Site icon Victory Dergi

Old Firm: Çanların Altında

J.R.R Tolkien’in kurgusal evreni Orta Dünya’da Elfler nasıl yıldızların altında doğduysa, gerçek dünyada da insanlık mavi gökyüzünün altında doğdu.

Zamanla tarımda, madencilikte, sanatta ve zanaatta gelişen insanoğlu; dönem dönem en parlak günlerini yaşarken, bazı dönemlerde kötü günlerini yaşadı. Tüm bu kötü günlerde insanlığın umudunu ve yaşama sevincini canlı tutmak için din ve inanç sistemleri önemli rol oynadı. Tarihin çok eski dönemlerinden bugüne yani modern dünyamıza geldiğimizde görecekseniz aslında değişen pek bir şey yok. Teknoloji ve pratik uygulamalar hayatımıza girdiği halde yaşantımızda, en azından çoğumuzun yaşantısında din önemli bir yer tutmaktadır. Bu durum spordan siyasete, bilimden felsefeye ve savaşlardan barışlara hâlâ güncelliğini sürdürmektedir. Bu yazı sporla ve özellikle futbolla alakalı olacağı için din konusunun merkezde olduğu İskoçya topraklarında Glasgow Rangers ve Celtic takımlarının birbirlerinden nasıl keskin hatlarla ayrıldıklarını işleyeceğiz.

Çıkmaz Sokağın Temelleri

Rangers ve Celtic tribünleri arasında oluşan farklılıkları anlamak için biraz geçmişe gitmekte fayda var. Çünkü taraflardan biri Katolik sistemin içerisinde yer alırken, diğeri ise Protestan inancın merkezinde. Bilmeyenler için veya bilgilerini yeniden tazelemek isteyenler için durum şudur: Katolik mezhebi, Hristiyanlığın kalbinde yer alan bir oluşum. Ve dünyada en çok taraftarı olan mezheptir. Papa ve kiliseye bağlı olan Katolikler, tarihte pek çok olaya dolaylı ya da doğrudan etki etmişlerdir. Krallara taç giydirmeler, dinden çıkarmalar, cadı avları, kutsal savaşlar başlatmak ve bunun gibi birçok olayla dünya siyasetine yön vermişlerdir. Yaşam tarzı olarak dinine en bağlı ve en taviz vermeyen koyu Hristiyanlar olarak tabir edeceğimiz sistem Katoliklere aittir.

Öte yandan Katolik mezhebine tepki olarak doğan Protestanlık; Orta Çağ Avrupası’nda Martin Luther zamanında ortaya çıkmıştır. Papa ve kilisenin baskın olan bu sistemine, adından da anlaşılacağı gibi protesto maksatlıdır. Bunun sonucu olarak Martin Luther, aforoz edilmiş ve kendisi de aforoz ilamını kilisenin kapısına çakması vesilesi ile bu mezhebin kıvılcımını yakmıştır. Karşı çıktıkları sistemden farklı olarak piskoposluk gibi kurumları aradan çıkarmış ve daha rahat bir yaşam tarzı sürdürmeye inanmışlardır. Kilise kalmış, fakat sadece Hz. İsa’ya inanmanın da kendilerine yeteceği görüşünü savunmuşlardır. Günümüzde başta Britanya olmak üzere dünyada önemli sayıda Protestan yaşamaktadır.

Keltlerin Ruhu

Celtic, 1887 yılında kurulduğunda sportif faaliyetler, gençlerin hobi veya profesyonel olarak çalışmaları amacını hedeflemiyordu. Kulübün kurucuları koyu bir Katolik okulunda eğitim almış olan Walfrid kardeşlerdi. Walfridler, bir oluşum kurma fikrini ortaya attığında cemaati ile birlikte tartışmaya koydular. Burada hedeflenen; futbolun yanında İrlanda Cumhuriyeti’nde yaşanan kıtlığın ve İskoçya’ya yoğun olarak gelen Katolik inanç ağırlıklı göçün etkilerini görebilmekti. Bir anlamda başka bir ülkeden gelen ama aynı mezhebi paylaşan kardeşlerin sorunlarını çözmekti. Bunlar; kalacak yer, giyim, sağlık ve maddi güç gibi konulardı. Bu yüzden Celtic’in kuruluş temelinde spor ile birlikte bağış toplamak ve sadece Katoliklere yardım etmek vardı. Maçlar oynandıkça kulübü destekleyenlerin sayısı arttı.

Bu destek çoğaldıkça tribünlerden gelen söylemler de çok daha sertleşti. Artık Celtic tribünleri kendi hedeflerini belirlemişti. Katolik inancın savunucusu ve İrlanda Cumhuriyeti’nin en büyük destekçilerindendiler. Burada tribünlerden bahsederken kimleri yada nereyi hedef aldıklarını söylemeden olmaz. En çok uğraştıkları takım Rangers taraftarlarıydı. Bir sonraki başlıkta onlara değineceğim. Özellikle 80’li, 90’lı ve hatta 2000’li yılları da katarsak, dini fanatizm doruk noktasına ulaştı. Hemen her maç pankartlar ve mesajlar vardı. Özellikle Rangers ile oynanan maçlarda bu mesajlar ve söylemler daha da sertleşiyordu. Bu mesajların en meşhuru ”Savaş Bayraklarını Astılar”; bir diğeri ise ”Hiç bir şey olmayı hak ediyorsunuz, hiç bir şey kazanamayacaksınız, hiç bir şey yapamayacaksınız; çünkü siz her zaman hiç bir şeydiniz.”

