Bir çoğumuz kafamızda farklı farklı hikayeler kurup, o hikayelerin içerisinde yaşamayı çok severiz. Özellikle yaşadığımız modern çağın getirdiği standart yaşam, tekdüze devam eden hayat için bu kasvetli havayı değiştirmek isteriz. Kimimiz müzik, kitap veya sinema gibi alanlara yönelirken, bir kısmımızda toplumun birbiriyle etkileşime girdiği aktivitelere yönelir. Sporda insanların duygularını yaşadığı ve iç dünyalarında biriken dertlerin dışa vurumunda kilit bir rol oynamaktadır. Özellikle futbol, aitlik, alt kimliğin belirlenmesi ve benimseme gibi bir çok yapıyı içinde barındıran en popüler spor dalı olduğunu söyleyebiliriz. Evet o sevdiğimiz hikayelerin en iyileri, en duygusal ve en coşkulu olanlarının pek çoğu genellikle futbolla özdeşleşiyor. Tabi futbol deyince İngiltere’yi unutmamız mümkün değil. Ve tabii İngiltere deyince Liverpool ve efsane oyuncusu Robbie Fowler her zaman akıllara bir şekilde geliyor.
Bir Futbolcudan Daha Fazlası
Robbie Fowler, 1991 yılında Liverpool ile sözleşme imzalandığında herhangi bir futbolcudan daha fazlası değildi. Sadece yeni profesyonel olmuştu ve doğal olarak tanınmıyordu. Ayrıca ilk takıma yükselmesine daha 2 sene vardı. Bu aradaki geçen zamanda her sporcunun yapması gerektiği gibi çok çalıştı. 18 yaş altı milli takımıyla şampiyonluk yaşadı. Ve 1993 sezonunda bir FA Cup mücadelesinde sonradan oyuna girerek Liverpool macerası başlatmış oldu. Üzerinden yıllar geçtikçe Fowler ismi üzerine katarak büyüdü.
Tam bu noktada bakış açımızı biraz değiştirelim. Yani taraftarların gözünden yaklaşalım bu hikayemize. Liverpool macerasına başlamasından zaman geçtikçe elit statüsüne yükselen bir oyuncu, artık Liverpool efsanesi olarak anılıyordu. Çıktığı her maçta harikalar yaratıyor ve kırmızı formayla adeta özdeşleşiyordu. Gönül verdiğiniz takımda böyle bir oyuncunun olması ve insanlar tarafından bir sembol olmak yeni yaşanan bir durum değil. Ancak, Fowler’ın durumu bununla sınırlı değildi. Takımının formasıyla yüzlerce gol atması onun sevilmesindeki etkenlerden sadece biriydi. Fakat, gönüllerde yer edinmesinin asıl nedeni yaşadığı çevredeki sosyal olaylara da sessiz kalmamasıydı.
Tozlu Dolaplar
90’lı yıllarda Liverpoollu liman işçileri adeta bir dramın ortasında yaşıyorlardı. Günlük çalışma saatlerini haddinden fazla aşmalar, buna bağlı gerçekleşen işçi ölümleri. Ve bu ölümlere işverenlerin hiç bir tepki vermemesi. Liman halkı seslerini tüm dünyaya duyurmak istiyor ancak ellerinde daha fazlası gelmiyordu. İşte tam bu hassas dönemde Robbie Fowler devreye girdi. 1997 yılının soğuk bir mart akşamında Liverpool, Norveç takımı Brann ile Avrupa kupası maçına çıkacaktı. Bu maç tüm dünyada yayınlanacağı için herkesin ilgisi bu müsabakadaydı. Fowler bu maçta ilk golü attıktan sonra formasının altına giydiği tişörtü göstererek liman işçilerinin mağduriyetini kendi ülkesine ve tüm dünyaya gösterdi. O artık Anfield’in çimlerinde ilahi bir futbolcu olarak anılacaktı. 02 -03 sezonuna geldiğimizde ise Fowler bedelsiz olarak Manchester City’e transfer oldu. Ve herkesin korktuğu başına geldi. Taraftar, Fowler’ın bir gün dönceği umuduyla formasını tozlu dolaplarına kaldırır. Tükenmeyen bir sabır ve kararlılıkla tekrar o günün geleceği umuduyla beklemeye başlarlar.
Cennete Dönüş
Her ne kadar taraftarlar çok önem verdikleri bir futbolcuyu kaybetmiş olsa da ve zamanla onun yokluğu bir şekilde kabullenmiş olsalar da, ”O an” dediğimiz geçmişteki coşkulu duygular her zaman hatıralarda iz bırakıyordu. Liverpool taraftarı işte bu durumdan etkilenerek Fowler’a olan özlemleri günbegün artıyordu. Bu karmaşık duygular insanlara yük olmaya başlamıştı. Ama beklentileri daima canlıydı. Bu özlemle günler, yıllar geçerken 2006’nın Ocak ayında kırmızıların o zamanki hocası Rafael Benitez bombayı patlatıyordu. Ve Robbie Fowler ait olduğu yere, Liverpool’a dönüyordu. Olimpos Dağı nasıl Zeus olmadan düşünülemezse, Anfield içinde aynısı söz konusu. Tahmin edeceğiniz gibi taraftar adeta çılgına dönüyor, sıradaki Birmingham maçını iple çekmeye başlıyorlardı. Maç günü ise Anfield tamamen dolmuş ve kendi deyimleriyle ”Tanrı” adını verdikleri oyuncuya sevgilerini sunuyorlardı. ”Tanrı cennete tekrar hoş geldin”, ”11 Numara” gibi pankartlar maça damgasını vurmuştu. Fowler bu maçta gol atmasa da önemli değildi. Geri dönmüştü ve kalplerde yılların biriktirdiği sancılı bekleyiş yerini neşe ve mutluluğa bırakmıştı.
Liverpool’a tekrar dönüşünü ve kendisinin burada huzurlu olduğunu Fowler şöyle açıklıyordu:
‘‘Hayatımda hiçbirşey değişmedi. Kurallarım, yaşayışım ve rutinim aynı şekilde devam ediyor. Ama ne zaman şehre inip, kendime balık-patates kızartması ve kızarmış pirinç alsam yiyeceklerin paketlendiği gazete kağıtlarında kendi resimlerimi görüyorum.”
Robbie Fowler, futbolcu olmasından öte karizmasıyla ve duruşuyla bu kadar sevgiyi ve saygıyı hak etmişti. Onu taraftarın gözünde özel yapan şey etrafındaki sosyal olayların farkında olması ve geçim sıkıntısı çeken vatandaşlara yaklaşımıydı. İnsanlar, Fowler’a baktıklarında kendilerini görüyorlardı. Bu yüzden onun Liverpool’a geri dönüşü dünya starı bir futbolcudan çok kendi içlerinden birinin eve dönüşünü ifade ediyordu.