Diğer SporlarSanatMünih: Sporla Hatırlanmayan Olimpiyatlar

Victory Dergi4 sene öncen/a17 dakika

Tarih sayfaları 1972 yılını gösterdiğinde, resmi adıyla 20. Olimpiyat Oyunları düzenlenecekti. Uluslararası çok sporlu bir etkinlik olan olimpiyatların yirmincisi, Batı Almanya’nın Münih kentinde boy gösterecekti. 1966 yılında bir oylama yapılmış ve Münih şehri; Montreal, Madrid, Detroit gibi şehirleri geride bırakarak bu hakkı elde etmişti. Fakat, bu olimpiyatların tarihin unutulmaz sayfalarında yer alacağından, o ana kadar, kitaplara ve filmlere konu olacağından kimsenin haberi olmamıştır.

Olimpiyatlar başlamadan önce ve süresince birçok uyarılara rağmen her şey seyrinde geçer. Birtakım provokasyonların olacağı duyumları kulak ardı edilmiş ve kimsenin barış ortamına zarar vermeyeceğine inanılmıştır. Oysa bu sadece küçük bir temenniden öteye geçememiştir…

Steven Spielberg bu korku dolu günleri ustaca bir bakışla bize anlatıp adeta tekrardan o günlere götürür.

Olaylar her ne kadar 1972 yılında gerçekleşmiş olsa da film 2005 yapımıdır. On bir İsrailli sporcunun rehin alınması, pazarlık aşamaları hatta tüm dünyanın bu olaya kilitlenmesine sebebiyet veren ölümlerinin insanlığı nasıl sarstığını anlatır. Filmi daha iyi anlayabilme adına yaşananların nasıl sonuçlandığından biraz bahsetmek isterim.

Kara Eylül

Filistinli Kara Eylül Örgütü, İsrail cezaevlerinde tutuklu bulunan kendi örgüt üyelerinin salıverilmesi için sporcuları otel odalarında rehin alır. Bu süre zarfında örgüt ve İsrail devleti arasında bazı görüşmeler yapılır. Fakat süreç pek de yolunda gitmez. İsrailli sporcular rehinedir ve hayatta kalmaları tamamen pazarlığın istenilen gibi geçmesine bağlıdır. O sırada olimpiyatlar ertelenir, dünya basını bu olaya kitlenir. Ve ne yazık ki, on bir İsrailli sporcu ve antrenör, bir Alman polisi ve beş saldırganın ölmesi ile süreç son bulur. Üç saldırgandan ikisi sağ, biri yaralı olarak ele geçirilir. Olay sonrasında olimpiyatlar durur ve pek çok ülke takımı Münih’i terk eder. İsrail’de ulusal yas ilan edilir. Masum insanların öldürülmesi ve öldürülenlerin sporcu olması Yahudi toplumunu derinden sarsar. Hatta İsrail’de kamuoyu, hükümeti yeterince pazarlık yapmadığı için suçlar.

Spielberg’in ustalığını konuşturduğu bu film, bize katliamı en çarpıcı şekilde seyrettirir. Atletizm için orada bulunan masum sporcular ülkelerinin ve coğrafyalarının kaderini yaşamışlardır. Filistin ve İsrail ilişkilerini derinden sarsacak gelişmeler akış içerisinde temel nokta olarak kalır. Tarih boyunca iki devlet arasında yaşanan savaşlar artık bir adım daha öteye taşınmıştır ve şiddetin en korkunç halleri yönetmen tarafından gözlerimizin önüne serilir. Eric Bana, Daniel Craig, Ciarán Hinds, Mathieu Kassovitz, Hanns Zischler, Geoffrey Rush, Ayelet Zurer, Michael Lonsdale, Mathieu Amalric, Gila Almagor ve Moritz Bleibtreu gibi önemli oyunculardan kurulu bir kadroya sahip olan film, En İyi Film Akademi Ödülü dahil beş dalda Oscar adayı olmuştur.

