Site icon Victory Dergi

Shane Larkin: Bir Modern Basketbol Yıldızı

Öncü babaların ya da annelerin arkasından gitmek zorunda kalan çocukların işi zordur. Sürekli babalarının ya da annelerinin mirası ile kıyaslanırlar ve çoğunlukla omuzlarındaki yükün altında ezilirler. Hatta bu çatışma mitlere ve romanlara da sıklıkla konu olmuş bir temadır. Açıkçası Larkin soyadı da taşıması kolay bir soyad değil. Hele ki Shane Larkin’in babası Barry Larkin’in parıltılı MLB kariyerini ve “Hall of Fame” statüsünü düşününce. O yüzden Shane Larkin, hayatı boyunca kıyaslamalara maruz kalmış ve geçmek zorunda olduğu sınavlarla mücadele etmiş bir isim. Türkiye’ye geldiğinden beri de işler hayli değişmiş durumda.

Ancak Shane, Anadolu Efes dönemi öncesinde potansiyeline tam olarak ulaşamamış, beklenen sıçramayı da yapamamış bir yıldız adayıydı. Babasının ismi ve statüsü de onu amansız bir şekilde takip ediyordu. Lakin Shane Larkin, Efes formasıyla dönüşümünü tamamladı ve Avrupa basketbolunun zirvesine çıkarak, kupalar kazanarak, oyunu domine ederek kendine ait kalıcı bir miras inşa etmeye başladı. Fakat Shane’in paradigmasını, kazanma mantalitesini ve liderlik içgüdülerini anlamak için biraz geriye gitmek gerekiyor.

Kendini Bulma Çabası

Aslında Shane Larkin, beyzbol efsanesi olan babasının ve ailesindeki diğer üyelerin de etkisiyle ilk olarak beyzbola yöneldi. Ama şansı pek yaver gitmedi ve sonrasında basketbolu tercih etti. Lise yıllarında kendisini göstermeye başlayan Shane, lisedeki son yılında yaklaşık 19 sayı ve 6.3 asist ortalamaları ile oynadı. Bu dönemde yaşıtları arasındaki “en iyi 30 oyun kurucu”dan biri olarak gösterilen ve eyalet takımlarına seçilen Shane’in geleceği hayli parlak görülüyordu.

Yalnız Larkin’in duygu durumunu etkileyen ve sürekli şekilde tekrar eden psikolojik bir rahatsızlığı vardı. Obsesif Kompulsif Bozukluk ya da kısaca OKB olarak bilinen bu hastalık, istenmeyen düşünceler, sıkıntı veya endişe veren dürtüler olarak kendisini gösteriyordu. Shane de küçük yaşlarda pislik ve mikroplardan korkmaya başlamış ve bu bir takıntı halini almıştı. Öyle bir takıntı ki bir kapı koluna, asansör düğmesine ya da bir köpeğe direkt temas etmesi halinde soluğu banyoda alıyordu. Her banyoya gittiğinde de elini 8 kez yıkıyordu. Bu 8 takıntısı ise NBA’in gelmiş geçmiş en iyi şutörlerinden biri olan Ray Allen’ın 8 üçlük attığı bir maçtan geliyordu. Shane’in bu hijyen obsesyonu da ellerde tahribat ve yaralanma olarak kendisini gösteriyordu. Bir dönem tedavi için ilaç da kullanan Shane, zihnindeki olumsuz düşüncelerden ise sadece basketbol oynarken kurtulabiliyordu. Basketbola duyduğu katıksız sevgi bir bakıma hayatını da kurtaracaktı.

Miami Üniversitesi’ndeki spektaküler performansı ile spot ışıklarını üzerine çeken Shane Larkin, NCAA’de de adından bahsettirmeyi başardı ve erken draft olmayı tercih etti. 2013 yılındaki NBA draft’ında 1’inci tur 18’inci sıradan Atlanta Hawks tarafından seçilen Shane, hayalini kurduğu NBA’e de böylece adım atmış oldu.

Fakat akabinde Dallas Mavericks’e takaslanan Shane, NBA’de istediği patlamayı yapamadı. Dallas macerası sonrasında New York Knicks ve Brooklyn Nets’in yolunu tutan Shane’in NBA yolculuğu pek de istediği gibi gitmiyordu. Brooklyn ile geçirdiği sezon sonrasında ise kariyeri ve hayatı açısından kırılma yaracak çok önemli bir karar verdi. Avrupa’nın yolunu tutan Shane, Euroleague ekiplerinden Baskonia ile anlaştı. Baskonia kendisi için çok doğru bir tecihti. Çünkü, Baskonia Euroleague’in run&gun temelli basketbol oynayan ekollerinden bir tanesi. Shane Larkin burada kendisine uygun yüksek tempoya ve geçiş oyunlarına dayalı oyunu bulabilecek, istediği sıçramayı yapabilecekti. Ayrıca, Baskonia bir önceki sezon Mike James ve Darius Adams gibi patlayıcı guardlarıyla Final-Four yapmayı başarmıştı.

