Tenise ilgi duyan, izlemekten veya oynamaktan keyif alan tenis severlere, en iyi erkek tenisçi kim diye sorsanız, on kişiden dokuzunun yanıtı Federer veya Nadal olur. Oysaki 21 Grand Slam şampiyonluğuna sahip Federer ve Nadal’a tüm zeminlerde hem de defalarca üstünlük sağlamış, dünya 1 numarası olmuş Sırp raket Novak Djokovic hiçbir zaman söylenen ilk isim olmayı başaramamıştır. Elde ettiği bir çok başarıya rağmen akıllara gelen ilk isim olamamak sizce de çok ilginç değil mi?
Zor Bir Çocukluk
“Çoğu insan hayattan ne istediğine altı yaşında karar vermez ama ben vermiştim. Pete Sampras’ın Wimbledon’da kazanmasını izlerken kararımı vermiştim. Bir gün o, ben olacaktım.” Novak Djokovic’in “Serve to Win” isimli kitabında bu cümleyi okuyan herkes Djokovic’in ne kadar kararlı ve azimli olduğunu anlayacaktır. Daha çocuk yaşta savaşın ortasında birçok zorluğa ve imkansızlığa rağmen hedeflediği yolda ilerlemesi takdiri fazlasıyla hak ediyor. Ayrıca, profesyonel tenisçi olmanın oldukça maliyetli olması ve ülkedeki en popüler spor branşlarının basketbol, voleybol ve sutopu gibi branşlar olmasını da hesaba katarsak, Djokovic’in çocukluk yıllarındaki kararlarını hayata geçirmesi ve üstüne koyarak hala devam ediyor olması onun ne kadar disiplinli ve hırslı olduğunu gösteriyor.
Altın Çocuk
Djokovic’i ilk keşfeden antrenör Jelena Gencic, zamanında profesyonel tenis oynamış ve bir dönem Monica Seles’in de koçluğunu yapmıştı. Tesadüfen antrenmanı izleyen minik Nole‘yi görmüş ve onu ertesi gün tenis oynaması için korta davet etmişti. Altı yaşındaki Djokovic’i birkaç gün çalıştırdıktan sonra annesiyle babasına bu çocuk Monica Seles’ten sonra gördüğüm en yetenekli çocuk diyecek ve ona “Altın Çocuk” lakabını takacaktı. Yıllar geçse de Novak Djokovic, Jelena’yı hiçbir zaman unutmadığını şu sözlerle anlatacaktı: “Jelena bana sadece tenis öğretmedi. Değişen dünyaya ayak uydurmayı, klasik müzik dinlemeyi, düşünmeyi ve ana dilim olan Sırpçanın yanında başka dillerde öğrenmem için beni teşvik etti. Tenis dersi yanında bana hayat dersi de verdi. Ona çok şey borçluyum.”
Acı, Diyet ve Dönüşüm
Junior kariyerini noktalayarak 2003 yılında profesyonelliğe geçen Novak Djokovic’in en büyük rakibi diğer tenis oyuncuları değil, sıkça yaşadığı sağlık problemiydi. Anlaşılamayan bir nedenden ötürü bu durum bazılarına göre astım bazılarına göre alerjiydi ve birçok kendini bilmeze göre ise formsuzluktu. Adına her ne denirse denilsin Djokovic’in kariyerine sekte vuracak ve birçok maçı acılar içinde yarıda bıraktıracak kadar önemliydi. Bu durum çözülmediği takdirde ne kadar çalışırsa çalışsın ya da özveride bulunursa bulunsun hiç bir zaman ilerleme kaydedemeyecekti. Bu Nole için çok büyük bir sorundu. Ama bir sorun varsa, mutlaka bir çözümü de olmalıydı. Her şey doktor Igor Cetojevic’in, Novak Djokovic’in televizyonda maçını izlerken değişti. Doktor Cetojevic’e göre sorun astım veya başka bir şey değildi. Sorun Djokovic’in sindirim sistemi ile ilgiliydi. Antrenörü Marian Vajda’ya bu bilgiyi ulaştırmayı başaran Dr. Cetojevic’i bir noktada Djokovic’in kariyerini değiştiren isimler arasında sayabiliriz.
Nole’ye iyi gelmeyen ve birçok maçı yarıda bırakmasına neden olan şey aslında glütendi. Glütenli besinlerin vücudunda oluşturduğu reaksiyon Djokovic’e iyi gelmiyordu. Bu basit ama önemli bilgi sayesinde, tüm beslenme alışkanlığını değiştiren ve yeni bir diyete başlayan Djokovic, bu keşiften sonra durdurulamaz bir makine halini aldı.
Muazzam İstatistik
Her sporcunun formda olduğu zamanlar vardır. Ama, tenis gibi bireysel spor branşlarında üstelik her sene, geçen sene topladığınız puanları korumanız gerekiyorsa her zaman formda olmak zorundasınızdır. Novak Djokovic yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen hep elinden gelenin en iyisini yapan bir sporcu olmuştur. Özellikle 2015 yılında, birçok sporcunun hayal bile edemeyeceği inanılmaz bir performansa imza atmış ve sezonu 82 galibiyet, sadece 6 yenilgiyle bitirmiştir. 11 turnuva şampiyonluğu, 3 Grand Slam zaferi ve yakaladığı %93.2’lik kazanma oranıyla ilk 10’daki rakiplerine karşı 31 galibiyet elde etmiştir. Ne muazzam bir istatistik ama! Sezon bittiğinde Novak Djokovic, 2015 yılını tenis kariyerinin en iyi sezonu olarak tanımlamıştı. Fransa Açık’ı da kazanıp, takvim slam’ini yapamamak büyük bir travmaya yol açsa da, tekrar ayağa kalkıp mücadeleye devam edebilmek ve büyük zaferler kazanabilmek için bir özgüvene sahip olmak gerekliydi. Novak Djokovic bu özgüvene fazlasıyla sahipti. Özellikle tüm dünyanın favorileri olan ezeli rakipleri Roger Federer ve Nadal’a karşı kurduğu üstünlükle yerini daha da sağlamlaştırmayı başaracak tüm tenis dünyasına bende varım diyecekti.
Ancak, elde ettiği tüm başarılara ve gösterdiği müthiş performansa rağmen hiçbir zaman tenis dünyasında Federer ve Nadal’a gösterilen ilgi Djokovic’e gösterilmedi. Bunun nedeni birçok kişiye göre değişiyordu. Federer ve Nadal’a göre daha az “sempatik” olması, karşılaşma sırasında işler kötü gittiğinde sergilediği tavır, verdiği demeçlerde duymak istenileni değilde söylenmesi gerekeni biraz da sivri bir dille söylemesi Djokovic’i bir “anti kahraman” olarak gösteriyor ve haliyle akla üçüncü gelen isim olmaktan kurtaramıyordu.
Fakat, kim ne derse desin ne düşünürse düşünsün tenis dünyasını “Gotham” şehrine Roger Federer ve Rafael Nadal’ı bu şehrin fedailerine benzetirsek, Joker her zaman bu şehir ve fedaileri için tehlike ve tehdit olmaya, etrafa endişe ve korku salmaya hep devam edecek.