Aslında yönetmen, Münih katliamı gerçekleştikten sonraki süreçte neler yaşandığına odaklı bir anlatım kurar. Filmin baş karakteri olan Avner ile bizi bir yolculuğa çıkarır. Avner, İsrail İstihbarat Teşkilatı’nın en yetenekli üyelerinden biridir. Evlidir ve sakin, mutlu bir hayat yaşar. Fakat bu olay, tüm İsraillilerde olduğu gibi Avner’de de büyük bir öfke uyandırır. Mossad, katliama karıştığını tespit ettiği kişileri ortadan kaldırması için onu seçer. Elbette bu görevi yalnız başına üstlenmeyecektir. Kendi alanlarında uzmanlaşmış ve her biri birinden bağımsız ve birbirinden yetenekli dört kişi daha ona eşlik eder.

Avner, ekibiyle sıkı bir hazırlık sürecinden sonra Avrupa’nın birçok yerinde suikastlar düzenlemeye başlar. Örgütün en çetrefilli üyeleri ve onlarla ilişkide gördükleri herkesi ortadan kaldırmaya adım adım ilerler. Paris’te, Londra’da, hatta Lübnan’da cinayetler işlenir. Amaç, Kara Eylül’ü ortadan kaldırmaktır. Kara Eylül o güne kadar İsrailli birçok bürokrata ve devlet adamına silahlı eylemler düzenlemiş ve aktif bir biçimde İsrail devleti ile savaş yemini etmiş bir örgüttür. Fakat her biri yurtseverlik duygusuyla dolu bu ekip, kararlılığıyla dikkat çeker. Burada kararlılıktan kastım, en az Kara Eylül kadar zalimleşmiş bu ajanların yaptığı eylemlerdir aslında. Onlar, Kara Eylül’ü her ne kadar durdurmak isteseler de örgüt de bir taraftan eylemlerine devam ediyor, Avner ve ekibi belli bir noktadan sonra bunun üstesinden gelemiyordur. Öyle ki filmin Atina’da geçen sahnesinde saklanmak için gittikleri bir evde FKÖ’lüler kesişirler. Filmin en heyecanlı dakikalarının yaşandığı bu sahnede, kendilerini ETA mensubu gösterip bu durumu geçiştirseler de birkaç gün sonra bu grupla çatışmaya girerler ve heyecan yükselir. İşlerin yolundan çıktığı bir anda ekibinden bir kişi Kara Eylül tarafından öldürülür sonrasında beş kişi başladıkları bu yolda iki kişi kalırlar. 1972 yazı, o ana kadar masum bir şekilde görülse de, İkinci Dünya Savaşı sonrası belki de hiç bu kadar kan akmadığı anlatılır!

“Herkes Haklı Ama Hiç Kimse Haklı Değil”

Film bir tarafıyla İsrail propagandası olup diğer tarafıyla da insanın kendisiyle iç çekişmesinden bahsetmektedir. Daha özgür bir vatanda yaşama yolunun ölümden geçmesi, onların üzerinde korkunç travmalara neden olur. Bu yüzden ekip kendi içerisinde fikir çatışması yaşar. Ölümler, üzerlerinde tahribat yaratır. Avner bir ölüm makinasına nasıl dönüştüğünü an be an yaşar ve hayat onun için eskisi gibi olamayacaktır. Her biri yaptıkları eylemlerden fazlasıyla etkilenirler. Psikolojik açıdan, yarattıkları tahribatın altında kalırlar. Düşman olarak gördüğü insanlardan farksız bir noktada değillerdir artık.