Yeni sezona coach Sito Alonso ile başlayan Baskonia’nın hedefi yine F4 kapısını aralamaktı. Hatta Baskonia’nın o sezonki kadrosunda şu an Anadolu Efes’te oynayan Rodrigue Beaubois da bulunuyordu. Efes’te tekrar bir araya gelen Shane ile Rodrigue’in yakın arkadaşlığı da o dönemlere dayanıyor.  Euroleague’de çaylak sezonunu geçiren Shane; 13.1 sayı,  5.7 asist ve 2.7 ribaund gibi göz dolduran istastikler tutturdu. Temsilcimiz Fenerbahçe’nin normal sezonu 5’inci sırada tamamlayıp Play-Off’ta da Panathinaikos’u 3-0’la süpürüp şampiyon olduğu o sezon, Shane’in NBA radarına yeniden girdiği bir sezon olmuştu.

Baskonia’da geçirdiği sezon sonrasında NBA’e Boston Celtics ile dönen Shane, çok potansiyelli ve gelişime açık bir kadronun parçası olmuştu. Brad Stevens gibi basketbol dehası ve analitik uzmanı bir coach ile çalışma şansı bulan Larkin, Boston’da mental olarak gelişecekti. Kyrie Irving’in sezonun 2’nci yarısındaki sakatlığı ile birlikte daha fazla sorumluluk ve süre almaya başlayan Shane, dikkat çeken işler yaptı. Celtics de o sezon konferans finaline kadar yükseldi ama Cleveland ve Lebron James dominasyonu ile yüzleştiler. Shane Larkin, NBA’de kalıcı olmak ve kendisini bir şekilde kanıtlamak istiyordu ama olmadı.

Olgunluk ve Alfa Bir Karaktere Dönüşüm

Aslına bakılırsa o dönem Anadolu Efes için de işler yolunda gitmiyordu. Efes, 2017/18 sezonunda belki de kulüp tarihinin en kötü ve zor sezonunu geçirmiş, Euroleague’de dibe çökmüştü. Sezon ortasında Ergin Ataman takımın başına yeniden getirilmişti ve yeni bir yapılanma planlanıyordu.

Sezon başlamadan önce de transferler arka arkaya yapılmıştı ve yeni bir nüve oluşturulmuştu. Ataman; Vasilije Micic, Rodrigue Beaubois, James Anderson, Adrien Moerman, Tibor Pleiss gibi isimleri takıma eklemişti. Shane Larkin ise takımın “superstar”ı olması için getirilmişti.

Tabii bu noktada Ergin Ataman’a değinmek ve oyun felsefesinden biraz bahsetmek gerekiyor. Ataman, Efes’i “The Avengers” konumuna getirmeden önce son büyük başarısını Galatasaray ile 2016 yılında EuroCup kazanarak gerçekleştirmişti. Ataman; koçluk kariyerinin en başından beri de yaratıcı guardlarla oynamayı seven, oyuncularına özgürlük veren, modern 4 numaralarıyla fark yaratan ve “out coaching” konusunda uzman bir isimdi. Yetiştiği Aydın Örs ekolünün aksine hücum temelli ve akışkan bir basketbol oynatıyordu. Savunma prensipleri Örs tarzında “eski okul” olsa da hücum konusunda her zaman yenilikçi ve ilericiydi.

Dolayısıyla Shane gibi yetenek fazlası olan, delici, çabuk ve skorer bir guard onun sistemine çok uygundu. Fakat hikaye iyi başlamadı. Shane sezona iyi giremedi, uyum sorunları yaşadı ve yalpaladı. Ergin Ataman ise bekledi, takımının seviye atlamasını ve şampiyonluklar kazanmasını sağlayacak ismin Shane olduğunun bilincindeydi. Tabii Ataman’ın da yıllar içerisinde olgunlaşması ve oyuncularıyla olan ilişkisini geliştirmesi bu açıdan önemliydi. Eskiden Igor Rakocevic gibi egolu skorerlerle maç içerisinde bile kavgalar eden öfkeli Ataman gitmiş, yerine duygusal zekası gelişmiş ve iletişim becerileri kuvvetlenmiş bir Ataman gelmişti.

