz konusu olunca mı can yakardı? Totti, giderken Roma Olimpiyat stadında 80 bin kişi tek bir gözle ağladı. Şimdi hangi şarkı anlatsın, Roma makamını?

Algıda Sevicilik

Büyük Kobe elinden topu bıraktığında yalnızca basketbola veda etmişti.

Halbuki ne top onu bıraktı ne de salonlar. Kenarda basketbolu yaşamaktan imtina etmiyor, kızlarıyla evinin bahçesinde şut atmaya devam ediyordu. Gönüllerde taht kuran bir isim olduğundan sebepledir ki, son maçına çıkması yalnızca bir yıldızın artık gökyüzünde gözükmeyişi demekti. Onu açık semada göremiyorduk. Halbuki hâlâ capcanlı, hâlâ o güzel gülümsemesiyle nefes alan Bryant’tı o. Ta ki o çok sevdiği gökyüzüne, çok sevdiği helikopteriyle yükselene kadar.

Gidiş” başladı. Veda ile gidiş arasındaki o dayanılmaz boşluk ne arabesk ne de Türk Sanat Müziği ile anlatılabilirdi. Nasıl ki basketbolu bırakması spor camiası için yeri doldurulamaz ancak onur dolu bir üzüntüyse; bu dünyadan gidişi de sporla ilgisi olan olmayan herkesin içini acıtacak bir trajediydi.

Kobe olarak geldi. Baba olarak gitti…

Ancak her değerli sporcu, sporsever için yepyeni notalar oluşturuyor. Algıda sevicilik onun varlığı ya da yokluğuyla tanımlanamıyor.

Kobe basketbolu bıraktığında spora veda eden bir efsane, yeryüzünü bıraktığında gökyüzünde bir yıldız oldu. Onun vedası artık o yıldızın hem ışıltılı hem de asla yörüngemize giremeyecek bir gök cismi olarak iki defa yer değiştirdi.

Algıda sevicilik, biz sporsever insanlara kaldı.

Yaylılar

Tenis dünyasının en kıymetli isimlerinden biri, belki de birçok tenisçinin tenise başlama sebebiydi Andre. Nadal’ı yendiği zaman James Blake’e sorulan “Kariyerinin en önemli galibiyeti diyebilir miyiz?” sorusuna verdiği cevap bir bestenin son güftesi gibiydi;

“Rafael üzülmesin ama önce onu sonra Federer’i 3’er set yensem de benim kariyerimin en önemli galibiyeti Andre Agassi’ye karşı olanıdır çünkü kendisi bu sporun gelmiş geçmiş en büyük oyuncusudur.”

Uzun saçları ve küpeleriyle kortların asi çocuğu Agassi son maçında binlerce kişinin gözyaşları eşliğinde korta veda etti. Ama ne veda ediş! Tribünler ağlıyor, o ağlıyor!

Bu gözyaşları kapanan bir döneme isyan mı yoksa bu Agassi’nin o güne kadar yaşattırdığı mükemmel hislere bir teşekkür mü? Şarkıya girmek için yaylılar bekler ya hani… Andre’yi 2006 yılında kortlara veda ederken görmemek için son maçı izlemeyi erteleyenler var!

Sevgi duyduğu şarkıyı sıkılmasın diye sık dinlemeyenlerdensiniz…

Siz de sporsever orkestrasının bir üyesisiniz.


Metnin orjinali: “Nemici di una veta, salutano Francesco Totti”*

Exit mobile version