Tenise merakı olan ve yakından takip eden bir çok kişiye, en hırçın, en agresif ve öfke kontrolünde en zayıf olan oyuncuları sorsanız eminim Marat Safin ismini listenin en başlarına yazacaklardır.
Marat Safin denildiğinde akıllara onun muazzam yeteneklerinden ziyade kortta gösterdiği disiplinsiz ve hırçın davranışlarının gelmesi belki de onun tarihin efsane oyuncularından birisi olarak adlandırılmamasının en büyük nedenlerindendir. Kariyerinde iki Grand Slam şampiyonluğu ve Grand Slam yarı finali bulunan bir oyuncunun, muazzam yeteneklere sahip olmasına karşın neden daha parlak bir kariyere sahip olmamasını, eski kadınlar dünya 1 numarası ve aynı zamanda Safin‘in kardeşi olan Dinara Safina‘nın sözlerinden de anlayabiliriz: “Yeteneğinin yarısına bile sahip değildim. Sadece çalışmayı ondan daha çok seviyordum.”
Şartlar Ne Olursa Olsun
Antrenörünün ve ekibinin, maçlarını “rus ruleti” izlercesine takip ettiği Marat Safin, tatar kökenli bir ailenin ilk çocuğu olarak 27 Ocak 1980’de Moskova’da dünyaya geldi. İlerleyen yıllarda, aslında sporu çok da sevmediğini verdiği röportajlarda dile getiren Marat Safin, tenis antrenörü olan annesi Islanova’nın da baskısıyla “gönülsüzce” tenise başladı. İlla ki bir sporla uğraşmak istesem, herhalde futbolla uğraşırdım diyen biri için, iki Grand Slam şampiyonluğu ve yarı finali hiçte kötü bir sonuç olması gerek.
Parlak Yıllar
Erkek tenisindeki en büyük rekabetlerin başında gelen Agassi-Sampras döneminin sonlarıydı. ATP bu rekabetin ne kadar izlendiğini ve ilgi çektiğini biliyordu. Peki bu dönem sona erdiğinde ne olacaktı? İlgi azalacak mıydı? Maçlar daha mı az izlenecekti? Tenis dünyasına yeni yıldız adayları, yeni rekabetler ve erkek tenisine taze kan gerekiyordu. Tam bu zamanlarda, ATP yeni bir proje başlattı. Aralarında Gustavo Kuerten, Lleyton Hewitt, Andy Roddick ve Roger Federer’in de yer aldığı “New Balls Please” isimli, yeni jenerasyonun tanıtıldığı projede Safin’in de yer alması onun yıldızının parlamasını ve daha ön plana çıkmasını sağladı. Bundan sonra sansasyonel sonuçlar da arka arkaya gelmeye başladı.
1998 Fransa Açık Turnuvası’nda, henüz 18 yaşındayken ilk kez ana tablo gören ve burada ilk turda büyük şampiyon Agassi’yi, ikinci turda ise Kuarten’i eleyen Safin, erkek tenisine taze kan pompalamaya başlamıştı. Fransa Açık’ta gösterdiği performanstan sonra Boston’da ilk ATP zaferini kazandı. Birleşik Devletler’de kazanılan şampiyonluk bu ülkede yaşanılan hayal kırıklıklarını tamir etmemiş olacak ki Safin, 2000 yılında Amerika Açık Tenis Turnuvası’nda tarihin en büyük tenis efsanelerinden birisi olan Sampras’ı üç sette devirerek Birleşik Devletler’den “intikamını” aldı.
İkinci Grand Slam zaferini ise beş yıl sonra her defasında söylediği gibi gelmiş geçmiş en iyi tenisçi olan Roger Federer’e karşı Avusturalya Açık’ta kazandı. beş setlik muhteşem bir karşılaşma sonrasında şampiyonluğa ulaşan Marat Safin yıllar sonra bile o anın hayatının en mutlu anı olduğunu söyleyecekti.
Veda Vakti
Kimi zaman parlak kimi zaman da sönük geçen tenis kariyerini sonlandırma kararı alan Safin, 2009 yılında verdiği bir röportajda veda vaktinin geldiğini ve artık gençlerle mücadele etmenin eskisi kadar kolay olmadığını söyleyecekti. Kariyeri boyunca elde ettiği başarılardan çok öfkesi ve istikrarsızlığı nedeniyle elde edemedikleri konuşulacak olan Safin’i izlemek tenis severlere her zaman büyük keyif vermiştir.
Bazen performanslarından bağımsız olarak bazı sporcuları takip etmek ve izlemek istersiniz. Marat Safin de kesinlikle bu sporcuların en başında her zaman kendisine yer bulmaya devam edecektir.