Shane gibi duygu durumu sürekli farklılık gösteren, modu anlık olarak değişebilen, inişleri çıkışları çok keskin olan bir isimle de sarsılmaz bir bağ kurmayı başardı. Shane de sezonun 2. yarısında inanılmaz bir ritim buldu. Larkin adeta “Iron Man”e dönüşmüştü ve Barcelona’ya 37 sayı attığı unutulmaz maç da o sezon yaşanmıştı. Micic ile birlikte backcourt’ta yakaladıkları kimya da giderek gelişiyordu, birlikte domine etmeye başlamışlardı. Efes, Shane’in dönüşümüyle beklenmedik bir şekilde Euroleague’de finale yürümüştü. Bir önceki sezon ligin dibinde olan takım, ertesi yıl zirveye doğru atak yapmış ama finalde daha tecrübeli ve kadrosu daha derin olan CSKA şampiyonluğa ulaşmıştı.

Bu yenilgi Shane için de büyük bir ders olmuştu. Kariyeri boyunca devamlılık sorunu yaşayan ve sürekli takım değiştiren Larkin, Efes’te kalmıştı. Efes’in çekirdeği hazırdı. Micic “MVP” seviyesine doğru yol alıyordu, Simon üçüncü top yönlendirici olarak büyük rahatlık sağlıyordu. Beaubois’nın perde oyunları ve köşe şutörlüğü can yakıyordu, Anderson 3&D oyuncusu olmayı kabul etmişti, Moerman 4 numaradan kilidi açan şutları atıyor, Pleiss bir uzuna göre yumuşak elleriyle ve tepe şutuyla fark yaratıyordu…

Ataman’ın kurduğu makine tıkır tıkır çalışıyordu ve Ataman bütün oyunculardan maksimum verimi alıyordu. Shane de bu makinenin Micic ile birlikte en kritik dişlilerinden biriydi. Euroleague’de final oynayan ve uzun süre sonra yerel ligde şampiyon olan kadroya bir de Chris Singleton gibi tecrübeli bir isim eklenmişti. Artık, Euroleague şampiyonluğu konuşulmaya başlanmıştı.

Açıkçası Ataman’ın NBA tabanlı, pace & space devriminin peşinden giden ve hatta  “Moreyball” olarak ifade edebileceğimiz basketbol felsefesi de Euroleague’de bir trend yaratmıştı. Ataman, elindeki guard ikilisini Avrupa’nın en dominant guard ikilisi haline getirmişti ve kadrosundaki diğer oyuncuları da daha önce çıkamadıkları bir seviyeye çıkarmıştı. Efes yüksek tempodaki akıcılığıyla, geçiş oyunlarıyla ve perimetredeki keskinliğiyle rakiplerini sürklase etmeye başlamıştı. Shane’in Euroleague sayı rekorunu kırdığı ve 10/12 üç sayı isabetiyle 49 sayı attığı maç da 2019/20 sezonu içerisinde oynanmıştı.

Shane, yıllardır kendisinden beklenen patlamayı sonunda yapmış ve mental olarak öldürücü bir hal almıştı. Kadro mühendisliği, takım içindeki kimya ve arkadaşlık yeteneklerini en üst seviyede göstermesine yardımcı oluyordu. Artık okyanusa taş atar gibi sayıyordu ve saymaya başladığı zaman durmak bilmiyordu.

Ancak, o sezon Efes şampiyonluk yolunda emin adımlarla giderken COVID-19 ile tanışmıştık ve lig iptal edilmişti. Shane’in ve Efes’in hikayesi de böylece yarım kalmıştı ama Shane artık alfa bir karakterdi ve oyunu kırması gerektiğinde kırıyor, domine etmesi gerektiğinde domine ediyordu.

Tarihi Bir Başarı: Back to Back

Anadolu Efes, 2020/21 sezonuna yarım kalan hikayeyi tamamlamak için girmişti. Takımdaki roller belirgin, özgüven üst seviyedeydi. Ayrıca, önceki sezondan da uzun rotasyonunda Sertaç Şanlı kazanılmıştı. Sertaç’ın bireysel gelişimi Efes’in Pick and Roll ve Pick and Pop oyunlarına çeşitlilik katmıştı. Krunoslav Simon’un forvetten, Vasiliye Micic’in de tepeden oynadığı ikili oyunlar ile Efes boyut atlamış, Sertaç ise çok önemli bir uzun haline gelmişti. Ergin Ataman’ın modern basketbol felsefesi ve hücum düzenleri Sertaç’ı da yukarı çekmişti.