Günümüzde ise biraz gülümsetecek olsa da şunu da ekleyelim: ”Coronavirüs=Rangers”. Görece iyi amaçlarla başlayan bu kulübün hikâyesi, gördüğünüz gibi hayatın getirdiği zorluklar ve kurallarından asla taviz vermeyen bir inançla birleştiğinde kaşların çatıldığı, aşırılıkların olduğu bir konuma yerleşti.

Unutmamak gerekir ki, inanç içindeki masumiyeti kaybettiğinde geriye kalan şeyler öfkeye ve fanatizme dönüşür. İbadette kullanılanlar ise eşyadan öteye geçmiyor.

Kırmızı Aslanlı Mavi Arma

Aslında bilinenin aksine Glasgow Rangers diye bir kulüp yoktur. Böyle denilmesinin nedeni yıllar içinde oluşan dil alışkanlığı sadece. 1872 yılında dört arkadaş olan Moses McNeil, Peter McNeil, Peter Campbell ve William McBeath, Glasgow şehrinde kulübü amatör bir ruhla kurduklarında bu oluşumun adı Rangers F.C idi. Celtic’in aksine Rangers taraftarları, ülkeye yapılan göçlerin ve göçmenlerin yaşam kalitesinin İskoçya’ya karşı bir tehlike olduğunu düşünüyorlardı. Protestan inancını ve merkezi yönetim gibi kavramları benimsediler. Celtic nasıl kendi mezhebini ve İrlanda Cumhuriyeti’ni desteklediyse; Glasgow’un Rangers takımı da Kuzey İrlanda’nın sesi ve Protestan mezhebinin en büyük destekçisi oldu. Hatta armalarındaki mavi beyaz renkler İskoçya’nın renklerini, kırmızı aslan ise Britanya’ya bağlılık ve içinde bulunduğu Protestan mezhebini temsil ediyordu. Ayrıca yine armalarında büyük harflerle ”Ready” diye bir slogan da mevcuttur.

Taraftarlara geldiğimizde ise; gerçekten Rangers’a gönül verenler takımlarına çok bağlılar. Fanatikliğin en üst seviyede olduğu 90’lı ve 2000’li yılların başında destek verdikleri Kuzey İrlanda’nın hep yanında oldular. Hatta bu durum bazen inancı da aşarak siyasi tezahüratlara dönüştü. İnanç adına söylenen marşlarda iş Kuzey İrlanda’daki terör gruplarına sempatizanlık yapmaya kadar gitti. Zamanla bu söylemler bir dizi önlemler ve uyarılarla yumuşadı. 2012 yılında ise kara bulutlar adeta kulübün üstüne çöktü. Finansal krizden dolayı kapıya kilit vurmak zorunda kaldılar.

Rangers iflas etti ve dördüncü lige kadar düştü. Bu süreçte taraftarlar tribünleri hiç boş bırakmadı ve takım, maçlara tam destekle çıktı. Bu kötü durum, mesajları da değiştirmişti. Bunların en ünlüsü ”We Don’t Do Walking Away” idi. Gerçekten de çekip gitmediler. Alt liglerde başlayan serüven 2020/2021 sezonunda şampiyonlukla bitti. Bu sefer de statları Ibrox’a atıfta bulunarak ”Ibrox Theatre of Champions” yazılarıyla geri döndüler. ”We Belong to Glasgow”, ise artık aydınlık günlere döndüklerinin en sağlam kanıtıydı.

Güncel Hayatlar

Geçmişten günümüze geldiğimizde; Rangers ve Celtic arasındaki rekabet, özünde mezhepçiliğin olduğu bir mücadele. Göçler, kıtlıklar ve ekonomik zorluklarla yoğrulmuş olan insanların, futbol sahasında verdikleri destek, hayatın ta kendisi. İnsanların ne kadar zorlu yollardan geçtikleri ve gördükleri şeylerin farklı yorumlanması sonucu keskin bir ayrılık yaşanması… Şimdiye baktığımızda bu keskinlik eskisi kadar değil. Ama yine de orda duruyor.

Burada yeni gelen kuşakları unutmamak gerekir. Gençlerin artık başka dertleri ve modern dünyada yer alma kaygıları, eski davaları biraz geri plana atabiliyor. Örneğin; dışarıda geçinme kaygısı yaşayıp ama kimseyle de problemi olmayan nazik ve kibar olan kişiler, bu rekabeti öfkesini kusmak veya deşarj olmak için kullanıyor. Yine de tartışmasız dünyanın en iyi derbisini seyrettiğimizde; bir tarafta mavi beyaz bayrakları, diğer tarafta ise yeşil yonca yapraklı flamaları görmek, insana derbi ruhunun ateşinin canlı olduğunu gösteriyor.

”Old Firm”…

Dünyanın en eski iki şirketi!

Exit mobile version