Filmi izlerken üç köşeli bir katman olduğunu göreceksiniz: Spor-Politika-Savaş… Dolayısıyla, sadece, “Bir film izledim” demek mümkün değil. Politik anlamda yönlendirmelerin ve seyirciyi derin bir tartışmaya bırakmanın eşiğindedir. Özellikle 1970’li yıllarda Arap topraklarında neler yaşandığını bilmeden, o yıllarda Filistin meselesinin ne boyutta olduğunu araştırmadan izlemek biraz problemli olabilir. Yine, o yıllara hakim olan bir seyirci, filmi topa tutabilir. İzleyiciye açık bir şekilde, “Herkes haklı ama hiç kimse haklı değil!” mesajı vermeye çalışıp, duygu durumunu ortada bırakmak istese de bu pek mümkün görünmüyor. Aslında her şeyin olimpiyatlarda öldürülen sporcuların intikamını almakla ilgili olmadığını da görüyoruz. Seyirciye verilmek istenen temalardan biri de Yahudi devletinin her şeyin ve herkesin üzerinde olduğu bir tutumdur. Ya da olimpiyat meselesinin bu iş için bahane edildiğini de söylemek mümkün. Çünkü karakter analizi yapmaya başladığınızda içlerinde bir intikam duygusu olduğunu ve bu intikam duygusunun, Yahudilere karşı olan herkese yapılabileceğini de sezdiriyor. Öyle ki Filistin onlar için küçük bir örnek bile denilebilir. Kendileri bir ülke olma, güçlü bir ulus resmi çizmeye kalksa da Filistin’de insanlara yaşattıkları gerçekten bahsetmiyorlar bile… Dolayısıyla ortaya yanlı bir bakış açısı çıkabiliyor da diyebiliriz. Filmin içerisinde bir sahnede Avner, FKÖ’lü Ali karakterine şöyle der: “Arapların yaşayacağı birçok ülke var ama Yahudilerin başka bir ülkesi yok”. Dolayısıyla, Yahudilerin haklılığını bu pencereden ele alırsak sanırım her yere küçük İsraillerin kurulmasında bir sorun da yok diyebiliriz. Hatta Filistinlerin yok edilmesi de pekâlâ mümkün!

Gerçeklerden Perdeye…

Film, gerçek olaylarla başlayıp sonrasında bizi güçlü İsrail ve korkulası bir Mossad ile tanıştırma çabası içerisine giriyor. Öyle ki, Avner’in yaşadıklarının etkisinde kalıp Mossad’dan kopmak istemesi de bu bağlamda ele alınabilir. Hatta sonrasında Avner korku ve güvensizlik duygusuna kapılır ve Mossad’ın onun peşinde olduğu fikrine kapılması da bu noktaya dayanır. Çünkü Avner öldürme eylemlerine başladıktan bir süre sonra sakin, zeki ve kontrollü hâlini kaybetmeye başlar. Ruh hali değişir. Daha agresif, sinirli ve zaman zaman hata yapan birine dönüşür. Kuşkusuz, çevresindeki her şeyden ve herkesten şüphe duyar. Bu durumu yaşamasında herkesi ve her şeyi amaçları doğrultusunda ortadan kaldırmak isteyen Mossad’ın da etkisi vardır.

Film kendi penceresinden bakıldığında gayet başarılı diyebiliriz. Oyunculuklar, sahneler ve müzikler yerli yerinde. Kimin haklı kimin haksız olduğu tabii ki seyircinin takdirinde olan bu başyapıt, tartışmalarıyla bile ses getiriyor. Günümüzün sinema tekniklerini başarılı bir şekilde kullanarak seyir zevki yüksek bir sinematografi bırakıyor seyirciye. Belki de yine bizleri toplumsal olaylarda iki ayrı kutupta bırakması, filmin başarısından söz ettirmeye yetecek durumda. Olimpiyatların masumluğundan çıkan bu iş, insanın kendi evreninde birçok soruyla karşı karşıyadır artık.

Victory Dergi

Victory Dergi

VSPOR DERGİSİ

Tutkunu olduğumuz bu sevdaya delicesine ilerlediğimiz bu yolda sporun kitleleri tek bir noktada birleştirdiğine inanlardanız: Zafer (Victory). Sporda başarılı olmanın bir branşta kazanılan zaferin ne demek olduğunu en iyi anlayanlar belki de spor aşkına sahip olan insanlardır. Lebron James’in, Jordan’ın, Boliç’in, Sergen Yalçın’ın ve Kobe Bryant’ın kazandığı bir karşılaşma sonunda gösterdikleri reaksiyon insanlığın zafer kazanmaya ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Abone Ol

Victory Dergi içerikleriyle ilgili e-posta bületinimize kaydolun!

victorydergi.com 2021 © Tüm Hakları Saklıdır. Tasarım & Uygulama: Aksel Gültekin