O sezon Efes, Euroleague normal sezonunu 3’üncü sırada tamamlayıp Play-Off ve F4 gediklisi Real Madrid ile eşleşti. Açıkçası takımın form durumu ve yenilmezlik hissi Efes’i seride favori gösteriyordu ama Real buraları çok iyi oynamayı bilen “winner” oyunculara ve Pablo Laso gibi taktik bir uzmana sahipti. Seri beklenilenin aksine zor geçti ve son maçın son dakikasına kadar da uzadı ama Simon’un unutulmaz şutu Efes’i tekrar F4’e attı. Böylesi bir sınav çok öğreticiydi fakat, henüz kazanılmış hiçbir şey yoktu.

F4’ün ilk maçında ise Shane, CSKA’ya karşı çok kötü oynamış ve kafa olarak da maçtan kopmuştu. Ama işte kazanan takım özellikleri böyle zamanlarda kendisini gösteriyordu. Shane yoktu belki ama Micic ve Beaubois ordaydı. Efes adını finale yazdırmış ve şampiyonluk için son bir adım kalmıştı.

Barcelona’nın koçu Sarunas Jasikevicius, Ergin Ataman’ın aksine daha geleneksel bir basketbol algısına sahiptir. Kontrolün oyunculardan ziyade kendisinde olduğu, yarı saha yoğunluğu üzerine, fiziksel ve 90’lı yıllardan kalma arkaik bir anlayışı vardır. O yüzden final bir yandan da tez ve anti-tez mücadelesi konumundaydı. Kazanan ise modern basketbol olmuştu.

Efes, Shane-Vasa liderliğiyle kulüp tarihindeki ilk Euroleague kupasını kazanmayı bildi ve yarım kalan hikayeyi tamamladı. Micic, final-four MVP’si olsa da Shane kazanma zamanında ordaydı. Barcelona’nın Efes’in kısalarına yaptığı baskıya ve sertliğe de boyun eğmedi. Yaklaşık 37 dakika oynadı ve 12’si faul çizgisinden olmak üzere 21 sayılık katkı verdi. CSKA maçında kötü oynamıştı ama önemli değildi, şampiyonluk mücadelesinde ayağa kalktı ve kendisinden beklenileni verdi.

Bir hikayeyi tamamladıktan sonra yeni bir hikayeye başlamak ve gerekli moivasyonu bulmak zordur. Fakat, Anadolu Efes 2021/22 sezonunda modern Euroleague tarihinde sadece Maccabi Tel Aviv’in ve Olympiacos’un gerçekleştirebildiği bir başarıya imza attı. Arka arkaya 2. kez şampiyon oldu. Bu şampiyonluğun gelmesindeki en büyük etken de korunan takım çekirdeği ve Ergin Ataman’ın oyununu güncellemesiydi. Ataman’ın “biz Golden State Warriors basketbolu oynuyoruz” şeklindeki övünmeleri haklıydı ama Efes artık Pick and Roll temelli bir takıma dönüşmüştü. Micic ve Shane ise Avrupa’nın en dominant backcourt ikilisi olarak ışıldıyordu. NBA’de Stephen Curry ve Klay Thompson ne ise Avrupa’da da Shane Larkin ve Vasilije Micic oydu.

Larkin, Ergin Ataman’ın evrimleşen sistemi içerisinde ve Anadolu Efes formasıyla Avrupa’nın “superstar”ına dönüşmüştü. Hatta o “superstar” personasını taşımayı ve o sorumluluğu almayı o kadar sevdi ki Türk vatandaşlığına geçti, milli takım için oynamayı bile seçti. Artık taşıdığı soyad ve aşmakta zorlandığı OKB rahatsızlığı onu aşağıya çekemiyor. Shane Larkin artık kendi mirasını inşa eden ve duygu durumunu yönetebilen olgun bir yıldız.

Anadolu Efes için ise 2022/23 sezonu yeni ve zorlu bir macera. Şampiyon çekirdeğini büyük ölçüde koruyan Efes; Will Clyburn, Amath M’Baye, Achille Polonara ve Ante Zizic gibi transferlerle arka arkaya 3. Euroleague şampiyonluğunu istediğini gösterdi. Shane-Vasa-Clyburn “Big Three”sine sahip Efes’in efsanevi KK Split (Jugoplastika) kadrosunun izinden gidip gidemeyeceğini de göreceğiz. Bu yeni ve zorlu maceranın sonu ne olur bilinmez ama “Sugar Shane”in sezon sonunda gülümseyerek poz vermek isteyeceği kesin.

Exit mobile version